Ahzab Süresi 45-46-47. Ayet Meali: Ey Peygamber. Biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeci, uyarıcı ve kendi emriyle Allah’a bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik. Allah’tan kendilerine cidden büyük bir fazl (-ü kerem) olduğunu müminlere müjdele
İnsan, doğru yolu bulmak ve başkalarının hukukuna tecâvüz etmemek için akıl ve düşünce sahibi olarak yaratılmıştır. İnsanın doğru yolu bulması, behimi arzularının meleki hasletlerine, akl-ı selimine tabi olmasına bağlıdır. Doğru yoldan uzaklaşması ise; meleki hasletlerin zıddına olan kötü isteklerin tesirinde kalması, fena işlere (günah bataklığına) dalmasıyladır.
İnsanda mevcut olan akıl, behimi arzuların meleki vasıflara tabi olmasının faydalarını müdrik olup, insanı bu güzel vasıflara sahip olmaya teşvik eder. Keza kötü meyillerin insana getireceği zararları da ilk bakışta kavrar ve insanı bu meyillerin tesirinden kurtulmaya davet eder. Ancak insanların birçoğu bu gerçeği gereği gibi idrak edemezler. Zîra birçok maniler onların akl-ı selimin sesini duymalarına, doğru yolu idrak etmelerine engel olur.
Hasta bir kimsenin hastalığı sebebiyle tatlı suların tadını alamadığı, en güzel içme sularını acı bulduğu gibi, bazı engellerin tesiriyle insanların birçoğu, kendileri için maksud olan gayeyi ve bu yüksek gayenin kendilerine kazandıracağı faydaları, keza kendileri için ilerde ızdırap kaynağı olacak ve zarar verecek neticeleri kolaylıkla idrak edemezler.
Böylece insanlar doğru yolu bilen ve onları da bu yola davet eden ve akl-ı selimin göstereceği bu yoldan uzaklaşmanın zararlarını kendilerine bildiren bir alime ve terbiyeciye şiddetle ihtiyaç duyarlar.
Bununla beraber insanlar arasında sakin düşüncelere sahip kimseler de bulunur. İnsanı saadete götürecek doğru yolun zıddına bir yol takip eder, kendisi akl-ı selimin gösterdiği doğru yoldan uzaklaştığı gibi, başka insanları da bu yoldan saptırmaya çalışır, insanların işlerinin maksada uygun bir şekilde devam etmesi, bu kabil kimselerin aldatıcı düşüncelerine iltifat etmemelerine bağlıdır.
Diğer taraftan insanlar arasında isabetli görüş sahibi birçok kimseler de vardır ki onlar da her şeyi bildikleri kanaatında bulunmak suretiyle yanılmış olurlar. Şüphesiz ki bu gibi kimselerin, bu yanılmalardan kurtulmaları için bir uyarıcının tenbihine lüzum vardır.
Görülüyor ki; insanlar gerçekleri hakkıyla bilen ve dikkatsiz hareket etmeyeceğinden emin olunabilecek -bir ilim sahibine, terbiyeciye şiddetle ihtiyaç duyarlar.
Küçük bir şehirde oturan insanların her birinin kendi kar ve zararlarını bilmelerine ve hemen hepsi maddi işlerini kendi akıl ve düşünceleriyle yürütecek bir durumda olmalarına rağmen işlerini düzenleyecek ve tespit edilen düsturlara göre işleri yürütecek muktedir ve bilgili bir idarecinin bulunması zaruri olur.
Durum böyle olunca, çeşitli istidatlara sahip insanları, iyilik düşüncesi etrafında birleştirecek ve onları maddi ve manevi huzura kavuşturacak, en doğru yolda yürümelerini sağlayacak her yönü ile itimad edilen emin rehberlere zaruri olarak duyulan ihtiyaç aşikardır.
Mesela;
Demircilik, marangozluk ve benzeri sanatlar bile bir yol gösterici, bir öğretici olmadan elde edilemiyor. Günlük maddi işlerimizde durum böyle olursa insanı ve insan cemiyetlerini maddi ve manevi yönden huzura erdirecek ve gayelerin en yükseğini onlara bildirecek emin rehberlere duyulan ihtiyacın zaruri olduğu meydandadır.
Sonra bu emin kimselerin öğütlerinde her çeşit yanılma ve yanıltmalardan mahfuz kaldıkları ve sözlerinin doğruluğu hakkında amme vicdanında kesin kanaatin sübut bulması da gereklidir.
Susayan bir kimsenin kendi susuzluğunu müdrik olduğu gibi, böyle bir rehberin doğruluğunu da amme vicdanı rahatlıkla idrak eder. Böyle bir kimsenin yaşayışı, bütün davranışları ve sözlerinin doğruluğunun şahidi, kendisinden hak ve hakiata uygun olan fiillerden başka bir şey sudur etmemesidir
İşte, böyle bir insanın Cenab-ı Hakk’ın teyidine mazhar olduğunda insanların tereddütleri kalmaz. Bütün peygamberlerin siretleri ve suretleri böyledir. Bir memlekette hastalık görüldüğünde halkı bu hastalıktan korumak için devlet reisinin, yetkili organları vazifelendirmesi ve insanların da bu mütehassısların tavsiyelerine uymasını emretmesi gayet tabiidir. Çünkü mütehassıs elemanların bu çalışmaları ile o belde halkının sağlığı korunmuş olur.
Bunun gibi Cenab-ı Hak da insanları maddi manevi huzursuzluklardan korumak için onların maruz kalacakları manevi hastalıkları en iyi şekilde teşhis ve tedavi eden ve yaradılışlarının hikmetini onlara öğreten rehberler (Peygamberleri) göndermiştir.
