DOLAR
27,3824
EURO
29,0085
ALTIN
1.630,05
BIST
8.334,94
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
22°C
İstanbul
22°C
Yağmurlu
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
23°C
Çarşamba Az Bulutlu
23°C
Perşembe Az Bulutlu
22°C

Peygamberimizin Hz Muhammed’in Özet Hayatı

16 Eylül 2023 05:00
13

Peygamberimizin Doğumu ve Soyu: Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v), 20 Nisan 571 yılı 12 Rebiü’lEvvel Pazartesi günü tanyeri ağarırken Mekke’de doğdu.

  • Peygamberimizin babası Abdullah’tır.
  • Abdullah’ın babası, Kureyş kabilesinden ve Mekke’nin ulu kişilerinden Haşim’in oğlu Abdulmuttalib’dir.

Kur’an-ı Kerîm’e göre: Peygamberimizin soyu, büyük peygamberlerden Hz. İsmail ve Hz. İbrahim’e dayanır. Bütün kaynaklar, Peygamberimizin Adnan’a kadar olan atalarını şöyle sıralar ve sayarlar:

  • 1 ▬ Abdulmuttalib (Şeybe),
  • 2 ▬ Haşim (Amr)
  • 3 ▬ Abd-i Menaf (Mugire)
  • 4 ▬ Kusayy (Zeyd)
  • 5 ▬ Kilab
  • 6 ▬ Mürre
  • 7 ▬ Ka’b
  • 8 ▬ Lüey
  • 9 ▬ Galib
  • 10 ▬ Fihr
  • 11 ▬ Malik
  • 12 ▬ Nadr
  • 13 ▬ Kinane
  • 14 ▬ Huzeyme
  • 15 ▬ Müdrike ( mir)
  • 16 ▬ İlyas
  • 17 ▬ Mudar
  • 18 ▬ Nizar
  • 19 ▬ Maadd
  • 20 ▬ Adnan

Adnan, büyük peygamberlerden Hz. İsmail’in on iki oğlundan en büyüğü olan Nabt (Kaydar) in soyundan gelmiştir.

Peygamberimiz, gerek baba ve gerek ana tarafından en temiz, en şerefli bir aileye mensuptur. Peygamberimiz, soyu hakkında şöyle buyurmuştur:

Yüce Allah;

  • İbrahim oğullarından İsmail’i seçti.
  • İsmail oğullarından Kinane oğullarını seçti.
  • Kinane oğullarından Kureyş’i seçti.
  • Kureyş’ten Haşim oğullarını seçti.
  • Haşim oğullarından Abdulmuttalib oğullarını seçti.
  • Abdulmuttalib oğullarından da beni seçti.

Mensub olduğum topluluk, ne zaman ikiye ayrılmışsa, Allah, beni, muhakkak, onların en hayırlı olan tarafında bulundurmuştur

Ben, Cahiliye çağının kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve babamdan meydana geldim. Ben, Adem’den babama ve anama gelinceye kadar hep nikah mahsulü olarak meydana gelmişimdir. Ben, ana ve baba soyu itibariyle en hayırlınızım”

Peygamberimizin annesi Hz. Amine, Zühre oğulları kabilesinden ve bu kabilenin ileri gelenlerinden Vehb’in kızıdır. Peygamberimizin babası Hz. Abdullah‘la annesi Hz. Amine’nin soyu, büyük dedeleri olan Kilab’da birleşir. Peygamberimizin babası Abdullah, Abdulmuttalib’in oğulları içinde en sevgilisidir ve Fatıma adındaki hanımından doğmuştur.

Hz. Abdullah, Hz. Amine ile evlendikten kısa bir süre sonra, hurma getirmek üzere, Kureyş kervanıyla birlikte Şam’a (Gazze’ye) gitmişti. Oradan dönerken, yolda hastalandı. Medine’de, dayıları Adiy b. Neccar oğullarının yanında vefat etti. Nabiga’nın evinin avlusuna gömüldü.

