Peygamberlerin sonuncusu, öncekilerin ve sonrakilerin efendisi, iki cihan güneşi Mekarim-i Ahlak sahibi, Allah’a ve ahiret gününe inananların önder ve rehberi. Yüce Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, biz kullarını diğer varlıklardan üstün kılmış, güzel bir surette yaratmış. Peygamberler ve Kitaplar göndererek en doğru yolu göstermiş ve yüksek bir ahlaka sahip olma yeteneğini vermiştir.
Peygamberlerin sonuncusu, öncekilerin ve sonrakilerin efendisi, iki cihan güneşi Mekarim-i Ahlak sahibi, Allah’a ve ahiret gününe inananların önder ve rehberi, Allah’ın sevgilisi, büyük kurtarıcımız Muhammed Mustafa (s.a.v) e ve Hz Peygamber (s.a.v)’den almış oldukları İslam terbiyesini ve güzel ahlakı noksansız olarak yaşayan ve Peygamber Efendimizi görme şerefine eremeyenlere de ulaştıran ve müminlere iyilikte ve doğrulukta örnek olan al ve Ashabına yüzbinlerce salat ve selam olsun.
Her türlü duygulardan arınarak, aklımızla iyiden iyiye şöyle, güzelce bir düşünecek olursak hiç şüphesiz anlar, kavrar ve biliriz ki, maddi ve manevi her türlü düzen, huzur, sükun, rahat ve saadet İslam ahlakı ile ele geçirilir.
Bu bakımdan iyi bir ahlaka sahip olmayan fert ve cemiyetler her ne kadar çok iyi niyetlerle başlasalar da teşebbüs ve gayretleri neticesiz kalacağı muhakkaktır. Seyyareler arasında cazibe kuvveti ne ise, fert ve cemiyetler arasında da ahlak aynıdır. Cazibe kuvvetinin bir an için yok olduğunu düşünelim, bu halde kainatın düzeni derhal bozulur.
İşte ahlaktan yoksun milletler de böyledir. Cemiyetin fertlerini birbirine bağlayan, birbirlerinin haklarına saygılı kılan, aralarında tam bir ahenk meydana getiren hep ahlaktır.
Peki bu güzel ahlak neye dayanır ve kaynağı nedir? Onu nereden, kimden alacağız?” diye akla bir sual geliyor.
Bu sorunun cevabı kolaydır. Nasıl ki şu işi yapmak farzdır, vaciptir, sünnettir, müstehaptır, helaldir, haramdır ve mekruhtur diye hüküm verirken, bunların kaynağı İslam Dîni ve onu bize bildiren Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz s.a.v) in sünneti oluyorsa; keza, ahlakımızın kaynağı ve başvuracağımız yer yine aynı kaynaklardır.
Çünkü İslamiyet Rabbimiz tarafından Peygamber (s.a.v) Efendimize gönderilen, eksiklik ve ziyadelik kabul etmeyen, kıyamete kadar korunması bizzat Cenab-ı Hakk’ın üzerinde olan, sağlam ve dosdoğru bir yoldur.
Ondan ayrılan sefalet ve felaket uçurumlarına düşer, perişan olur, şaşkın şaşkın dolaşır, nerede selamet ümit etse, ümidi suya düşer. Ne zaman İslam’ın gösterdiği yola girerse hemen saadet ve selamet kapıları açılır.
Nice kimseler vardır ki gücüne kuvvetine güvenip de, birtakım uygunsuz yerlere gider, kendisini sefalet alemlerine kaptırır, acıdan acıya, beladan belaya uğrar, buna rağmen bu sevimsiz halini devam ettirmeye çalışmakla aile saadetine, gönül rahatına varmak ister, fakat bir türlü ele geçiremez.
Nihayet bu acı tecrübelerden sonra ayıkır, aklını başına alır da İslam Dininin insanlığa hayatiyet kazandıran prensiplerini hatırlar, tövbe ve istiğfar ederek ona sarılırsa hem kendini, hem ailesini sevinç ve hoşnutluğa kavuşturur, hem de içinde bulunduğu cemiyetin faydalı bir uzvu olur.
Zaten eninde sonunda herkesin baş vuracağı ve dönüp dolaşacağı makam İslam Dinidir. Nitekim İmam Busayri; “Kur’an’dan başkasıyla insanlar arasında adalet mümkün olmaz” demiştir. Bu bakımdan bizim acizane bahsedeceğimiz ahlak Kur’an ahlakı, tamamen Kur’an ahlakı olan Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed’in s.a.v), Allah (c.c) tarafından övülen yüce ahlakı olacaktır.
Mümin kardeşlerime bunu anlatmaya çalışacağım. Henüz esas konuma girmeden kendi nefsime ve bütün Müslümanlara faydalı olur ümidiyle can alıcı bir nokta üzerinde biraz da olsa durmak isterim.
Kur’an-ı Kerîm ayetlerinin. Peygamber (s.a.v) Efendimizin hadislerinin beyanı ve aynı zamanda akıl ile sabit olmuştur ki şüphesiz içinde yaşadığımız dünya fanidir. Yok olmaya mahkumdur. Dünyanın şeref ve izzeti, makam ve mevki’i zilletle; nimetleri acılarla sona ermektedir.
