Bunun içindir ki Resulüllah (s.a.v):
‘Her günahtan sonra bir sevap işle ki, onu yok etsin’ buyurmuştur. Kıyamet gününde Hakk’ın huzuruna gelen kalp, ya parlaktır yahut karadır. Ayette ‘Allah’a temiz bir kalple gelenden gayrisi kurtulamaz (Şuara’88-89)’ buyrulmuştur.
İnsanın kalbi, yaratılışın başlangıcında ayna yapılan madene benzer. Eğer gereği gibi onu muhafaza edip itina gösterirse, bütün alemi görecek bir ayna haline gelebilir. Eğer gereği gibi korunmazsa, pas tutar, harap olur ve ayna yapılacak yeteneği kalmaz. Bunun içindir ki Allah Teala buyuruyor ki: ‘Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp kirletmiştir (Mutaffifin’14)’
Kimi insanlar insanın sadece yemek,uyumak ve cinsi münasebette bulunmak için yaratıldığını sanırlar ve bunun içinde bütün ömürlerini bu işlerle geçirirler. Bazıları da insanı, galebe, istila, kahır için yaratıldığını zannetmişlerdir.
Arap, Kürt ve Türkler gibi. Her iki grubun düşüncesi de apaçık yanlıştır. Zira yemek, çiftleşmek, şehvetin arzularıdır. Bu özellik ise hayvanlara da verilmiştir. Öküzün yemesi, serçenin çiftleşmesi, insanlarınkinden daha fazladır. O halde insan onlardan nasıl daha üstün olabilir ? Galebe ve istila etmek gazap ile olur. Bu ise yırtıcı canavarlara da verilmiştir.
O halde hayvanlara ve yırtıcılara her ne verilmiş ise, insana da verilmiştir. İnsanlara fazla olarak bir de kemal verilmiştir ki, o akıldır. Allah Tealayı onunla tanır, bütün acayip işlerini onunla anlar, onunla kendini gazap ve şehvetin elinden kurtarır. Bu ise meleklerin sıfatıdır. Bu sıfat ile yırtıcı hayvan ve diğer hayvanlara üstün gelir, galip olur. Akıl sebebi ile, yeryüzünde mevcut olan her şey, onun emrine girer. Bunun için Allah Teala buyurur ki: ‘O, göklerde ve yerde olanların hepsini sizin emrinize vermiştir (Casiye’13)’
Gönülden meleküt alemine açık pencere olmasının delili ikidir.
Biri uyku alemidir.Uyku aleminde duyular yolu kapanmış iken, kalbin içinden bir pencere açık olup meleküt alemini ve Levh-i Mahfuz’u seyreder. Hatta gelecek zamanda olacak işleri öğrenir, nasıl olacağına vakıf olur. Ya gayet açık yoldan görür, yani gördüğü gibi çıkar; yahut temsil ve hayal yolu ile görür ki tabire ihtiyaç olur. Zahiri ilim yani duyu organlarımızla hasıl olan ilim (bilgi)dir. Bunun için insanların çoğu zannederler ki, uyanık olan kimsenin marifeti daha üstün, daha kuvvetlidir. Halbuki, uyanıklık halinde gaybı görmek mümkün olmaz, ancak uyku aleminde duyuların tavassut ve müdahalesi olmaksızın olur
İkincisi ise; Kalbine ilham yolu ile doğru anlayışlar ve düşünceler doğmayan hiç kimse yoktur. O duyular yolu ile hasıl olmamış, belki doğrudan doğruya kalbine doğmuştur ve nereden geldiğini de bilmez..
‘Rabbinin adını an; her şeyi bırakıp yalnız O’na yönel (Müzemmil’8)’ yani; bütün dünya meşgalesini bırak, her yönden kendini Allah’a havale et ve dünya ile uğraşma. Unutma ki Allah işine kadirdir ve yine Allah Teala bu beyanda buyuruyor ki:’ O, doğunun ve batının Rabbidir; O’ndan başka ilah yoktur (Müzemmil’9)’ yani;
O’nu vekil et, kalbini dünyadan temizle, insanlara karışma ve onlara gönül bağlama. ‘Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından güzellikle ayrıl (Müzemmil’10)’ ayet-i kerimesinin anlamı da budur.