Cenab-ı Hak bu Peygamberleri üstün vasıflarla tezyin etmiştir ki, insanlar onlara itimad edip, bu rehberlerin emir ve tavsiyelerine uyarak gayelerine erişebilsinler
Konumuzun tahammülü olmadığından burada sadece son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v) insanlara örnek vasıflarından bir kısmına kısaca işaret etmiş olacağız.
Dine ve dünyaya ait bütün faziletler onda kemalini bulmuştur. Kadı ‘İyad merhum “Eş-Şifa fi Tarif-i Hukuki’l-Mustafa” adlı mühim eserinin bir bölümünde özet olarak şöyle demiştir:
İnsanın kemalini sağlayan ve güzelliğini tamamlayan vasıflar iki bölüme ayrılır.
Bu vasıflara sahip olan kimseler övülmeye layık oldukları gibi bu vasıflar onları Cenab-ı Hakk’ın rızasına yaklaştırır. Diğer yönden insanda zaruri ve ihtiyari olarak bulunan bu vasıflar ya sadece zaruri veya ihtiyari olarak bulunur, yahut da zaruri ve ihtiyari olan vasıflar her ikisi de insanda birleşir.
Sadece zaruri olanı izah etmek gerekirse, ki insanın hiçbir surette o vasıfların kendisinde bulunmasında dahli ve ihtiyarı bulunmaz. Bu vasıfların kendi yaradılışı icabı insana bahşedilmiş olur. Bünye yapısının tam olması, yüz güzelliği, akli melekelerinin çok kuvvetli olması, idrak kabiliyeti, konuşmasındaki fesahat, duyu organlarının mükemmel olması, bütün hareketlerinin mutedil olması, soyu çok temiz ve şerefli bulunması… diğer taraftan dünya hayatının zarurî kıldığı yeme, içme, giyme, uyku, ihraz ettiği mevki, servet, ki bu son sayılanlar insan için bir bakıma zaruridir, ancak bu son saydıklarımız dini ve aklî ölçüler içersinde olur ve bunlar ile takva kastedilirse dini bir mahiyet de alırlar.
İkinci olarak insanın çalışması ve ihtiyarı ile kazanılan vasıflar vardır ki bunlar uhrevîdir. Akl-ı selimin ve dini edebin gerekli kıldığı üstün vasıflardır.
Mesela;
İlim, ağırbaşlılık, sabır, iyilik bilme, adalet, dünyaya haris olmama, tevazu’, afivkarlık, haramlardan sakınma (iffet), cömertlik, utanma duygusu, yiğitlik, mürüvvet sahibi olma, ancak yerinde konuşma, vakarlı, merhametli ve güzel edep sahibi bulunma ki, bunlar ve benzerlerine güzel ahlak adı verilir.
Saydığımız vasıfların bir kısmı insanın tabiatında bulunursa da birçoğunu da kendi çalışmasıyla elde eder. Fakat hemen hepsinin bir istidat halinde insanın tabiatında bulunması gereklidir. Bu sayılan vasıflar dünya hayatı bakımından da çok önemlidir.
Akl-ı selim sahipleri bu vasıfların üstünlüğünde ittifak halindedir. Gerek zaruri ve gerek ihtiyari olsun bu saydığımız vasıflardan biri veya birkaçı bizden herhangi bir insanda bulunması o insan için büyük bir şereftir.
Böyle bir insan bu vasıftan dolayı halk arasında darb-ı mesel haline gelir. Dünyadan göçse ve ölümünden sonra aradan asırlar geçse de o kimse bu vasfı ile daima anılır.
Durum böyle olunca burada sayamadığımız diğer vasıflarla birlikte bu vasıfların hepsi kemal derecesinde kendisinde bulunan ve bunda hiçbir beşerin dahli olmayan bir insan için ne düşünülebilir?
Böyle bir kimsede bu vasıfların hepsinin bulunması ve hem de kemâl derecesinde olması, Cenâb-ı Hakk’ın o kimseyi {insanlar için) seçmiş olması, ona risalet, vahiy, isra ve Mirac, makam-ı Muhammed, hidayet, beşaret, yüksek derece ve alemlere rahmet olarak göndermekle mümtaz kılmıştır. Bu mümtaz insan Hazret-i Muhammed’dir (s.a.v)
Bunun için O’nun tebligatı beşeriyet için hayatidir ve cihan-i şümuldur. O, hamili bulunduğu risalet vazifesini tebliğde akl-ı selimin kabul edeceği, bedi-i zevkin hayran olacağı ve sahih vicdanın huzur bulacağı en metin esaslara dayanmıştır.
O, insan aklını hakikatları düşünmeye, varlıkları tetkik süzgecinden geçirmeğe sevk etmiş, bütün varlıkları bedii bir intizamda yaratan bir yaratıcı olduğunu ve her varlığa vücud veren işte O yaratıcı Allah Teala olduğunu bildirmiştir.
Hazret-i Peygamber bütün tebligatında akl-ı selimi hakem kılmış ve en kesin delilleri, ilme esas kabul etmiştir. Cenab-ı Hak tarafından kendisine en büyük mucize olarak verilen Kur’an-ı Kerim insanlığa şöyle hitabeder:
Kaynak: Lütfi Doğan (Diyanet İşleri Bşk. V.) / Diyanet İlmi Dergisi / Mayıs 1971 / bkz: 4-8
(1-Yusuf Süresi 108) (2-En’am Süresi 153)