Yaşlılık vücut zindeliğinin kaybolduğu ancak akıl ve ruh güzelliğinin en olgun halini aldığı bir dönemdir.
Yüzlerde hayat bir başka anlamlı, alınan her nefes daha bir değerlidir yaşlı insanlar için. Hayatın acımasız çizgileri çentiktir o nice güngörmüş yüzde. Yaşlı arkasında onca bilgi, tecrübe birikimini yüklenen ve bu yükünü çevresiyle paylaşmak için can atan, herkesin sevgi ve saygısını eksik etmeyeceği kimsedir.
Cemiyetin temelini atacak, onu kuvvetli toplumlar arasına yerleştirecek ve dinimizin emrettiği birlik ve beraberliği sağlayacak en önemli unsurlardan biri de yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın olmadığı bir toplulukta umumi ahlak düzeninde bir bozukluk görülür. Bu bozukluktan en çok etkilenenlerde o toplumun yaşlı insanlarıdır.
“Müminler birbirlerine karşı bir binayı vücuda getiren kerpiçler, tuğlalar, taşlar gibidir. Biri ötekini pekiştirerek binayı ayakta tutarlar” hadis-i şerifinin işaret etmek istediği, cemiyet içerisindeki birlik ve beraberliğin bozulmasının ne vahim neticeler doğuracağıdır.
Binayı ayakta tutan unsurlardan birisi de bu binanın temelini oluşturan yaşlılar olduğuna göre saygısız, sevgisiz davranış kalıplarının çok bulunduğu toplumlarda yaşlıların hak ettikleri şefkat ve merhamete mazhar oldukları söylenemez.
Kur’an-ı Kerim’de “Onlara öf bile deme. Onları azarlama, onlara güzel söz söyle, onlara merhametinden dolayı şefkat kanadını indir (İsra Süresi 23-24)” mealindeki ayet-i kerimeler yaşlılara göstermemiz gereken ilginin sevginin sınırlarını belirliyor,
Allah rızası için sevmemizi istiyor. Yaşlandı diye insanları dışlayarak huzur evlerine layık görmek, huzurevlerinin çokluğu ile övünmek bir milletin medeni olduğunu göstermez. Bu olsa olsa insanlığın ve insani değerlerin nederece düşkünleştiğinin bir ölçüsüdür.
▬ Yaşlı insanları sıcacık o aile ortamından atarak ya da kendileri huzurevlerini tercih edecek hale getirerek sevgisiz, ilgisiz bırakmak çağdaşlık mı?
▬ Ne yazık ki bilim ve teknikteki gelişmelerle zıtlık gösteren, insani duyguların kaybolması sonucu duygusuz, sorumsuz sürüler haline geldik. Tarihin bu döneminde bizi yaşlı insanlarımızdan kurtulmaya, onları istememeye iten dürtü neydi?
Yaşlılarımız gözümüzde değerlerimizin, ananelerimizin ve inkar edilmesi işimize gelen inancın canlı temsilcileriydiler. Bir an önce gözümüzün önünden kaybolmalıydılar ki vicdanımızı rahat bıraksınlar. Onların birikiminden, tecrübelerinden istifade edeceğimiz yerde kapitalist sistemin getirdiği ve Avrupa’nın bize empoze ettiği hayat tarzını daha rahat yaşamak için kabul ediverdik.
Bu hayat herkesin çalışmak zorunda olduğu ve kimsenin kendisine zaman ayıramayacağı yaşlıları huzurevlerine gönderdi. Yapılanın çağdaş ama insancıl olmadığına ise gözlerimizi kapattık.
Hayatlarının son demlerinde ilgiye şefkate muhtaç bu insanlara reva gördüğümüz işte buydu.
Her yaşlı yetiştirdiği evladından, küçükken ona gösterdiği sevginin karşılığını bekler. Bu onun en tabi hakkıdır. Huzurlu bir aile ortamında, bazen fikirlerine müracaat edilen, tecrübelerinden faydalanılmak istenen biri olmak yaşlılarımızı inanılmayacak derecede mutlu eder.
Bir yaşlı oğlu, gelini ile kızı, torunları ile ömrünün kalan kısmin huzur içinde geçirmek ister. Torunlarına bir masal anlatmak, onları gezdirmek, onlarla oyalanmak ne kadar mutlu eder onları.
Ya şimdi öyle mi?
Anne babanın geçimlerini temin için çalışmak zorunda kalmaları özellikle büyük şehirlerde yaşlılarımızı yalnızlığa itmiş, onları evlerinin dışında başka yerlerde oyalamaya mecbur bırakmıştır.
