Şeytan onları mal ile meşgul eder. Yani onları mal toplamaya teşvik eder, onu elde etme isteğini telkin eder ve o malın yok olacağı fikrini aşılayarak onların cimri olmalarına neden olur. İşte bu, şeytanın kuvvetli hilesidir ki bunlarla ince ve gizli tuzaklar örer. Yani müminlerin kalbine mal toplama korkusunu salar. Bir taraftan da şeytan ?
Ahiretin peşinden gidenlerin kalbine maldan nefret etme tohumlarını eker, tövbe eden kişiye ise o malı elinden çıkartma dürtüsü yerleştirir. Böylece o kişiyi zahid yaşamaya teşvik eder, malı terk etmesini emreder, kazanç yolları konusunda onu korkutur, dinini koruma bahanesiyle ona vesvese verir. Tüm bunların perde arkasında şeytanın enteresan hileleri gizlidir.
Bazen de şeytan, şeyhlerin diliyle konuşur ve kişiye ‘Malı elinden çıkart ki zahidler zümresine dahil olasın’ diye telkinde bulunur. Hatta şöyle der: Senin sabah ve akşam yemeğin varsa sen zühd ehlinden olamazsın, azimli insanların mertebelerine ulaşamazsın
Hatta bazen o kişiye sahih olmayan hadisleri bile sıralar. Kişi malını elinden çıkartıp kazanç elde etmekten yoksun hale gelirse bu defa kardeşlerinin elinde olanlara yönelir ya da yönetimdekilere yakın olup onlarla ilişki kurmak için güzel hale gelir.
Çünkü o kişi zühd hayatına ve dünya malını terk etmeye çok fazla katlanamaz. Sonra ihtiyaçlarını elde etmek ister ve bu defa daha önceden terk ettiği şeyden daha iğrenç yollara bulaşır. Bu defa o kişi sermaye olarak dini ve ırzını pazarlayarak bunları diğer şeylerle takas etme yoluna girer. Artık alan el konumunda çakılı kalır.
Oysa bu kişi kendinden önce yaşayan; Asil ve faziletli insanların yaşamına bakmış olsaydı, sahih hadisleri inceleseydi, önder kişilere göz atsaydı
Örneğin; Hz İbrahim (a.s)’ın kadar zengin olduğunu, hatta hayvanlarını o toprakların almayacağı kadar çok olduğunu fark ederdi. Nitekim Lut (a.s) ve peygamberlerin çoğu, sahabelerin epey bir kısmının durumu da böyledir. Onlar yokluğa sabretmişler; ancak ihtiyaçları için çalışmaktan, varlık anında mubah olan şeyleri kazanmaktan geri durmamışlardır.
Hz Ebubekir daha peygamber (a.s) hayattayken ticaret için sefere çıkmıştı. Sahabeler beytu’l maldan hisselerine düşen fazla malları ihtiyaç sahibi kardeşlerine dağıtmışlardır. İbn Ömer (r.a) kendi talebi olmadan bir şeyler ona getirildiğinde reddetmezdi.
Ben düşündüğümde gördüm ki; din ve ilim ehlinin pek çoğunun durumu da böyleydi. Başlangıçta ilim onları çalışmaktan alıkoymuştu. Çalışmaktan uzak kaldıkları için geçimlerini sağlayacak bir kazanca ihtiyaç duyduklarında izzeti hak etmelerine rağmen zelil oldular.
Eskiden o alimlere, mümin kardeşlerinden gelen yardımlar yanı sıra devletin hazinesinden aldıkları maaşlar da yetiyordu. Ancak zamanımızda bu gelir kaynakları yok olduğu için mütedeyyin kişi dinin bir kısmını feda etmekten başka sahip oldukları bir sermaye de yoktur. Keşke bu insanlar için belli miktarlarda maddi kaynak ayrılsa, onlar da belki dine sarılırlar ve din de zarar görmez.
Akıllı kişi sahip olduğu şeyleri muhafaza etmeli, zalimlere karşı mücadele etmeli, cahillerin teveccühünü kazanarak bir şeyleri aktarmak için çalışıp kazanmalıdır. Burada mutasavvıfların batıl çağrılarına da kulak asmamak gerekir. Çünkü onların hedef gösterdiklerine ulaşmak fakirlikle mümkündür.
Fakirlik ancak acizlik hastalığıdır. Fakirliğe sabredenin sevabı, hastalığa sabredenin sevabı gibidir. Ancak harcamaktan korkan, kırıntılarla geçinmeye razı olan kişiler kahramanlar derecesinde olamazlar. Onlar artık korkak zahidlerdir.
Çalışıp da alan değil de veren el olmak isteyen, tasadduk edilen değil tasadduk eden kişi olmak isteyenlere gelince, onlar erdemli ve cesur insanların mertebesindedirler. Kim böyle düşünürse zenginliğin şeref olup fakirliğin tehlikeli olduğunu idrak eder.
Kaynak: İbn Kayyım el-Cevziyye / Tehlikeli Tuzaklar / bkz: 40-42