Birincisi: Zekat alan kimse, Allah’ın zekatı farz kılmakla kendisine ihtiyaçlarını giderme imkanını bahşettiğini ve ibadetlerine yardımcı olduğunu anlamalıdır. Eğer verilen zekati masiyette harcarsa Allah’ın nimetlerine küfretmiş, dolayısıyla Allah’tan uzak kalmayı ve onun gazabına uğramayı hakketmiş olur.
İkincisi: Zekat verene teşekkür etmesi, dua yapması ve onu övmesi gerekir. Fakat teşekkür ve duası, zengini vasıtalıktan çıkarmamalıdır. Onu, Allah’ın nimetini kendisine ulaştıran bir aracı olarak görmeli; aracının da Allah’ın nimetini ulaştırdığından dolayı bir hakkı bulunduğunu unutmamalıdır. Böylesi duygular içerisindeki teşekkür, nimetin Allah’tan olduğunu gölgelemez. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
✓ İnsanlara teşekkür etmeyen kimse Allah’a da şükretmez.
Allah Teala birçok yerde kullarının güzel işlerini (o işlerin yaratıcısı kendisi olduğu halde) övmüştür. Bu ayetlerden biri şöyledir:
✓ O, ne güzel kuldu! Hakikat o, daima (Allah’a) dönen (bir zat) idi (Sa’d Süresi 44)
✓ Peygamberimiz şöyle buyuruyor: Size bir iyilik yapana aynıyla mukabelede bulunun. Eğer buna imkanınız olmazsa, ona hakkıyla karşılıkta bulunduğunuza kalben inanıncaya kadar kendisine dua ediniz
eğer verilen malın bir kusuru varsa onu horlamaması, yermemesi, zekatını vermediğinde ayıplamaması, kendi kendine ve halkın huzurunda onun yaptıklarını hürmetle anması teşekkürü tamamlayan hususlardır.
Zekat verenin görevi, verdiğini küçümsemesi; alanın vazifesi de, minnet duygularıyla, verileni gözünde büyütmesidir. Her kula düşen vazife, haline uygun olanı yapmaktır. Bunların hiçbiri nimetin Allah’tan geldiği inancına aykırı değildir. Vasıtayı görmeyen bilgisizdir. Yalnız, aradaki vasıtayı asıl olarak tanımak çirkindir.
Üçüncüsü: Aldığı şey hakkında düşünmesidir. Eğer verilen kısım malın helalinden değilse kabul etmez. Mecbur kalmadıkça, kazancının çoğu haram yollardan sağlanmış birinin zekaını (yardımlarını) da kabul etmez. Kendisine verilen malın muayyen bir sahibi yoksa ihtiyacı nispetinde alabilir.
Böylesi mallarda şeriatın fetvası, o malların tasadduk edilmesidir. Sahibi belli olmayan bu malları ancak zaruri ihtiyaçlarını helal yoldan temin etme imkanı olmayan kimseler alır.
Dördüncüsü: Alacağı miktarda süphe ve zannı gerektirecek hususlara dikkat edip korunması, mubah ölçüden fazla (yani, kendisinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin zaruri ihtiyaçlarını görecek miktardan fazla) almaması gerekir. Yine, zekat almaya hak kazandıran niteliğe kesin şekilde sahip olduktan sonra almalı; ihtiyaç içinde olduğu edince; bir senelik ihtiyacını görecek miktardan fazlasını almamalıdır. Bu bir sene, verilen ruhsatların en çoğudur.
Zira Resul-i Ekrem (s.a.v) ailelerinin bir senelik yiyeceklerini ambarlamıştı. Bilginlerden kimi «bir fakir, hayatı boyu geçimini sağlayacağı bir çiftlik almasına imkan verecek veya ticaret yapıp zengin olmasını sağlayacak miktarda zekat alabilir» demişlerdir. Çünkü zenginlik ancak budur. Hz. Ömer (r.a): «Verdiğinizde zengin ediniz!» demiştir.
Ulemanın kimisi de;
Fakir düşmüş bir zenginin eski servetine kavuşacak miktarda zekat alabileceği görüşünü savunmuşlardır. Ebt Talha (r.a) bostanını bağışlamak istediğinde, Peygamberimiz (s.a.v) kendisine: «Onu yakınlarına ver, böylesi senin için çok daha iyidir» buyurmuştu.
Kaynak: İmam Gazali / İmam Gazali’den Müminlere Vaazlar / bkz: 110-112