Kaç kutlu zamana yeter ömrümüz? Kaç büyük sabrı kaçırıp yakalamaya çalışırız? Kaç ömür geçer gider ömrümüzden sevmeden, anlamadan, hoş görmeden, şükrü ve sabrı bilmeden? Ya da kıyısında durduğumuz insanlığı dinlemeden…
Birey, biraz kendi olmaya varmalı, biraz yazılana boyun eğmeli, biraz dünyadaki “ben “ini ahiret yurdu için terbiye etmeli. Öyle ya terbiye edilmiş yemeğin değerine paha biçemeyen yeni dünya insani, neden ruhu ile bedenini terbiye etmeden geçer gider garip dünyadan bir sormalı kendine?
Zira doğru yaşamak için zaman az. Az zamanın bereketine, şifasına inananlar zümresi olarak bize verilen değerlerin değerini ifa edebilmenin erdemine erişmek adına bir ramazan sevinci düşüverse içimize.
Sıyrılsak maddeden, yenilensek bir dirhem. Hiç olmaya varsak sonra ve yeniden şaşmış beşeriliğimizden saf Ademliğe dönsek… Kaldırsak ellerimizi umut adına, insanlık adına, sevmek kucaklamak, hoş görmek adına
Açlığımız ruhumuzu doyursa ve yenide en saf halimize doysak kana kana… Bir düş olmasa bu bir ramazan sevinci olsa… Bereket, huzur, şifa, dua ayını kucaklasak doyasıya ve doysak hiç doyamadıklarımıza…
O vakit durdum düşündüm. İteledim ruhumu ve ramazan sevinci, neşesi, şifası, umudu ve duası ile kucakla dedim insanlığı. Zira “İnsanın da insanlığın da İslam vicdanı ile kucaklanmaya ihtiyacı var” sesi işaret gibi değdi yüreğime
Vicdan dedim…
Onun terbiye edilmeye ihtiyacı var, tıpki ruh gibi, beden gibi. Öyle ise terbiye ile terbiyeleyelim “ben” imizi. Benlik ki bedenin içinde yapayalnız sanki! Onu doğru zamanların merhemi ile sarmak gerek
İnsan bilmez bunu! Ömrümüze yazılan, kader süzgecinden bize kalan kaç ramazan ayını kucaklamak düşecek ne belli? Kucaklaşalım o vakit Çünkü SEVGİYE bir çağrıdır RAMAZAN!
Kaynak: Ayşe Ünüvar / Diyanet Aile Dergisi / Mayıs 2019 / bkz: 80