ref: refs/heads/v3.0
DOLAR
28,8948
EURO
31,1896
ALTIN
1.875,21
BIST
8.057,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
14°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
10°C
Cuma Hafif Yağmurlu
7°C
Cumartesi Çok Bulutlu
9°C

Tekasür Süresi Besairu’l Kur’an Tefsiri

Tekasür Süresi Besairu’l Kur’an Tefsiri
10 Ekim 2023 12:36
33

Tekasür Süresi Meali, Tefsiri, Anlamı ve Fazileti

Kur’an-ı Kerim’de ki sıralamaya göre kitabımızın 102, Nüzul sıralamasına göre 16., süredir. Tekasür Süresi, Mekke’de nazil olmuştur ve 8 ayettir.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

  • Tekasür Süresi 1-2. Ayet Meali: Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz.
  • Tekasür Süresi 3. Ayet Meali: Hayır; öyle olmayın; yakında bileceksiniz.
  • Tekasür Süresi 4. Ayet Meali: Hayır; gözünüzü açın; yakında bileceksiniz.
  • Tekasür Süresi 5. Ayet Meali: Dikkat edin, şayet yaptığınızın sonucunu kesin olarak bir bilseniz
  • Tekasür Süresi 6. Ayet Meali: Andolsun ki, cehennemi göreceksiniz.
  • Tekasür Süresi 7. Ayet Meali: Andolsun ki onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.
  • Tekasür Süresi 8. Ayet Meali: Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.

Tekasür Süresi; İnsanların dünya ile aldanışlarını anlatmaktadır. Mal-mülk, çoluk-çokluk, ekonomik ve siyasal güç elde etmek sevdasıyla çırpınan, ulaştığı ekonomik ve siyasal gücüne mağrur olarak müstekbirce bir hayat sergileyen; Allah’a ve Allah’tan gelen hayat programına da ihtiyacı yokmuş gibi davranan insanlardan söz etmektedir.

Dünyayı kıble edindikleri için cenneti dünyada arayan, dünyayı cennetleştirme cinnetine kapılan, dünyada ebedi kalacaklarmış gibi plan program yapan ve bu anlayışın tabii sonucu olarak ahireti, hesabı kitabı unutan ve gaflet içinde yaşayan ve bu yaşayışları şarampole yuvarlanacakları, başları sapma taşına vuracağı ana kadar süren ve en nihayet sonunda cehenneme yuvarlanan insanları anlatmaktadır.

Ölene kadar bu gafletleri devam eden, dünyaya tapınan insanlar. Öldükleri anda gerçeği anlayacaklar. Ama ne kıymeti olacak da bu anlamanın? Zorunlu olarak anlayacakları bir günde anlamalarının ve günahlarını itiraf etmelerinin ne kıymeti olacak?

Kur’an’ın başka ayetlerinde görüyoruz ki reddettikleri gerçekle karşı karşıya geldikleri zaman anlayacaklar ve itiraflarda bulunacaklar:

Ya Rabbi: Biz günahlarımızı itiraf ediyoruz! Yani bu hayatı yaşarken yeniden dirilmeyi inkar ederken hayatımızı bu anlayışa bina ederek, ahiret yoktur, öldükten sonra dirilme yoktur, hesap-kitap yoktur düşüncesine bina ederek günahlar peşinde koştuğumuz için ne büyük hata ettiğimizi anladık diyecekler. Ama geçmiş olsun, bunu dünyada anlayacaklardı.

Tekasür Süresinde; Yüce Allah yarın olacakları ve karşılaşacakları hadiseleri bugünden haber vererek gaflet içinde dünyayı kıble edinen ve gözleri kapalı olarak ateşe doğru giden insanları uyarmaktadır.

Boyunlarına bir boyunduruk geçirilmiş oldukları halde, önlerini ve arkalarını göremeyecek kadar dünya sarhoşu olmuş insanların yarın başlarına gelecekler bugünden ortaya konularak akılları başlarına getirilmek isteniyor.

Tekasür Süresi; insanların, nimet olarak verilen dünyaya ait şeyleri kendilerine ilah edinip, onlara tapınmalarını şiddetli bir üslupla reddederek, böyle davrananların ahirette uğrayacakları elim azabı haber vermektedir.

İnsanoğlu, haktan uzaklaşıp, cehaletin karanlığında kaybolduğu zaman, dünyaya ait olan maddi menfaatlere o derece değer verir ki, sanki ebediyen kaybetmeyecekmiş gibi onlara hizmet etmeye, varlıklarıyla övünmeye başlar.

