Ebû Hüreyre (r.a), Rasulüllah Efendimizin şu kıssayı naklettiğini haber vermektedir:
Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu, vadesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir gemi aradı, fakat bulamadı.
Bunun üzerine bir odun parçası alıp içini oydu. Borçlu olduğu kimseye hitaben yazdığı mektupla birlikte bin dinarı o oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapatıp düzledi ve denize getirip (gönlündeki engin imanı ve Cenab-ı Hakk’a olan tevekkül, teslîmiyet ve îtimadını serdedercesine):
Ey Allah’ım! Biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç almıştım.
Yine benden şahit istediğinde, “Şahit olarak Allah yeter!” demiştim. O da şahit olarak Sen’den razı olmuştu. Ben ise şimdi malını ona göndermek üzere bir gemi bulmak için gayret ettim, fakat bulamadım. Şimdi onu Sana emanet ediyorum!» dedi ve odun parçasını denize attı. Odun (deniz üzerinde yüzerek gözden) kayboldu.
Sonra oradan ayrılıp memleketine gidecek bir gemi aramaya devam etti.
Diğer taraftan borç veren kimse de parasını getirecek bir gemi gelir ümidiyle (sahilde ufuklara) bakmaya başladı. Bu arada, içinde parası bulunan odun parçasını buldu. Onu ailesine odun yapmak üzere aldı. Odunu testere ile bölünce, içinde para ve mektup olduğunu gördü.
Bir müddet sonra borç alan kimse geldi. Bin dinar getirdi ve:
Malını getirmek için durmadan gemi aradım, ancak bundan önce gelen bir gemi bulamadım.» dedi.
Alacaklı: Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?» diye sordu.
Borçlu: Ben sana, bindiğim gemiden önce bir gemi bulamadığımı söylüyorum.» dedi.
Alacaklı: Allah Teala Hazretleri, odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı bize ulaştırdı ve senin yerine borcunu ödedi.
Şimdi bu getirdiğin bin dinarı geri al ve selametle git!» dedi.” [1]
İşte temiz ve sağlam itikada sahip bir gönlün, Allah’a olan tevekkül, teslimiyet ve itimadı neticesinde, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna yardım edeceğini ve onu asla yüz üstü bırakmayacağını gösteren ibretli bir hadise…
Unutmamak lazımdır ki, Kurʼan ve Sünnet istikametinde yaşayıp Allah’a tevekkül ve teslimiyet göstermek; kalbin huzur, saadet ve selametinin en büyük vesilesidir.
Cenab-ı Hak da, kulunun kendisinden başkasına dayanıp güvenmesinden asla hoşlanmaz. Nitekim ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmaktadır:
Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler!”[2]
Allah’a tevekkül edene, Allah kafidir!..”[3]
Muhterem Kardeşlerim Şimdi bir düşünelim;
Acaba bizler, karşılaştığımız herhangi bir hususta fanilere ne kadar sığınıyor, güveniyor ve onlardan yardım istiyoruz? Onların yegane yaratıcısı ve sahibi olan, fail-i mutlak Cenab-ı Hakk’a ne ölçüde sığınıyor, güveniyor ve iltica ediyoruz? Aklımıza evvela, fani sığınak, dayanak ve barınaklar mı geliyor, yoksa Baki olan Rabbimiz mi? İşte bu husus, imanınızın seviyesini de ortaya koyan bir miyar hükmündedir.
İman ve irfan penceresinden bakıldığında hiç şüphesiz, her hususta güvenilecek yegane merci; ölümsüz, ebedi ve Kadir-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakʼtır. Aksi takdirde Hakkʼa tevekkül, teslimiyet ve itimadın bir manası kalmaz.