Osmanlı döneminde yaşlı insanlar baş tacı edilirdi. Hayatlarının son anlarına kadar onlardan yararlanmanın çareleri aranırdı. Kültür dejenerasyonları sonrasında dede ile torun, çocuk ile ebeveyn arasında iletişim koptu. Torun dedesine “sen benim dilimden anlamazsın, ben de senin” derken, oğul da babasına “artık şimdi işler senin zamanındaki gibi değil” demeye başladı.
Bu süreç yaşlı ile genç arasındaki kültürel dengeyi altüst etti. Bu kültür yozlaşmasının en somut bir tezahürüydü. Yaşlılara sevgisizce yaklaşanlar onları taciz edenler bir gün kendilerinin de aynı duruma düşeceklerinin ve ben- zer yalnızlığı yaşayacaklarının farkında olmadan bu büyük hatada ısrar ettiler. Onları aile ortamının dışında mutluluğu aramaya mecbur bıraktılar.
İşte burada ortaya huzurevleri çıktı. Peki huzurevleri Çözüm mü? Hiç yolunuz bir huzurevine düştü mü? Şöyle bir içeri girip burada kimler yaşıyor, neler yapıyor, nasıl vakit geçiriyorlar diye merak ettiniz mi?
Onların ömrünün son günlerinde mutluluğu yakaladıklarını sandığı bu suni huzur ortamından kendi geleceğimizin yansımasını görmek isteyerek bakabilmeliyiz. Ancak burada dikkate şayan olan bir husus;
İlk bakışta insan bir yaşlının ne kabahati olabilir diye düşünür. Ancak onu huzurevlerine bırakan çocuğunu yetiştiren yine kendisidir. Evladı anne ve babasından soğutan eğitimi ona şimdi yaşlanan ebeveyni vermiştir. Bunu da göz ardı etmemek gerekir.
Çevremizde her an gördüğümüz yaşlılar da zamanında gençtiler. Ömür sermayesinin gençlik kısmını tükettiler. Kendilerine emanet olunan gençliği günü geldiğinde çocuklarına bıraktılar. Bir kenara çekilmeleri, gerektiğinde belki başvurulacak acınılacak biri olduklarını anlamaları uzun sürmedi ve kendilerinin huzurevlerine gitmelerinin zamanı geldiğini hatırlatan bakışlar.
Kültür çatışmalarının her alanda yaşandığı günümüzde bize asli kimliğimizi hatırlatacak her şeye karşı gelmemizi ön plana çıkaran eğitim sistemi ve rejim ne yazık ki yaşlılarımıza sahip çıkmamız gerektiği bilincini bize veremedi. Özgürlük adına yaşlılardan uzak durmak daha kolaydı.
Onların, yanlış yaptığımızda bizi uyarıcı mahiyetteki nasihatleri sanki bizi küçük düşürmüyor, tam aksine daha güzel görmemizi, daha güzel yapmamızı sağlamaya çalışıyordu. Ama biz bunu anlayacak idrakten yoksun hale getirilmiştik.
Avrupa’nın çekirdek aile “anne- baba-evlat” fikrinin benimsenmesiyle bir an evvel yaşlılardan kurtulma ve rahat yaşama istekleri baş göstermeye başladı. Onların yalnızlığa itilmişliğini vicdanlarımızda hissedemez, yaşlı insanların küçükken çocuklarına gösterdikleri sevgi ve merhametin karşılığını vermekten aciz bırakılmıştık. Oysa yaşlılar hiç de içi bitmiş, üretkenlikleri sona ermiş tamamen tüketici konumuna gelmiş kişiler değillerdir.
▬ Fiziksel güç gerektirmeyen bilgi birikimlerinden yararlanılması yerine huzurevlerine kapatmayı onlara reva görmek niye?
Onların nihayetinde anamız-babamız olduğunu her zaman bizim onlara onların da bize ihtiyaçları olduğunu unutuverdik. İnsanlar yalnız kendilerini düşündükçe ne kendilerini kurtarabilir ne sorumluluktan sıyrılabilirler. Yani İslam’da fert kendisini başkasıyla kurtarabilir.
Kur’an-ı Kerim’deki, “herkes kendi günahından sorumludur” ayet-i kerimesini şöyle yorumlamak gerekir:
İnsan başkasının günaha girmesine de mani olmalıdır. Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l- münker hususunda cemiyetin birlik ve beraberliğine işaret edilir. Bu işarette cemiyetin birlik ve beraberliğinin asıl temelinin yaşlılara saygı ve sevgide yattığını anlamak zor değildir.
Günümüzün çocuklarını kreşe yaşlılarını huzurevlerine layık gören zihniyet hiçbir zaman ideal mutluluk ortamına kavuşamaz. Çocuklar kreş ve çocuk yuvalarında olunca ihtiyarların da evlat ve aileleriyle yaşaması artık zorlaşmıştır.