Peygamberimizin (s.a.v): “Eğer insanoğlunun elinde iki vadi dolusu mal olsa, üçüncü vadiyi ister. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur” ifadesi de bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Allah Teala, malları ve çocukları birer imtihan aracı kılmış, onların veriliş hikmetini kavrayanlara da büyük ecirler vadetmiştir: “Bilin ki, sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır ve asıl büyük mükâfat elbette Allah nezdindendir (Enfal Süresi 28)

İşin hakikati böyle olmakla birlikte cahili toplumlar arasında mal, evlat ve soy gibi unsurlar birer üstünlük sebebi ittihaz edilmiş, üstünlük iddiasında yarışma ve çekişmelere kaynak olmuşlardır. Bu konu da o kadar ileri gidilmişti ki, hayatta olanların sayısı yetmediği için, mezarlıklara giderek oradaki ölülerin sayısını bile işin içine katıp çokluklarını iftihar vesilesi yapıyorlardı.

İşte Tekasür Süresi; Bu gibi mal, evlat ve değişik dünyevi varlıklarla iştigal edip her şeyi unutarak, ibadet edercesine onlara bağlanan ve bunu diğer insanlara üstünlük aracı olarak kullanan toplulukların, yaptıkları bu mantık dışı hareketin onları ilahi gerçeklerden ne kadar uzaklaştırdığını açıklamakta ve onları gelecekte ilahi azapla uyarmaktadır:

Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz. Hayır! İleride bileceksiniz (Tekasür Süresi 1-4)

Tekasür Süresi 1-4 Arası Ayetlerin Tefsiri:

Sizi oyaladı, sizi meşgul edip alıkoydu. Mal, mülk, ev, bark, dükkan, tezgah, servet ve çocuklarda çoğalma sevdası, ekonomik ve siyasal güce ulaşma derdi, şişme tutkusu sizi oyalayıp sarhoş hale getirdi.

Allah Teala, eğer insanlar iddia ettikleri gibi gerçekten bilgi sahibi olsalardı, cehennemin varlığının hakikatini anlayacaklarını ve bu gibi sapık işler işlemekten kaçınacaklarını bildirmektedir:

Tekasür; çokluk, çoğalmak, çoğaltmak demektir. Çoğaltmaya çalışmak, çokluk derdine düşmek demektir. Veya çoklukla öğünmek, çokluk yarışına girmektir. Veya çokluk sahibi olmakla böbürlenip insanlara tepeden bakmaktır. Malda, evlatta, makamda, koltukta çokluk derdine düşerek, bunlarla Allah’a kulluğu terk etmektir.

Öyleyse ey insanlar, dünyalıklar konusunda bu çoğalma derdi ve bu büyüme arzusu sizi o kadar oyaladı ki, ekonomik güce ulaşma tutkusu gözlerinizi o kadar kör etti ki, sizin için ondan çok değerli şeylerden alıkoydu, gafil hale getirdi

Tekasür arzusu sizin boyunlarınıza öyle bir dolandı ki, Allah’a kulluğa zamanınız kalmadı. Bu çoğalma derdi gecenize gündüzünüze öyle bir musallat oldu ki, bir an durup düşünecek, durumunuzu değerlendirip Allah yoluna girecek zamanınız kalmadı.

Tutkusu haline geldiğiniz, kıbleleştirdiğiniz ekonomik çokluğa ulaşabilmek için Allah’ın haram-helal yasalarını öğrenecek zamanınız bile kalmadı. Çocuklarınızın dini eğitimleriyle ilgilenecek zamanlarınız kalmadı.

Servet toplama derdi sizi öylesine gayenizden uzaklaştırdı ki, ahireti aramayı unuttunuz. Ahiretteki hesabı, kitabı unuttunuz. Öyle bir gaflet içine gömüldünüz ki, bu gafletiniz mezarları ziyaretinize kadar devam etti. Yani ölünceye, kabre yuvarlanıncaya, üzerinize toprak atılıncaya kadar devam etti.

Yüce Allah, bu süreyle bizi uyardığı halde sanki bu uyarıları hiç duymamışçasına, sanki burada anlatılan bizler değil de başkalarıymış gibi hep mal, mülk peşinde koşturuyoruz. Hep dünyalıklar konusunda yarışıyoruz. Aman daha çok malım olsun, aman daha çok param, pulum olsun. Daha çok dükkan, ev, araba, arsa, daha çok şan, şöhret, alkış, koltuk, makam, daha iyi model, daha güzel sofra adına yarışıyoruz.

Ama Allah korusun da içimizde daha iyi Müslüman olalım, daha salih kul olalım, daha iyi makam elde edelim diyen yok. Cennette daha ali makamları elde edelim, daha güzel kulluk yapalım diye bunu dert edinen pek kalmadı.

Allah’a karşı böyle bir iman zaafına uğramış günümüz insanını müthiş bir hırs, korkunç bir doyumsuzluk duygusu bürüdüğü için bakıyoruz hep çokluk derdi, hep büyüme endişesi sarmıştır. Veya küçülme korkusuyla, aç kalma korkusuyla insanlar yanıp yakılmaktadır. Halbuki pek çoğumuzun normal şartlarda yedi sülalesine yetecek kadar malı olduğu halde, torununun torunlarına bile yetecek kadar yiyeceği olduğu halde, halen dünya hırsı içinde boğulup gidiyorlar.

