Her kim Allah’tan başka bir dost veya şefaatçi edinirse, onun durumu; ‘Kendisine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise, şüphesiz örümceğin yuvasıdır (Ankebut-41)’ ayetindeki gibidir.
Şirk iki kısımdır
▬ Büyük Şirk
▬ Küçük Şirk
Büyük Şirk: Ancak kendisinden tövbe etmekle Allah’ın affettiği şirktir. O da Allah’ın dışında O’nu ortak edinmek ve Allah’ı sever gibi onu sevmektir. Bu şirk, müşriklerin ilahlarını alemlerin Rabbi ile bir görmelerini de içine alır. Bu nedenle müşrikler cehennemde ilahlarına ‘Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik, çünkü biz sizi alemlerin Rabbi ile eşit tutmuştuk (Şuara 97-98)’ diyeceklerdir.
Bununla beraber Allah’ın tek başına her şeyin yaratıcısı, Rabbi , meliki olduğuna ve ilahlarının yaratmadıklarını, rızık vermediklerini, yaşatmadıklarını ve de öldürmediklerini kabul ederler. Bu eşitlik dünyanın müşriklerinin hatta hepsinin yaptığı gibi yalnızca sevgide, yüceltmede ve tapınmadadır.
Bunlar, putlarını severler, yüceltirler ve Allah’ın dışında bir de onları dost edinirler. Müşrikler ilahları anıldığı zaman, birinin Allah’ı anmasından daha çok sevinir, ma’bud ve ilahlarının kötülenmesine, birinin alemlerin Rabbine eksiklik atfetmesinden daha çok kızarlar.
Allah’ın haram kıldığı şeyler çiğnendiği zaman üzülmez, hatta onu çiğneyen kendilerine bir şey verirse bunu kabul ederler. Kalpleri rahatsız bile olmaz. Biz ve başkaları açık açık buna şahit olduk.
Müşriklerden birinin ayakta olsun, oturarak olsun, dili sürtsün, hastalansın veya yalnız kalsın Allah’ın dışındaki ilahlarının ismini ağzına almayı adet haline getirdiklerini sen de görüyorsun. Allah’ın dışındaki ma’budunu zikretmesi daha çok kalbi ve diliyle olur. Müşrik bu durumu inkar etmez ve zanneder ki bu ma’budlar Allah katında diledikleri yol şefaatçisi ve vesiledir.
Puta tapanlar bu açıdan hep birdir. Kalplerinde taşıdıkları bu şekildedir. Müşrikler ilahlarının farklılığına göre bu haleti taşırlar. Bir kısmının ilahları taştan olur, diğerleri insanlardan ilah edinirler. Allah Teala bu müşriklerin atalarından bahsederken ‘Allah’ı bırakıp putlardan dost edinirler, onlara bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler.
Doğrusu, Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir (Zümer 3)’ buyurmakta, sonra onları küfür ve yalancılıkla suçlayıp ‘Allah, yalancı ve kafir olanlara hidayet vermez’ diyerek onlara hidayet vermeyeceğini haber vermektedir.
Bu müşriklerin ve atalarının tasavvur ettikleri şey, ilahlarının Allah katında kendilerine şefaat edeceğidir. Bu şirkin ta kendisidir.
Allah kitabında onları reddedip düşüncelerini çürütmüş ve şefaatin tamamen kendisine ait olduğunu ve Allah’ın kendisine izin verip, söz ve fiilini beğendiği, Allah’ın dışında şefaatçi tanımayan tevhid ehlinden başka kimsenin şefaat edemeyeceğini haber vermiştir.
Yüce Allah şefaat iznini, böyle kendisinden başka şefaatçi edinmeyen kişilere verir. Rabbi ve Mevlasından başka şefaatçi kabul etmeyen tevhid sahibi Allah’ın vereceği şefaat izniyle en bahtiyar insan olur.
Nehy ettiği şefaat ise Allah’tan başka şefaatçi edinen müşriklerin kalbinde bulunan şirk şefaatidir. Bu kimselerin şefaatçilerinden bekledikleri şeyin aksi ile kendilerine muamele edilecek, muvahhiddler ise şefaate nail olacaklardır.
Ebu Hureyre’nin ‘Senin şefaatine nail olacak bahtiyar kimdir?’ sorusuna karşılık Resulüllah (s.a.v): ‘İnsanların şefaat etmem suretiyle en mutlu olacak olanları, kalben ve ihlasla La ilahe illallah diyenlerdir’ diye cevap vermesini düşün.
Müşriklerin putlarını şefaatçi kılarak, Allah’tan başkasına taparak dost edinmelerinin aksine salt tevhidi, şefaate erişmenin en büyük sebebi kılmış ve şefaatin sebebinin saf tevhid olduğunu haber vermiştir. Ancak bu durumda şefaat etmesine Allah izin verecektir.
Müşriklerin bilgisizliklerinden biri de, belli başlı hükümdar ve velilere yapıldığı gibi Allah katında şefaat etmesi için bir veli ve şefaatçi edinildiği takdirde şefaatlerinin fayda vereceğini düşünmeleridir. İzin verilmeyen hiçbir kişinin Allah katında şefaat edemeyeceğini, ayrıca söz ve fiilinden razı olmadığı razı olmadığı hiç kimseye Allah’ın şefaat izni vermeyeceğini bilmiyorlar.