Hz. Abdullah, o zaman 25 yaşında idi. Babasının vefatından iki ay sonra doğan Peygamberimize, Ümmü Eymen Bereke adındaki dadısı ile beş deve, birkaç davar, bir kılıç, bir miktar da gümüş para miras kaldı.

Peygamberimiz Hz Muhammed’in İsim ve Künyeleri

Peygamberimizin en çok anılan ismi, Muhammed’dir (s.a.v). Peygamberimiz, Kur’an-ı Kerîm’in dört süresinde Muhammed ismiyle anılır (1).

Hz. İsa İncil’de Peygamberimizi kendi ümmetine Ahmed ismiyle tanıtmıştır (2). Peygamberimizin, bunlardan başka isimleri de vardır. Onlardan bazıları Kur’an-ı Kerim’de, bazıları hadis-i şeriflerde, bazıları da daha önceki Peygamberlerin kitaplarında açıklanmıştır.

Peygamberimiz’in, muhterem annesi Hz. Amine’ye rüyasında, “Sen, insanların hayırlısına ve bu ümmetin Efendisine hamilesin. Doğunca ona, Muhammed veya Ahmed ismini koy” denilmiş, bunun için, Abdulmuttalib, Muhammed ismini koymuş, bu ismi neden dolayı koyduğu kendisine sorulunca da, “Gökte Allah, yerde insanlar övsünler diye ona Muhammed ismini koydum!” demiştir.

Peygamberimiz, vefat eden oğlu Kasım’dan dolayı Ebü’l-Kasım (Kasım’ın Babası) künyesini taşır ve bununla anılmaktan hoşlanırdı. Kureyş müşrikleri Peygamberimize, İbn-ü Ebi Kebşe (Ebu Kebşe’nin Oğlu) künyesini de takmışlardı. Kebş lügatta, üç yaşına basmış koç ve başbuğ manasına gelir.

Bu da, ya Peygamberimizin süt annesi Halime’nin kocası Haris’in veya Abdulmuttalib’in annesi tarafından dedesi Amr b. Zeyd’in künyesinin Ebu Kebşe oluşundan, yahut Peygamberimizin, putperestliğe aykırı davranışını, müşriklerin, Huzaalı Ebu Kayle Vecz’e benzetmelerinden ileri geliyordu.

Yine müşrikler, Peygamberimizi, doğruluk ve güvenilirlik gibi üstün meziyetlerine bakarak El-Emin diye de anmakta idiler.

Peygamberimizin Süt Anneye Verilmesi

Peygamberimizi, Hz. Amine, üç veya yedi gün kadar emzirdikten sonra bir süre de Süveybe Hatun emzirdi. Süveybe Hatun, Peygamberimizin amcası Hz. Hamza’yı da emzirmişti. Yeni doğan çocukları süt anneye vermek, Kureyş eşrafının ve ileri gelenlerinin adetleri idi.

Sa’d b, Ebi Bekr kabilesi, Araplar arasında cömerdlikleri ve şereflilikleriyle tanınmış bir kabile idi. Gerek bu ve gerek öteki kabilelerin kadınları, yılda iki defa Mekke’ye gelir, yeni doğan çocukları -ücretle emzirmek üzere- alıp götürürlerdi.

Süt annesi Halime de Peygamberimiz’in doğduğu Fil yılında Beni Sa’d kadınlarıyla birlikte Mekke’ye gelmişti. Bütün süt anneleri, zengin ve babaları sağ olan çocuklara koşuyorlar, Peygamberimize geldikçe, “Yetimdir, malı da yoktur. Annesinin ve dedesinin bize ne yardımı olacak?” diyerek Peygamberimizi almaya pek yanaşmıyorlardı.

Halime ile gelen kadınlar, istedikleri gibi birer çocuk bulmuşlardı. Halime ise, aradığını bulamamıştı. Abdulmuttalib’le karşılaşınca, Abdulmuttalib ona, Peygamberimizi alıp götürmesini ve bunun, kendileri için çok hayırlı olacağını söyledi.