Bakara Süresinde Yüce Allah; Yahudilere dünya sevgisinin içirildiğinden haber vermesi gibi, sanki bugün kimi Müslümanlara da mal, mülk sevgisi içirilmiştir. Mal, mülk, çokluk peşinde koşarken Allah’a kulluğu unuttukları için Yahudilere zillet ve meskenet damgası vurulduğu gibi, kimi Müslümanlara da aç kalma korkusu, aç kalma damgası vurulmuştur.

Tüm dünya kendilerinin olsa bile doymaz hale getirilmişlerdir. Üçü bulamazlarken dörde doymaz, ona doymaz hale gelmişlerdir. Tıpkı deniz suyu içen insan gibi doyumları ve durak noktaları yoktur. İnsanların ellerindekilerinin tamamını alsalar bile yine de doymamaktadırlar, doymuyorlar.

Ekonomik güçleri geçen yıla oranla bu yıl en az iki-üç misli artmasına rağmen yine de kölelikleri devam ediyor. Malları arttıkça aynı oranda kölelikleri de artıyor. Bir türlü doymuyorlar, doyamayacaklar da bu gidişle. Başka değil ancak gözlerini toprak doyuracak bu insanların.

Bundan yirmi-otuz yıl öncesine gidin, şuradaki insanlardan hiçbirisinin şu anda ulaştıkları ekonomik güçleri yoktu. Ama görüyorum ki mal-mülk çoğaldıkça meşguliyeti de o oranda artmaktadır. Dün Allah için bir şeyler yapacağım diye koşturan pek çok Müslüman’ın, bugün malının, mülkünün başından ayrılacak zaman bulamadıklarını görüyoruz. Hatta okuyacak, namaz kılacak zamanlarının bile kalmadığına şahit oluyoruz.

Ashabın bir dönem düştüğü ve Rasulullah’ın ikazından sonra vazgeçtikleri servet toplama derdi Müslümanların kıblesi haline gelmiştir. Herkes bunun derdinde. Herkes biraz daha büyüme derdinde.

Efendim;

  • Acaba Vehbi Koç nasıl zengin oldu?
  • Biz de onun gibi olabilmek için ne yapmalıyız?
  • Para kazanmanın yolları nedir?
  • İnsanlar şunu mu yapsam daha çok kazanırım yoksa bunu mu yapsam?
  • Ne yapıp etsem de bir zengin olsam?

Ne yapsam da Allah’ın rızasını kazanabilirim diyen yok. Sanki mal, mülk sahibi olmak toplumda, Allah katında bir üstünlük sebebi kabul edilmektedir.

Maalesef bugün Müslümanlar tüm bu ayetleri diskalifiye edercesine kara, kazanma, daha fazla büyüme, daha fazla şişme esasına dayalı bir hayat programı gerçekleştirmenin hesabı içine düşmektedirler.

Bakıyoruz bugün hemen hemen Müslümanların hepsi, hacısı, hocası da dahil olmak üzere geceli gündüzlü daha fazla kazanmak, daha fazla büyümek, daha büyük ekonomik güce erişmenin hesabı içinde çırpınmaktadırlar.

Evet dünya, dünyalıklarda çokluk derdi sizi o kadar oyaladı ki, sizler dininizin temel kaynaklarıyla tanışma imkânı bulamadınız. Kitabı ve sünneti tanıma imkanı bulamadığınız için de heva ve heveslerinizin peşine takıldınız. Heva ve heveslerinizi vahiy yerine ikame ettiniz.

Allah’ın gönderdiği hayat programından gafil oluşunuz, sizi kendi hevalarınızı putlaştırmaya götürdü. Dünya sizi vahyi tanımaktan alıkoydu da, vahiy yerine gazete sayfalarından, takvim yapraklarından devşirdiğiniz lehviyyatı, lağviyyatı din zannettiniz.

Büyüme ve şişme derdinizin bir hadiste anlatıldığı gibi iki aç kurdun bir koyun sürüsüne verebileceği zarardan çok daha fazlasıyla dininize verdiği zararı fark edemediniz. Dininizi parçalayıp dünyanıza yamadınız. Dünyanız için dininizi berbat ettiniz. Böylece bozuk düzen bir hayatın içinde yuvarlanıp gittiniz, ta mezara varıncaya, oradaki azapla burun buruna gelinceye kadar.