Allah Teala buyuruyor ki: ‘And olsun ki,onlara (müşriklere) gökleri ve yeri yaratan kimdir?’ diye sorsan ‘Allah’tır derler (Lokman’25)’ ve diğer bir ayet-i celile de ise ‘Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver (Rum’30)’ buyurur. Akli deliller ve doğru tecrübe ile bilinmektedir ki, Allah’ı bilmek mertebesi Peygamberlere mahsus değildir. Çünkü peygamberlerde insandır. Ayet-i kerime de yüce Allah buyuruyor ki: ‘De ki; ben de ancak sizin gibi bir insanım (Fussilet’6)’
Nazar yani göz değmesi ve büyü dedikleri şeyler de insan nefsinin diğer cisimlere tesir etmesinden meydana gelir. Mesela habis bir nefis, güzel bir hayvana haset nazarı ile bakar da onun helak olmasını düşünürse, aynı anda o hayvan helak olur. Nitekim hadis-i şerifte ‘Yavuz nazar; insanı mezara, deveyi kazana koyar’ buyrulmaktadır.
Gerçek şudur ki;
Kalb bir havuza benzer. Beş duyu da o havuza akan beş ırmak gibidir. Eğer havuzun içinde duru, berrak bir su meydana getirmek istersen, havuzdaki bütün suyu boşaltıp,suların getirdiklerinden dibinde meydana gelen siyah çamuru tamamıyla aktarmak gerekir.
Bunu yapabilmek içinde önce ırmakların yoluna set çekip suyun havuza akmasını önlemek, ondan sonra havuza sızmasını önlemek, ondan sonra da dibini kazımak lazımdır. Böylece havuzdan çıkacak suyun da duru olması sağlanmış olur. Irmaklar eski hali havuza aktığı ve havuz siyah çamur ile dolu olduğu müddetçe,içinden duru su çıkması imkansızdır. Bunun gibi, kalbin içinden hasıl olan ilim, ancak kalbin dışarıdan gelen şeylerden kurtulması ile kazanılır.
Bir kimsenin kalbinde, başka şeylerin arzusu Allah Teala marifetinin arzusundan üstün gelirse, o kimse hastadır;t edavi görmezse öbür dünyada bedbaht ve helak olur.
İnsana ‘alemin küçük bir örneği’ demek doğru olur. Çünkü alemde yaratılan her şeyin, bir numunesi insanda mevcuttur. Kemikler dağlar gibi, ter yağmur gibi, kıllar ağaçlar gibi, duyu organları da gökteki yıldızlar gibidir.
Kendini bilmeyip başkasını bildiğini iddia eden, kendi yiyecek bulamadığı halde bütün şehir fakirlerine yemek yedireceğini iddia eden bir müflis gibidir. Bu iddia haddizatında hem çirkin hem de imkansızdır.
Birgün Şeyh Ebu Said müridleriyle beraber giderken, yolda bir hela kuyusunu temizleyenlerin yanından geçerken; bütün müridler burunlarını tutup kaçtılar. Şeyh biraz durduktan sonra dedi ki;
Biliyor musunuz, bu pislikler lisan-ı haliyle bana ne diyor?
Diyorlar ki;
Dün pazarda idik. İnsanlar bizim için keselerini boşaltıp bizi ele geçirmeye çalışıyorlardı. Bu kadar hürmetli ve kadirli iken, yalnız bir gece sizinle kaldık. Bu kadar zaman içinde bu hale dönüşüp bu çirkinliğe düştük.
Şu durumda; bizim mi sizden, yoksa sizin mi bizden kaçmanız gerekir?
Gerçek şudur ki; insan tam bir acz ve noksanlık içindedir. Onun pazarı yarın (gelecekte) olacaktır.
İnsan kendini bilince anlar ki, bundan önce nice yıllar geçmiştir ki kendisi yoktu; namı şanı bilinmezdi. Nitekim Allah Teala buyurur ki: ‘Gerçekten insan var edilip bahse değer bir şey olana kadar uzun bir zaman geçmiştir. Gerçekten biz insanı (erkek ve dişi sularından) Karışık bir nufteden (meniden) yaratmışızdır. Biz onu deneyeceğiz. Bu yüzden de onun işitmesini ve görmesini sağladık (Dehr’1-2)’
İnsan fıtratının aslında vuku bulan olay şudur;
İnsan, yaratılmazdan önce bir nutfe idi; yani kötü kokulu bir damla su idi. Onda akıl, kulak, göz, baş, el-ayak, dil, damar, sinir, kemik, et ve deri yoktu. Belki belli bir sıfatı olan bir parça beyaz su idi. Bu halinden sonra birçok garip safhalardan geçmiştir. Acaba bu haller kendiliğinden mi oldu, yoksa bir kuvvet onu onu meydana getirdi?
Düşünmeyecek misiniz !
İnsanın mükemmel hali üzere iken, bir kıl bile yaratmaktan aciz olduğu bilinen bir gerçektir. İnsan bir damla su iken, daha aciz ve noksan olduğunda şüphe yoktur. Netice itibariyle insan, kendi varlığında Allah’ın varlığını anlar.
Düşünmeyecek misiniz !
Kaynak: İmam Gazali / Kimya-yı Saadet / bkz: 28-48