Halime, danışmak üzere kocası Haris’in yanına geldi. Boş olarak dönüp gitmektense, Peygamberimizi alıp götürmeyi uygun gördüğünü söyledi. Haris, “Almanda bir mahzur yok. Belki de Allah, onun yüzünden bize hayır ve bereket verir” dedi.

Halime, izi sıra geri döndü. Peygamberimizin uyuduğu odaya girdi. Onu, yavaşça uyandırdı. Yüzünün güzelliğine ve sevimliliğine bakıp hayran kaldı. Onu bağrına basarak kocasının yanına getirdi. Sağ memesini ona, sol memesini de kendi oğluna verdi. Halime ile kocası, yeni ve minimini misafirleriyle birlikte obalarına döndüler.

O zaman, yeryüzünde Beni Sa’d toprağı gibi kuraklığa uğramış bir toprak yoktu. Böyle iken, Halime’gilin koyunlarının hali birdenbire değişmiş, onlar akşamleyin karınları tok, memeleri sütle dolu olarak dönmeye başlamışlardı. Halime ile kocası, bu hayır ve berekete, aldıkları yavru yüzünden erdiklerini sezmekte gecikmediler.

Peygamberimizin çocukluğu da başkalarına benzemiyordu;

  • Sekiz aylıkken konuşuyor ve konuşulanları dinliyordu.
  • Dokuz aylıkken, düzgünce konuşmaya başlamıştı.
  • On aylık olunca, çocuklarla ok atıyordu.
  • İki yaşına bastığı zaman, çok gelişmiş, gösterişli bir çocuk olmuştu.

Peygamberimizi iki yaşında sütten kestiler ve annesine götürdüler. Fakat vermek istemediler. Peygamberimiz, dört yaşına kadar Benî Sa’d yurdunda kaldı.

Peygamberimizin Annesi Hz Amine’nin Seyahati ve Vefatı

Peygamberimiz altı yaşında iken, annesiyle birlikte Medine’ye, babasının kabrini ziyarete gitti. Bir ay sonra, Medine’­ den dönerken, Ebva köyünde annesi hastalandı ve vefat etti.

Dünyada babasız ve annesiz kalan Peygamberimizi, Yüce Allah himayesiz bırakmadı. Önce dedesinin, sonra da amcasının bağrına bastırdı. Bu gerçek, Kur’an-ı Kerîm’de;

“Rabbın seni yetim bulup da barındırmadı mı? (3)” buyurularak hatırlatılır. Sadakatli dadı Ümmü Eymen Bereke, Peygamberimizi Ebva’dan Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti. Abdulmuttalib, Peygamberimizi gece gündüz yanından ayırmadı.

Çocuklarından hiçbirine göstermediği aşırı sevgi ve şefkati O’na gösterdi. Ka’be’nin gölgesinde kendisine mahsus olan ve hiç kimsenin oturmasına müsaade edilmeyen minderinde Peygamberimiz, dedesiyle birlikte serbestçe otururdu.

Abdulmuttalib, sofrada Peygamberimizi yanına alır veya dizine oturtur, yemeklerin en iyisini ve tatlısını O’na yedirirdi. Peygamberimiz gelmeden oturup yemek yemez, O’nun gelmesini beklerdi. Peygamberimizin edep ve terbiyesine çok dikkat ederdi.

Abdulmuttalib, öleceği sırada, Peygamberimizi amcası Ebu Talib’e bıraktı ve O’na iyi bakmalarını vasiyet etti. Peygamberimiz o zaman, sekiz yaşında idi.

Gerek Ebu Talib ve gerek zevcesi Fatıma Hatun, Peygamberimize çok iyi baktılar. O’nu, öz çocuklarından üstün tuttular. Peygamberimiz onlardan gördüğü iyiliği hiç unutmamıştır.