Bu ayetin bir başka manası da şöyledir: Dünyaya o kadar değer verdiniz ki, mal, mülk sizin için o kadar hedef oldu ki, dünya sizi o kadar oyaladı ki, mallarınıza ilişkin görevlerinizi unuttunuz. Mallarınız üzerinde Allah’ın söz sahipliğini unuttunuz. O malların gerçek sahibinin o mallar konusunda iktisap ve sarf yasalarını unuttunuz. Yani kazanma ve harcama yolları konusunda Rabbinizin emir ve yasaklarını unuttunuz.

Haram-helal sınırları tanımadan kazanmaya ve harcamaya yöneldiniz ve ihtiyarlayıp da bir ayağınız çukura doğru meyledince, yani kabirleri ziyarete yaklaştığınız günlerde de şu şuraya, bu buraya gibi taksimatlar yapmaya koyuldunuz.

Ölüm döşeğinde işte malımdan şunları şuraya, bunları da buraya verin gibi taksimlere koştunuz. Halbuki o noktadan itibaren o mallarınız sizin değildir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur:

  • Ademoğlu hep, malım, mülküm, malım mülküm der. Halbuki senin malın; yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip de onayladığından başkası değildir.”

Yani bunların dışında harcamayarak elinde kalan malın senin değildir ya da bu biriktirdiklerinin insana hiç bir faydası olmayacaktır. Çünkü artık onlar varislere aittir. Kendi malı değildir artık onlar. Hayatında Allah için harcamayan kişi başkaları için mal biriktiriveren kimsedir. Yani onu tuttuğu sürece kişi onun esiri ama harcadığı sürece de mal onun esiridir.

Veya kabirleri de gördünüz. Hayattayken zaman zaman kabirleri de ziyaret edip oradakileri gördüğünüz halde, yine de akıllarınızı başlarınıza almadınız demektir.

Sizlerden çok daha zenginler, sizden çok daha güçlüler ve şerefliler şimdi mezardadırlar. Siz mezarları da ziyaret ediyorsunuz ama yine de akıllarınızı başlarınıza alıp bu gafletten kurtulmuyorsunuz.

Hayır hayır ileride bileceksiniz. sonra yine hayır, ileride, çok yakında bileceksiniz. Hayır hayır iş öyle değil, durum sizin bildiğiniz gibi değil, vazgeçin bu anlayışlarınızdan, değiştirin bu gidişlerinizi, yakında bileceksiniz, sonra yakında yine bilecek ve anlayacaksınız.

Yani mutlaka yakında bileceksiniz, andolsun yakında anlayacaksınız. Bu dünyaya tapınmalarınızın, bu dünyayı putlaştırıp klikleştirmelerinizin, bu faniyi hedeflemelerinizin, bu çoklukla aldanışlarınızın, bu faniyi bakiye tercih edişlerinizin ne anlama geldiğini yakında bileceksiniz.

İşte bilesiniz ki bu haberi ben size sizin yarın zorunlu haberdar olup reddetme imkanlarınızın olmayacağı bir dönemden önce haber veriyorum. Rahman olduğum için, Rahim olduğum için, size sizden çok merhamet ettiğim için şimdiden sizleri uyarıyorum, diyor Rabbimiz. Gelin kulak verin Kur’an’a. Gelin dinleyin beni. Gelin inat etmeyin. Değilse yarın mecburen dinleyeceksiniz ama iş işten geçmiş olacak, diyor Rabbimiz.

Yarın anlayacaksınız bu çokluğuyla övündüğünüz ve uğrunda Allah’a kulluğu terk ettiğiniz mallarınızın ve çocuklarınızın sizi kurtaramadıklarını. Rabbinizin huzuruna yalnız, yapayalnız geleceksiniz. Yalnız olarak hesaba çekileceksiniz. Ağalar yalnız, paşalar, müdürler, amirler, krallar, kraliçeler, zenginler, servet sahipleri yalnız, herkes yalnız olarak Allah’ın huzuruna gelecek.

  • “O gün, kişi kardeşinden, annesinden babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır (Abese Süresi 34)
  • “Onlara: Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah’ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçilerinizi beraber görmüyoruz. Andolsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır denecek (En’am Süresi 94)

Evet daha önce dünyaya ilk geldiğiniz zaman nasıl yalnızsanız, şu anda da bize yalnız geliyorsunuz. Dünyaya geldiğiniz günü bir düşünün. Yalnızdınız, yapayalnızdınız. Gücünüz, kuvvetiniz, imkanınız, saltanatınız, paranız, pulunuz, bilginiz, çevreniz, krediniz, makamınız, mansıbınız, hiçbir şeyiniz yoktu. Aciz, güçsüz, kuvvetsiz bir bebek olarak dünyaya gelmiştiniz. Bütün bu imkanları size veren Rabbinizi unuttunuz da ona karşı tanrılık iddiasına kalkıştınız.