Maddeyi ön plana çıkaran kapitalist sistemde kendileriyle yeterince ilgilenilemeyeceğinin farkında olan ve fakat bunu hissettirmeyen yaşlı insanların yük olmamak için huzurevlerini tercih etmesine şaşmamak gerekir.
Kültür yozlaşmasının, nesiller arası iletişimin kopmasının yansımalarıdır ki bugün yaşlı insanları kendi yakınları olmasa dahi mahallenin baktığı ortamdan alıp huzurevlerinin kucağına atmıştır.
Anne ve babasını huzurevine yerleştirmek isteyen bir evlat acaba huzurevinde yaşayanların bir an evvel göçüp gitmesine dua mı ediyor?
İşte bir evladın huzurevine bırakmak istediği anne ve babası için düştüğü en hazin durum burada gerçekleşiyor.
Huzurevlerinde kalan yaşlılarımızın çoğunun erkek olması acaba bir tesadüf müdür? Yoksa çocuğunu kendisine sahip çıkamayacak zihniyette yetiştiren babaların acı bir sonu mu?
Bugün huzurevlerinde yapay bir aile ortamında bütün ihtiyaçları karşılanan ihtiyarlar buraya bir ücret ödeyerek ömürlerini tamamlamaya çalışıyorlar. Ne acıdır ki kendi paralarıyla kendilerine yabancı bir ortamda mutluluğu aramaya çalışarak.
Huzurevlerinde devletin sağlayabildiği imkanlar dahilinde gerçek aile sıcaklığını ne verebilir bunca yaşlı insanımıza. Huzurevlerinde sadece fiziki yönden sağlam olan yaşlıların yanı sıra daima bakıma muhtaç olanlar da bulunuyor. Ancak onlara tam bakımı ellerinden geldiğince vermeye çalışan iyi niyetli hizmetliler onların tek mutluluk kaynağı, yakınları ise mümkün olduğunca görmemeye çalışıyor.
Burada yaşayanların bazılarının hiç kimsesi yok. Bir kısmı ise kendi rızalarıyla karı koca olarak burada kalmayı tercih etmişler. Ailesi tarafından buraya terk edilenler de yok değil. Huzurevlerindeki yaşlıların kapıdan her giren ziyaretçiye güler yüzle yaklaşmaları onlarla biraz olsun sohbet etmek, dertleşmek istemeleri ne kadar yalnızlık çektiklerinin göstergesi değil mi?
Konuşmaya başlayınca oturup saatlerce sizinle konuşmaya hazırlar. İnanınız bu onlar için mutlulukların en güzeli oluyor. Bir ziyaret bir ziyaretçi aldıkları hediyelerin en güzelidir. Hele hele yanınızda küçük çocuğunuzu da götürmüşseniz sizden çok onunla ilgileniyorlar. Belki de kendilerini ziyarete gelmeyen çocuklarının özlemini onun üzerinde gidermenin hazzını doyasıya yaşamak istiyorlar. Sizi bırakmak istemiyorlar.
Ama şu bir gerçek ki oradan ayrılmak zorunda kaldığınız an bir gün sizin de bu durumlara düşeceğiniz ihtimali tüylerinizi ürpertiyor. Ve kendi kendinize “asla ben anamı babamı buraya bırakmam” demeye mecbur kalıyorsunuz
Demek ki huzurevleri yaşlılar için tam bir HUZUR EVİ olamıyordu. Sabahtan akşama kadar birbirleriyle sohbetten başka ne yapsınlar. Bildikleri acı gerçek ara sıra dargın olsalar da bir arada yaşamayı öğrenmeleri gerektiğiydi. Bu yüzden daima birbirlerini kırmamaya özen gösteriyorlar.
Keşke onların bu ortamda birbirlerine davrandıkları hasletleri oraya düşmeden evvel yakınları tarafından onlara gösterilseydi. İnancımız gereği, yaşlılara sahip çıkmamız gerektiği için huzurevlerindeki yaşlılara da kucak açmalıyız. Onların çocukları, yakınları olmasak dahi bir saatlik ziyaretimizin onlara verdiği mutluluğu görmek ve yaşamak o kadar güzel bir duygu ki.
İnsan huzurevlerindeki hayatı gördükçe “keşke aile ortamını tam bir huzur evine çevirebilsek” diye düşünmeden edemiyor. Son olarak huzurevlerinde hayat “nasıl davranmalıyım ki bana da öyle davranılsın” sistematiğinin en açık bir şekilde görüldüğü yer olarak karşımıza çıkıyor.
Kaynak: Gülizar Karakulluk / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 295-299