Tövbe etmek hemen her şahıs hakkında farz-ı ayındır. Yani, hemen herkesin şahsen günahlarından tövbe etmeleri gerekir. Hiç kimse, bir başkasının yerine tövbe edemez. Tövbeye ihtiyacı olmayan kimse de düşünülemez. Şunun için ki, hiç kimse, duyuları ile günah işlemekten kurtulamaz.
Dış duyulan ile günah işlemekten kurtulacak olsa, kalben işleyeceği günahlardan kurtulamaz. Kalp günahlarıından kurtulacak olsa, şeytanın vesveselerinden kurtulamaz. Şunun için ki, şeytan, kulu Allah’ı anmaktan almak için onun kalbine değişik şeyler getirir.
Şeytanın vesvesesinden kurtulmuş sayalım: Aziz ve Cell olan Allah’ı ve onun üstün sıfatlarını, fiillerini bilmekten ve onu bilmekte kusurlu olmaktan yana gafletten kurtulamaz. Bütün bunlar, müminlerin kendi derecelerine ve makamlarına göre olmaktadır.
Hemen her hal için, itaat, günah, sınır ve şartlar vardır. Bunları korumak itaattir; onları bırakıp gaflete dalmak ise günah sayılır ki, tövbeyi gerektirir.
Bu durumlarda tövbenin manası şu olur:
Hâsılı; hemen herkes tövbeye muhtaçtır. Ancak, değişik durumlarına göre tövbe miktarları da değişik olur.
Mesela:
Nitekim yukarıda anlatılan manada Zünnun-u Misri şöyle demiştir:
Ebu Hasan Nuri de şöyle demiştir:
Tövbe edenden tövbe edene çok değişik farklar vardır.
Hatalardan tövbe edenle, gaflet hallerinden tövbe eden bir olmaz. Bir tövbe eden var ki, yaptığı iyilikleri gördüğü için tövbekar oluyor. Bir tövbekar var ki, kalbi halkı yaratan zatın gayrına kaydığı için tövbe ediyor.
Diğer insanlar şöyle dursun, peygamberler dahi tövbesiz kalmamışlardır.
Bir kere, Resulüllah (s.a.v) Efendimizin şu hadis-i şerifine bakmalısın, ne buyuruyor:
Kaynak: Abdülkadir Geylani / El Ğunye (Li Talibi Tariki’l Hak) / bkz: 361-362