Zannettiniz ki bütün bunları kendiniz kazandınız? Zannettiniz ki hayatın sahibi sizlersiniz. Zannettiniz ki hayatın sahibi kendinizsiniz. Zannettiniz ki, size hiç ölüm gelmeyecek ve hesaba çekilmeyeceksiniz.
Hayır hayır! Aldandınız, hayatın da, ölümün de sahibi Allah idi.

Bakın şimdi hayatınızı, gençliğinizi, güzelliğinizi, gücünüzü, saltanatınızı, çevrenizi, paranızı, pulunuzu, iktidarınızı arkanızda bırakıyorsunuz.

  • Hani nerede mallarınız?
  • Nerede koltuklarınız?
  • Nerede saltanatınız?
  • Nerede tanrılığınız?
  • Nerede peygamberliğiniz?
  • Hani nerede vahiyleriniz?
  • Nerede kullarınız?
  • Nerede size alkış tutan ve sizin kanunlarınıza itaat eden gönüllü kullarınız?
  • Nerede sizin o gönderdiğiniz vahiylerinizi halka uygulama kavgası veren gönüllü peygamberleriniz?
  • Nerede güvendikleriniz, dayandıklarınız?
  • Nerede size sadakat yemini yapan yardakçılarınız?
  • Hani niye terk etti onlar sizi?
  • Hani şu sizin şefaatçilerinizi da göremiyoruz. Niye gelmiyorlar sizi bu durumdan kurtarmaya?
  • Hani koltuklarının altına girerek sizi kurtaracaklarına inandığınız için kendilerinden talimatlar alarak uygulamaya çalıştığınız ağabeyleriniz nerede?
  • Hani karşılarında sığınma talebinde bulunduklarınız?
  • Kendilerine dua edip imdadınıza çağırdıklarınız nerede?

Onları da göremiyoruz, denecek. Evet yakında bilecek ve anlayacaksınız bunu. Sonra yakında yine anlayıp bileceksiniz.

Hayır, kesin bilgi ile (gerçeği) bilseydiniz mutlaka cehennemi görür (onun varlığını gözle görmüş gibi kabul ederdiniz) (Tekasür Süresi 5-6)

Tekasür Süresi 5-6. ayetin Tefsiri

Hayır, eğer sizler kesin bir bilgiyle, yakın bir bilgiyle bilseydiniz, andolsun o çılgın ateşi, cehennemi elbette görecektiniz. Sonra onu hiç tartışmasız yakın gözüyle görmüş olacaksınız.

Eğer yakin bir bilgiyle bilseydiniz asla böyle yapmazdınız. Eğer bilseydiniz böyle çoklukla oyalanıp dünyaya tapınmazdınız. Eğer bilseydiniz faniyi alıp bakiyi terk etmezdiniz. Bilseydiniz böyle bir hayat yaşamazdınız anlamına gelecektir. Eğer yakın bir bilgiyle, kesin bir bilgiyle bilseydiniz, elbette cehennemi görürdünüz, görecektiniz.

Eğer o dünya sevgisine dalıp da Allah’ı anmayı ve hatırlamayı unutanların arzu ve isteklerine, arzularına uyarsan, sevgilerine nefretlerine, düşüncelerine, sosyal sistemlerine, ekonomi anlayışlarına, eğitimlerine, ceza kanunlarına, ahiret görüşlerine yahut ahlak ve siyaset yapılarına uyarsan artık senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.

Öyleyse eğer yakın bir bilgiyle bilseydiniz mutlaka cehennemi görürdünüz ayetiyle anlatılan şey şudur: Eğer sizler vahiy bilgisine sahip olsaydınız, eğer Kur’an’dan haberdar olsaydınız, eğer olaylara Kur’an’ın gözlüğüyle bakabilecek bir duruma gelseydiniz, mutlaka cehennemi görürdünüz.

Demek ki cehennemi bilmenin yolu, vahyi tanımaktan geçmektedir, Kitap ve Sünnetten haberdar olmadan geçmektedir. Cehennem de, cennette ancak vahiyle bilinir. Çünkü cehennem gaybi bir konudur ve o konuda vahyin dışında başka hiçbir kaynaktan bilgilenmemiz mümkün değildir.

Yakin demek, yüzde yüzden de öte kesin bilgi demektir. Kur’an-ı Kerim kendisi için, ahiret için yakin ifadesini kullanır. Çünkü yüzde yüzden de kesindir Kur’an’ın ortaya koyduğu bilgiler. Tabi Allah böyle dediği için öyledir diyoruz.

Bakın Ankebut Süresi, kişinin Allah’la bildiği bilginin kendi kendine bildiği bilgiden her zaman üstün olduğunu haber veriyor. Kişinin Allah’la öğrendiği bilgi, kendi kendine öğrendiği bilgiden her zaman üstündür.