Allah Teala ilk adımda, ‘Onun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir (Bakara 255)’, ikinci adımda ‘Onlar (melekler) Allah’ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler (Enbiya 28)’ buyurmaktadır. Üçüncüsü de Allah’ın söz ve amel olarak ancak tevhidden ve resullerine tabi olmaktan razı olmasıdır.
Evvel ve ahir herkes bu iki konudan sorumlu tutulacaklardır. Ebu’l-Aliye’nin dediği gibi ‘İki kelime vardır ki öncekiler ve sonrakiler onlardan sorumlu tutulurlar. Neye ibadet ettiniz ve peygamberlerin davetine ne cevap verdiniz?’
Bu üç esas, yani Allah’ın izni olmadan şefaatin olamayacağını, söz ve fiilinden razı olanlara izin vereceğini, söz ve fiilden ancak tevhid ve resullere tabi olmakla razı olacağını bilen ve anlayanların kalbinden şirk ağacını söker.
Yüce Allah, başkasını kendisine eşit tutan şirki affetmez. Nitekim ‘Öyle iken kafirler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar (En’am-1)’ buyurmaktadır.
Ayetin tefsiriyle ilgili iki görüşten en sahih olanı kafirlerin ibadet, dost edinme ve sevgide başkalarını Allah’a eşit tutmalarıdır ki buna örnek verecek olursak eğer; kişinin parası pulu, serveti, göz nuru çocukları, eşi vb diyebiliriz. Nitekim Kur’an-ı Kerim de mealen: ‘Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik, çünkü biz sizi alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk (Şuara 97-98)’ ayeti ile ‘İnsanlar arasında, onları Allah’ı severcesine sevenler vardır (Bakara 165)’ ayetinden de bu anlam çıkmaktadır.
Müşrik birisinin hali ve davranışlarının söylediğine uymadığını görürsün. Çünkü ‘Biz onları Allah kadar sevmiyoruz, O’na eşit tutmuyoruz’ der, sonra küçümsedikleri zaman Allah’ın küçümsenmesinden daha fazla öfke gösterir, hayırla anılmalarına, özellikle de yaratıklara cevap verme, sıkıntıların sebeplerini ortaya çıkarma ve ihtiyaçları yerine getirme, kul ile Allah arasında aracı olma gibi kendilerinde bulunmayan şeylerle tanıtılmalarına ise sevinir ve gülümserler.
Bu durumda onun ferahlanıp duygulandığını ve kalbinin dolduğunu, ta’zim, itaat etme ve dost edinme havalarının eşitliğini; Allah, saf tevhidle tek başına zikredildiği zaman ise, vahşet, darlık ve sıkıntının kendisinde belirdiğini görürsün. Böylece kendisinde bulunan eksik uluhiyet anlayışı ile seni suçlar, çoğu zaman düşmanlık gösterir.
Resulünün izin verdiği ölçüde ziyaret edilmesini isteyenlere ‘kabirdekilerin değerini düşürdünüz’ derler. Kalpleri arasında benzerlik o şekildedir ki sanki birbirlerine ‘Allah’ın doğru yola eriştirdiği, hak yoldadır. Kimi de Allah saptırırsa artık onu doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın (Kehf’17)’ ayetini tavsiye etmektedirler..
Allah Teala, düşünen bir kişinin fark edeceği gibi müşriklerin bağlandığı bütün sebepleri kesin olarak reddetmiştir. Şöyle ki: Her kim Allah’tan başka bir dost veya şefaatçi edinirse, onun durumu; ‘Kendisine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise, şüphesiz örümceğin yuvasıdır (Ankebut-41)’ ayetindeki gibidir.
Yine yüce Allah ‘Ey Muhammed ! De ki: Şimdi Allah’ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah’a yardımcı olmadığı halde tanrı olduklarını ileri sürdüklerinizi yardıma çağırsanıza! Allah’ın katında kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez (Sebe 22-23)’ buyurmuştur.
Müşrik, kendisine menfaat vereceğine inandığı için ma’bud edinir. Menfaat ise ancak kendisinde şu dört hasletten bir bulunan kimsede olur;
▬ Ya ibadet edenin kendisinden bir şeyler umacağı ‘malik’,
▬ Eğer malik değilse malikin ‘şerik’i,
▬ Şayet şerik değilse onun ‘yardımcı’ veya ‘destekçi’si
▬ Yardımcı veya destekçisi de değilse onun yanında ‘şefaatçi’ birisi olur.
Yüce Allah bu dört mertebeyi büyükten küçüğe doğru sıralı olarak nefyetmiştir. Müşrikin tasavvur ettiği mülkiyeti, ortaklığı, yardımı ve şefaati Allah reddetmiş, yerine müşrik olanın yararlanamayacağı, izne tabi şefaati gelmiştir.
Nur, burhan, kurtuluş, tevhidin arındırılması ve şirkin temeli ile diğer unsurların kırılması için düşünebilene bu ayet kafidir. Kur’an bu ayetin emsal ve benzerleri ile doludur. Ancak çoğu insanlar günün olaylarının da Kur’an’ın kapsamına girdiğini sanmakta ve önceki bir kavmi veya olayı ilgilendirdiğini, hükmünün devam etmediğini zannetmektedirler.
Zihin ile Kur’an’ın anlaşılması arasına giren perde de işte budur. Allah’a yemin olsun ki, onlar geçip gitmiş olsalar da onların benzerleri, hatta daha şerlileri onlara varis olmuşlardır.
Kaynak: İbn Kayyım El-Cevziyye / Medaricu’s Salikin / bkz: 309-312.