Aynı zamanda dünyanın nimet ve devleti şerre, kötüye alet veya övünme vesilesi yapıldığı anda azap; aksine, Allah (c.c)’ın rızası gaye edinilirse rahmet olur. Bunun için her mümin ve Müslümanım diyen, ihlas sahibi olmalı, Allah (c.c) in ihsan etliği gücü, kuvveti ve nimeti yine Allah yolunda harcamalıdır.
Yoksa dünya nimet ve devletleri bulut gibidir ki bazen yokluğu, bazen da varlığı görülür, çabukça geçer gider. Kendi hayatımızdan örnek alalım;
Bir zamanlar yok iken, bu aleme getirildik, yine de yok olacağız. Akran ve yaranlarımız gözümüz önünde, hep aramızdan ayrılıp başka bir aleme göçüp gitmektedir. Ve bizim de göçeceğimiz muhakkaktır.
Zaten asıl hayat, ebedi olan ahiret hayatıdır. Her türlü saadet, selamet, zevk, rahat ondadır. Orada, kederin, üzüntünün, huzursuzluğun yeri yoktur. Hadis-i şeriflerin beyanına göre; orada kulakların işitmediği, gözlerin görmediği ve kalplerin tahattur (hayal) etmediği nimetler vardır.
Fakat; Cennet’e girmenin ve bu nimetlere ermenin tek bir şartı vardır. O da, mümin-i kamil ve müttaki (Allah’ın buyruklarını hakkıyla yerine getiren, yasaklarından kaçan, helal olanlardan faydalanan, haramları terkeden kul) olmaktır.
Çünkü Cenab-ı Hak Teala bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyurmuştur:
İşte, nimetleri saymakla bitmeyen, daha doğrusu sayılamayan ahiret yurdu, ancak sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Hazretleri’ne, gerek sözlerimiz, gerek işlerimizle ve gerekse ahlakımız yönünden, gerçekten uymakla elde edilebilir ki, bu da takvanın ta kendisidir. O halde Resul-i Ekrem Efendimize ittiba etmek, O’nun nurlu yolunma olmak için hiç şüphesiz;
O’nun ahlak-ı hamidesini iyi bilmek, O’nun gösterdiği nurlu yola girmek, böyle bir yoldan asla ayrılmamak, karşımıza çıkan maddi ve manevi engelleri bertaraf etmek ve daima; Yüce Peygamberimizi kendimize örnek ve önder edinmek şarttır. Şart olduğu kadar da hayatta bir zarurettir.
Bu bakımdan, aczime ve fakrime bakmadan uçsuz bucaksız bir umman (okyanus) olan denizden, belki mümin kardeşlerime bir katre sunabilirim ümidiyle bu büyük işe cüret etmiş bulunuyorum. Çünkü; Hz. Aişe (r. anha) Validemize, Resul-i Ekrem (s.a.v)’in ahlakından sorulmuş, O da şöyle cevap vermişlerdir:
sözleriyle O’nun ahlakını ne güzel ifade etmekle beraber, nasıl ki Kur’an’ın esrarını hakkiyle kavramak imkansız ise, Peygamber Efendimizin de, yüksek meziyet ve derecelerini, gerçekten- idrak etmek de güç ve belki de mümkün değildir.
O, yalnız bir beldeye, bir bölgeye, bir millete değil, bütün cihana ve bütün beşeriyete Peygamber, örnek ve rehber olarak gönderilmiştir. O’nun hakkında Cenab-ı Hak (c.c) mealen;
müjdesini vermiş ve ahlak ve faziletinin gelmiş geçmiş bütün peygamberlerden üstün olduğunu beyan buyurmuştur. O gerek hilkat ve gerekse ahlak bakımından diğer peygamberlere üstün olduğu gibi ilim ve şeref yönünden de hiçbirisi O’na denk olamamıştır.
Zîra her peygamberin insanlara karşı bir üstünlüğü vardır. Fakat O’nda bütün üstünlükler toplanmıştır. Bu hususu Mevlana Cami Hazretleri şöyle ifade buyurmuşlardır:
Hz Muhammed’i (s.a.v) i bütün peygamberlerin fevkine çıkaran husus; yaşadığı hayat ile tebliğ ve telkin ettikleri esaslar arasında tam bir ahenk ve uyarlığın mevcut olmasıdır.
Her ne kadar diğer peygamberlerin en güzel sözleri mukaddes kitaplarda toplanmış ise de, onların fiil ve hareketlerini veya hayatlarını ifade etmezler. Kur’an-ı Kerim ise;
Peygamberimiz ümmetine bildirdiklerini hayatında uygulamış, başkalarına açıkladığı ve öğrettiği edep ve ahlak prensiplerini kendisi en güzel bir şekilde yaşamış ve canlı örnek olmuştur.
Kaynak: Hüseyin Özgün / Diyanet İlmi Dergisi / Kasım 1970 / bkz: 386-388