Öyleyse bakın burada diyor ki Rabbimiz: Eğer sizler yakın bilgisine sahip olsaydınız, yani Kur’an bilgisine sahip olsaydınız elbette gözle görmüş gibi hatta ondan daha yakın bir şekilde cehennemi görecektiniz, bilecektiniz ve ondan korunacaktınız. Çünkü gerçek bilgi amele götürür. Ameli gündeme getirmeyen, amelin konusu olmayan bilgi, bilgi değildir zandır.

Vahyi tanımayan bir toplumun cennet ve cehennemi tanıması mümkün değildir. Cenneti ve cehennemi tanımayan bir toplumun birini hedef bilmesi, ötekisinden korunmaya çalışması da mümkün olmayacaktır. Öyleyse cenneti de, cehennemi de tanımanın, gözle görülmeden de öte kesin bir bilgiyle bilmek istiyorsak, bu bilgiyi amele dönüştürüp cehennemden kurtulup cennete ulaşmak istiyorsak, başka çaremiz yok sürekli vahiyle beraber olmak, vahiyle bakmak ve vahiyle hareket etmek zorundayız. Bunun başka bir yolu ve çaresi yoktur.

Sonra cehennemi bizzat gözünüzle mutlaka göreceksiniz. Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz (Tekasür Süresi 7-8)

Tekasür Süresi 7-8. ayetin Tefsiri

Evet böyle vahiyle hareket eder hale gelince, o cehennemi gözle görmüş gibi olacaksınız, sonra da:

Yemin olsun ki, o cehennemi yakın gözüyle de göreceksiniz. Ahiret günü yaptıklarınızın hesabını ödemek üzere Allah’ın huzuruna arz olunduğunuz zaman mutlaka onu dünya gözüyle, baş gözüyle de göreceksiniz. Gerçek bir görüşle, şüphesi olmayan bir görüşle onu göreceksiniz. Sonra o gün muhakkak ki her bir nimetten sorguya çekileceksiniz.

Dünyada istifade ettikleri nimetlere karşılık Allah’ın istediği şekilde bir hayat yaşayan müminler bunun dışındadır. Ama Allah’ın tüm bu nimetlerinden istifade ettikleri halde nankörlük yaparak Allah ile savaşa tutuşanlar bu nimetlerin hesabını nasıl ödeyecekler?

Bir gün Hz. Ömer, Peygamber Efendimize: “Ey Allah’ın Resulü: Bizler malımızı mülkümüzü terk etmiş, dinimiz için yerlerimizi yurtlarımızı terk etmiş kimseleriz. Daha hangi nimetlerden sorulacağız?” deyince

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Soğuk ve sıcaktan sizi koruyan evler, ağaçlar, çadırlar ve sıcak bir günde size sunulan soğuk sular.

Peygamber Efendimiz: Kul şu dört şeyin hesabını vermedikçe mahşer yerinde bir adım bile atamaz: Ömrü, malı, gençliği ve ameli.”

Evet şu anda istifade ettiğimiz tüm nimetler Allah’tandır. Allah’ın bize sunduğu nimetleri tek tek saymaya kalksanız bitiremezsiniz. Rabbimiz rahmeti ve merhameti gereği cömertçe tüm bu nimetleri bizim istifademize sunmuştur.

Düşünün;

  • Eğer bu dünya ve içindeki nimetler insanların elinde olsaydı, insanların mülkünde olsaydı, acaba bu kadar cömertçe onu insanlara sunabilir miydi?
  • Onu onların ellerinden bu kadar rahat alıp kullanabilir miydiniz?
  • Bütün bunların sahibi Allah değil de insanlar olsaydı ne olurdu bizim halimiz hiç düşündünüz mü?
  • Ne yapardı bu insanlar bize?

Gece uyudun, ver parasını, gündüzü idrak ettin, öde ücretini! Güneş’ten ısındın, güneşten aydınlandın çıkar parayı! Su içtin, ateşi kullandın sökül paraları! Hava yuttun, oksijen kullandın öde faturayı! Gölgede serinledin, bulutu kullandın çıkar parayı! Elmayı yedin, armudu ısırdın ver ücretini! derlerdi değil mi?

Evet eğer bütün bu nimetler Allah’ın değil de başkalarının olsaydı halimiz bitikti. Şu gökyüzü, şu semamızın simasını süsleyen yıldızlar, şu gecemizin zülüflerini aydınlatan hilal, şu bize her saniye ısı ve ışık gönderen güneş, şu her an teneffüs ettiğimiz hava, şu kıymetini bilmeden tükettiğimiz sular bir insanın ya da insanların elinde olsaydı onu ondan bu kadar rahat alabilir miydiniz? İşte bizim böyle cömert bir Rabbiniz var.

Öyleyse kimin ekmeğini yiyip kimin kılıcını salladığınızı bir düşünün. Kimin nimetlerinden istifade edip de kimlere kulluk ettiğinizi bir düşünün. Kimin evinde oturduğunuzu, kimin döşeğinde yattığınızı, kimin eşyalarını kullandığınızı bir düşünün! Düşünün de kime kul olmanız gerektiğini iyi anlayın!

