Zelzele, Zilzal, Camia gibi isimleri olan ve Peygamber Efendimizin dilinde Kur’an’ın yarısına muadil süre diye tavsif edilmiş bir süreyle karşı karşıyayız.
Zilzal Süresi; Kıyametin meydana gelişi esnasında ve kıyamet sonrası Mahşer yerinde meydana gelecek korkunç olayları en veciz ve dehşete ifadelerle anlatıyor. Daha sonra hayır ya da şer zerre ağırlığınca da olsa tüm amellerin değerlendirileceğini ve insanın mutlaka bu amellerinin karşılığını göreceğini anlatıyor.
“Yer sarsıldıkça sarsıldığı zaman (1)“: Süre ilk ayetiyle akıl sahiplerine; kıyametten sahneler sunuyor. Kıyametin kopmasından, insanların yeniden dirilip hesap vermesinden, herkesin -iyi ya da kötü ettiğini bulacağından bahseden Zilzal Süresinin ikinci ayeti ise insanı bütün benliğiyle doğrudan etkileyen bir üsluba sahiptir: “Toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı zaman (2)“.
Yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması birkaç şekilde tefsir edilmiştir:
1 ▬ İçindeki hazineleri dışarı çıkarır. İnsanların dünyada her yönüyle ihtiyaç duyduğu ve “hırs ekol”ünü oluşturan altın, gümüş, mücevherat gibi şeyler dışarı çıkarlar ve şimdi bu şeyler onların hiçbir işlerine yaramamaktadırlar. Tersine onların azabına sebep olacaktır.
2 ▬ Kabirlerdeki ölüler dirilir. Bu anlamda “ba’s” denilen dirilme zamanı söz konusudur. Ölmüş olan insanları nerede ve hangi halde bulunurlarsa bulunsunlar, hepsi yeraltından dışarıya atılacaklardır. Bir sonraki ayet, onların o an cisimlerinin bütün parçalarının yeniden bir araya getirilerek dünyadaki ilk şekilleri gibi diriltileceklerine delalet etmektedir. Çünkü eğer böyle olmayacaksa onlar, “bu yeryüzüne ne oluyor?” sözünü nasıl söyleyecekler?
3 ▬ Ölü insanları dışarı atmakla yetinmeyecek, ayrıca insanın dünyada iken işlediği ve kendisine şehadet edecek olan fiiller ve sözlerinde hepsini dışarıya atacaktır.
4 ▬ Yeraltındaki madenler, gazlar, yanar durumda olan lavlar da dışarı fırlar. Bu ise hakiki kıyameti sahneye koyar.
“İnsan ne oluyor buna dediği zaman (3)“. Yeryüzünde rahat ve kararlı olarak sakin ve sabit yaşarken sonra meydana gelen durumu, garip karşılayarak der ki: Durum değişmiş ve yeryüzü harekete geçmiştir. Sonra yeryüzü karnında bulunan yenilerden ve eskilerden ölüleri dışarı atar. O zaman insanlar onun durumunu garip karşılarlar. Yerler, bir başka yerle, gökler, bir başka gökle değiştirilir.
“İşte o gün; o bütün haberlerini anlatacaktır (4)“. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu ayeti okumuş sonra, “Yeryüzünün haberleri nedir?” demiştir. Orada bulunanlar, “Allah ve Resulü en iyisini bilir” deyince Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünün haberleri her kulun ve cariyenin üzerinde yapmış olduğu amele şehadet ederek, “şu ve şu amelleri, şu ve şu gün yaptı”, demesidir. İşte onun haberleri bunlardır.”
Kainatta meydana gelen her şey Allah’ın tekvini emrine dayanacaklardır. Allah kimin ne yaptığını şüphesiz bilir. Ama ahirette mahkeme kurulduğu zaman Allah eğer bir kimseye ceza verecekse, adaletinin bütün şartlarının gereğini yerine getirir. Rabbu’l-Alemin’in mahkemesinde her suçlunun itiraz edemeyeceği şekilde eksiksiz şehadetler göreceği kesindir.
O gün de o kadar kat’i, açık ve kesin ispatlar yapılacak ki, insanın inkar etmesine ve mazeret ile sürmesine mahal kalmayacaktır. Bugünde her şey konuşacaktır. “Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir (5)“
Rabbü’l Alemin, arza söylemesini süratle emr-ü telkin etmiştir de o sebeple arz o haberleri anlatır. Yani Allah Teala arz’da öyle yeni haller, oluşlar meydana getirir ki, onlar lisan ile anlatma makamına çıkarlar. Hatta, “ne oluyor buna” diyenler o duruma bakarlar da onun ne için zelzeleye tutulduğunu ve ne için ölüleri dışarıya attığını bilir.
Akabinde gelen ayet artık hesap gününden bahseder: “O gün insanlar, ayrı ayrı gruplar halinde (İlahi Divana) çıkarlar ki, yaptıkları kendilerine gösterilsin (6)“. Yani varmış oldukları yerden insanlar dönüp çıkacaklar, kabirlerden durulacak yere, mahşere doğru muhtelif surette fırlayacaklar, kimisi yüz aklığıyla, kimisi yüz karasıyla, kimisi selamet, kimisi korkular, kimisi dehşetler içinde, kimisi binitli, kimisi yayan, kimisi zincirlerle bağlı; hasılı kimisi bahtiyar, kimisi bedbaht
Bu aşamadan sonra Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür (7-8)“.