Hayatınızı kime borçlusunuz ve kimleri dinleyip kulluk ediyorsunuz bunun hesabını yapın. Siz bilirsiniz, isterseniz yapmayın ama unutmayın ki yarın tek tek bu nimetlerin hesabı sorulacaktır sizden.

Bütün bunları yaratan, bütün bu nimetlerle sizi perverde eden Allah’tan başka bir İlah olmayacağını bilip dururken sizler ne kadar da az şükrediyorsunuz Rabbinize. Ne kadar da az teşekkür ediyorsunuz ona, diyor Rabbimiz.

Şükür, teşekkür verileni verenin yolunda kullanmaktır.

Şükür, hayatı o hayatın sahibinin yolunda kullanmaktır.

Şükür, dünyayı, hayatı, canı, malı, zamanı, imkanları, fırsatları onu verenin yolunda harcamaktır.

Şükür nimet cinsinden olur. Allah bize hangi nimeti vermişse o nimet cinsinden infakta bulunarak şükredilir.

Hayatı onu bize veren Allah’ın istediği biçimde yaşamak, geceyi ve gündüzü onu bize lütfeden Allah yolunda kullanmak, aklı onu verenin razı olduğu yerde kullanmak, zamanı onu verenin razı olduğu yerde kullanmak Allah’ın rızasını tahsilde harcamak şükürdür.

Hayatı o hayatın sahibine sormadan yaşamak, zamanı kendi bildiğimiz biçimde doldurmak, malı o malın sahibinin razı olmadığı yerlerden kazanıp onun razı olmayacağı yerlerde harcamak, elimizi, ayağımızı, gözümüzü kulağımızı onları bize verenin yolunda kullanmamak, varlığımızı onu bize vermeyenler yolunda harcamak, geceyi ve gündüzü onu bize verenin razı olmadığı şeyler yolunda itlaf etmek nankörlüktür. İşte Rabbimiz buyurur ki, insanların pek çoğu bunun farkında değillerdir, pek çoğu şükretmemektedir.

Verdiği nimetlerden ötürü Allah’a şükretmesini bilmeyenler insanlara teşekkürü de bilemezler. Rablerine karşı şükürsüz yaşayanlar kendilerine iyilikte bulunan insanlara karşı da şükürsüzdürler.

Evet diyor ki Rabbimiz;

Ey kullarım sizi ben yarattım. Hayatınızı bana borçlusunuz. Sadece bana şükretmeniz bana teşekkür etmeniz gerekirken, hayatınızı benim istediğim biçimde yaşamanız, bana teslim olup bana kulluk etmeniz gerekirken, tam aksini yaparak bana eşler, ortaklar aramaya, bulmaya kalkmayın!

Rızasını kazanacağınız, kendilerine kulluk edeceğiniz, hayat programlarınızı kendilerine soracağınız, sistemlerini sistem kabul edeceğiniz benden başka Rabler efendiler bulmaya kalkmayın veya beni sadece hayatın bazı bölümlerine karışan, ama öbür bölümlerde yetkisiz kabul etmeyin!

Namazınıza karışan ama kılık-kıyafetinize karışmayan, orucunuza karışan ama hukukunuza karışmayan, mescidinize karışan ama kazanmanıza, harcamanıza, çocuklarınızın eğitimine, sofranıza, ev tefrişlerinize, düğününüze, derneğinize, okumanıza, yazmanıza, meslek seçiminize karışmayan bir Allah kabul etmeyin. Hayatınızın bazı bölümlerine karışan, o bölümlerde söz sahibi olan varlıklar, efendiler, amirler bulmayın diyor yüce Allah…

Tüm bu uyarılara rağmen yine de bildiği gibi yaşamaya devam eden, Allah’ın hayat programına müracaat etmeyen, hayatını Allah’a sormadan yaşayan kimseler yarın bu nimetlerin tamamından mahrum edilecektir. Nimetin sahibi bilerek, nimetin sahibine şükrederek, nimetlerin sahibinin istediği hayatı yaşayanlar bu nimetlerden çok daha güzellerinin içinde bir hayata, cennet hayatına kavuşurken, kâfirler tüm bu nimetlerden mahrum bırakıldıkları gibi, dayanılmaz azapların içine atılacaklardır. Kur’an’ın değişik yerlerinde Rabbimiz bu hususu anlatır.

Cehennemlikler cennetteki müminleri pınar başlarında, huriler eşliğinde, ellerinde şaraplarla, birbirlerine girmiş, girift olmuş muz bahçeleri arasında, çağlayanların ortasında, baldan ırmakların, sütten nehirlerin kenarlarında zevk-ü sefa içinde birbirleriyle kadeh alış-verişlerini görünce bakın diyecekler ki:

  • Cehennemlikler cennetliklere: Bize biraz su veya Allah’ın size verdiği rızıktan gönderin” diye seslenirler, onlar da
  • Doğrusu Allah dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram etmiştir” derler (A’raf Süresi 50)
  • Ey müminler! Ey Allah’ın rahmetine ermişler! Ey yaşamaya hak kazanmışlar! Ne olursunuz, Allah aşkına şu içtiğiniz sularınızdan, şaraplarınızdan, şu içine gömüldüğünüz rızıklarınızdan, ballarınızdan, sütlerinizden, şaraplarınızdan, şerbetlerinizden, meyvelerinizden, üzümlerinizden, incirlerinizden, muzlarınızdan, elmalarınızdan, portakallarınızdan, bıldırcınlarınızdan, helvalarınızdan biraz da bizim tarafa gönderseniz, biraz da bizim tarafa dökseniz olmaz mı? Yandık, öldük, bittik, mahvolduk diye yalvaracaklar.
  • Müminler diyecekler ki onlara: Size onlar haram kılındı. Allah bu yiyecekleri, bu içecekleri, bu rızıkları kafirlere haram kıldı. Dünyadayken sizler bu nimetlerden müminleri mahrum etmiştiniz. Ele geçirdiğiniz şeylerin hepsinin kendinize ait olduğunu zannediyordunuz. Bir türlü doymak bilmeyen bir tavırla müminlerin ellerindekileri de midenize yuvarlama çabası içindeydiniz. Kan emmeye bir türlü doymuyordunuz. Dünyanın nimetlerini sömürmek için savaşlar yapmıştınız. Emperyalist ve sömürgeci emeller peşinde koşmuştunuz. İnsanların haklarına, insanların doğal servetlerine ipotekler koymuştunuz. İnsanlara zulmetmiş, işkenceler yapmıştınız. Dünyada insanların ölmesi, insanların aç kalması sizin için hiç önemli değildi. Yeter ki bizim karınlarımız şişsin, yeter ki biz yiyelim yeter ki biz doyalım diyordunuz.

Dünyada insanları bu nimetlerden mahrum bırakan sizlere Allah bu nimetleri haram kılmıştır. Bizim bu nimetleri size verme hakkımız yoktur. Çünkü Rabbimiz bunu bize yasaklamıştır diyecekler.

Evet işte nimetlere şükrederek yaşayanların sonu ve de işte bu nimetlerden sınırsızca istifade ederken nimetlerin sahibini ve onun yasalarını unutarak bir hayat yaşayanların sonu budur.

Ayet-i kerime bir de özellikle bize şunu anlatıyor ki, kendilerine yeryüzünde imkan verilenler, mal, mülk verilenler, ekonomik güç verilenler, sosyal güç verilenler, amirlik, müdürlük verilenler çok dikkat etsinler. Allah bu verdikleriyle onları denemek, imtihan etmek için onlara bunları vermiştir. Zira mülkün sahibi Allah’tır. Kendilerine mülk verilenler ise o mülk üzerinde halifelik makamına getirilmiş insanlardır.

  • Onlar acaba kendilerini vekil bilip o mülkün gerçek sahibinin arzularını mı yerine getirecekler?
  • O mülkü, mülk sahibinin istediği biçimde mi kullanacaklar?
  • Yoksa mülkün gerçek sahibini unutup kendilerini mülkün sahibi zannedip, kendilerinin vekil olduklarını unutup kendilerini asil zannedip, uluhiyet haklarına egemenlik haklarına sahip zannedip o mülkte gerçek mülk sahibinin tasarrufu gibi mutlak bir tasarrufta mı bulunacaklar?

İşte Allah insanları ve toplumları bu konuda denemektedir, imtihan etmektedir. Dün bu nimetler başkalarının elindeydi. Onlar denendiler bu nimetlerle. Ya kaybederek ya da kazanarak onlar gittiler, şimdi biz varız hayatta. Şimdi bizler denenmekteyiz aynı nimetlerle.

Öyleyse Allah için iyi düşünüp kulluğa yönelmek ve bu nimetlerin şükrünü eda edecek tavırlar sergilemek zorundayız. Nimetleri artırıp çoğaltmadan ve onlarla övünüp hava atmadan yana değil de, azaltabildiğimiz kadar azaltmadan yana, infaktan yana ve hesabını kolaylaştırmadan yana bir çabanın içine girelim.

Dünya hayatına dalıp, dünyada terk edip gidecekleri şeyleri çoğaltmak için, yeryüzündeki varlık gayesini unutan, gaflet içerisindeki insanlar, bu hayatı bitirdikleri zaman, cehennem gözlerinin önüne getirilecek ve yeryüzünde verilen nimetlerin hesabı kendilerinden sorulacaktır

Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.