Bu ayetlerin nüzulüyle ilgili olarak şöyle bir rivayet vardır: “Yoksula, yetime ve esire O’nun sevgisi için yemek yedirirler (İnsan 8)” ayeti kerimesi nazil olduğu zaman, bazı Müslümanlar az bir şey verdikleri zaman bundan dolayı sevap kazanamayacaklarını; diğer bazıları ise, “Allah, cehennem ateşini büyük günahlar için vadetmiştir”, diyerek, yalan söylemek, harama bakmak, gıybet etme vb. gibi küçük günahlardan ötürü kınanmayacaklarını zannediyorlardı.
Bunun üzerine Allah, Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca Şer yapmışsa onu görür ayetlerini inzal buyurdu.
Allah bu ayeti inzal buyurarak, bir yandan; “az, kısa zamanda çoğa vesile olur” diye Müslümanları az demeden vermeye teşvik ederken, diğer yandan da, “küçük günahlar kısa zamanda çoğalır, dolayısıyla büyük günahlara dönüşür” diye onları küçük günahları işlemekten sakındırmıştır.
Bu ayetin anlamı şudur: İnsan zerre kadar iyilik veya zerre kadar kötülük yapmışsa, onun amel defterinde kayıtlı olarak bulunacağı ve insanın onu göreceği doğrudur.
Bu ayet insanı önemli bir gerçek hakkında uyarmaktadır: Her küçük iyiliğin bir ağırlığı ve değeri vardır. Aynı şey kötülük için de geçerlidir. Küçük diye bir iyiliği terk etmemeli, yine küçük diye bir kötülük irtikap etmemelidir. Çünkü her ikisi de birikebilir.
İşte bu söylenen ve ona benzeyen ağırlıktaki hayır ve şerri o gün sahibi hazır bulur ve cezasını görür. Ve o zaman insan yaptığı şeylerden hiçbirisini küçümsemez. İyi veya kötü olsun, “bu önemsizdir, hesap ve tartıya gelmez” demez. Vicdanın yaptığı her hareket karşısında ürperir. Bu zerrenin bile o çok hassas terazinin kefelerinden birini ağır bastıracağını bilerek vicdanen titiz davranır.
Bu ölçünün eşi ve benzeri mümin gönüllerden başka hiçbir yerde görülmüş değildir. Mü’min kalp zerre miktarı hayır ve şer için ürperir. Halbuki dünyada dağlar kadar günah, isyan ve kötülük yaptığı halde hiç kımıldamayan kalpler vardır. Önünde dağ zirvelerinin hiç kalacağı hayır tepelerini tepip de müteessir olmayanlar vardır. Bu kalpler yeryüzünün çamuruna batmışlardır. Hesap günü yaptıklarının ağırlığı altında ezileceklerdir.
Kıyametin kopmasından, insanların yeniden dirilip amellerinin ortaya serilip hesaptan bahseden süre yukarıda geçtiği üzere herkesin iyi ya da kötü ettiğini bulacağından bahisle nihayete erer.
1-) Sürede kıyamet sahnelerinden bir kesit verilmiştir. Gelecekten haber veren bu sürede, yer ve insan konu edilir. Yer içindekileri çıkarır. Allah yere vahyeder ve yer bütün haberlerini ortaya döker. Buna “gaybi haber” olması açısından “şüphesiz iman” gerekir.
2-) Yer bütün haberlerini ortaya döktüğünde, o gün insanların amelleri kendilerine gösterilecektir. Mü’minlerin bu günden Allah’a sığınmaları gereklidir.
3-) Yapılan iyilik ve kötülükler küçümsenemez. Çünkü her birinin değeri vardır. Mü’minler, vicdanın yaptığı her hareket karşısında ürperir, Allah’tan korkarak titiz davranırlar. Hiçbir hareket Allah katında karşılıksız kalmayacaktır,
Ahirete iman konusunu sürekli gündemde tutmak zorundayız.
İnsanın aklını başından alacak, yüreğini hoplatacak, dağları taşları her şeyi tuz buz edecek o sarsıntıyla yeryüzü sallandığı zaman ki o kıyamet saati ona hazırlıksız olan kimselere ansızın gelecektir.
Zira kendileri kıyametin geleceğinden gafil bir şekilde dünyaya dalmış, onu hatırlarından çıkarmış ve böylece lüzumsuz şeylerin peşine takılmış insanlar için elbette kıyamet ansızın gelecektir. Kıyamete inanmayan ve onun hazırlığı içinde Allah için bir hayat yaşamayan insanlar onun kopmasına yakın bir dönemde alametler belirdiği zaman bile uyanmayacaklar, o zaman bile oyun ve oynaşlarını sürdüreceklerdir.
Onun için şuurları yerinde değilken, haberleri yokken kıyamet gelip onların tepelerinde patlayacaktır. Artık ondan sonra pişman olma ve geriye dönme imkanı da kalmayacaktır.
Para için kulluğu terk edenler, altın ve gümüş için birbirlerini öldürenler, dünyalık elde edeceğim diye akrabalarını terk edenler, daha çok kazanacağım diye çoluk-çocuklarının dini hayatıyla ilgilenecek zaman bulamayanlar, para kazanacağım diye ilim öğrenmeye fırsat bulamayanlar, dükkan tezgah peşinde koştururken Kitap ve Sünnetle tanışma imkanı bulamayanlar, bir ömür boyu dünyanın kölesi olup yiyemeyeceği malları toplayanlar, oturamayacağı evler yaptıranlar, uğrunda çırpındıkları malların, mülklerin, altınların, gümüşlerin değersiz birer emtia olarak her yere atıldığını görünce anlayacaklar bunların değersizliğini.
Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an