Peygamberimizin Şam Seyahati

Peygamberimiz, on iki yaşında iken amcası Ebu Talib’in yanında ticaret kervanıyla Şam’a (Busra’ya) gitti. Orada Rahib Bahira ile karşılaştılar.

Bahira, Tevrat ve İncil’de ismi ve sıfatları yazılı ahir zaman Peygamberinin alâmetlerini Peygamberimizde buldu.

O’nu, hemen Mekke’ye geri götürmesini ve Yahudilerin suikastinden korumasını Ebu Talib’e tavsiye etti.

Ebu Talib, Peygamberimize, gerçekten güzel bir. vasilik ve hamilik yapmakta, O’nu cahiliye çağının kötülüklerine bulaştırmamak için olanca titizliği göstermekte idi. Zaten, Yüce Allah da’ O’nu her türlü kötülüklerden nefret duyacak bir tabiatta yaratmıştı.

Peygamberimiz, hiçbir zaman putlara tapmadığı gibi, içki de içmemiştir. Peygamberimiz, erginlik çağına bastığı zaman, akıl ve zekasının üstünlüğü, huyunun güzelliği ile herkesin dikkatini çekmiş bulunuyordu.

Doğrulukta, eminlik ve güvenilirlikte parmakla gösteriliyor, seviliyor ve sayılıyordu. Yağmacılığın, zulmün, her çeşit ahlaksızlığın önlenmesi için Mekke’de kurulan ve tarihte Hılfü’l-Fudul diye anılan derneğe genç yaşında üye oldu.

Peygamberimizin Hz Hatice İle Evlenmesi

Peygamberimiz 25 yaşında iken, Kureyş’in zengin, asaletli ve dul kadınlarından Hz. Hatice ile evlendi. Peygamberimizin, Hz. Hatice’den dört kızı ile iki oğlu doğdu.

Peygamberimiz 35 yaşında bulunduğu sırada Ka’be’nin onarılmasına başlanmıştı. Hacerü’l-Esved’i yerine koyma işinde Kureyş uluları arasında çetin bir anlaşmazlık çıktı. Peygamberimiz, hakem sıfatıyla hemen Hacerü’l-Esved’i bir yaygı üzerine koydu. Yaygının dört ucunu kabile temsilcilerine tutturdu. Onu, konulacak yerine kadar taşıttıktan sonra eliyle alıp yerine yerleştirdi.

Peygamberimizin, herkesi tatmin ve hoşnut eden bu hakimane hareketi, kendisi hakkında derin takdir ve hayranlık duyguları uyandırdı.

Peygamberimiz, 38 yaşında iken, Mekke’de birtakım ışıklar, parıltılar görüldü. Acaib sesler duyuldu. Fakat bunların ne olduklarına, neden ileri geldiklerine akıl erdirilemedi. Peygamberimiz, 39 yaşında iken, olduğu gibi çıkan sadık rüyalar görmeye başladı.

Gündüz vuku bulacak hadiseler, uyurla uyanıklık arasında Peygamberimize gösteriliyordu. Bu hal, altı ay kadar devam etti. Bundan sonra, kendilerinde; şehirlerden, insanlardan, evlerden barklardan uzaklaşmak, Mekke’nin dağ aralarındaki kuytularına çekilmek, vadilerin derinliklerine dalmak arzusu uyandı.

Mekke’ye üç mil uzaklıkta bulunan Hira (Nur) dağındaki mağara, O’nun durağı oldu. Peygamberimiz, 40 yaşında bulunduğu sırada, Miladi 611 yılı Şubatına rastlayan Ramazan ayının 15-16. Cumartesi ve Pazar gecelerinde Cebrail ismindeki Vahiy Meleğinin;

“Ey Muhammedi Sen, Allah’ın Resulüsün” dediğini ve evine dönünceye kadar, yanından geçtiği her taşın, her ağacın, “Esselamü aleyke ya Resulallah” diyerek kendisini selamladığını işitti.

17 Ramazan Pazartesi gecesi seher vakti, Hira’nın derin sessizliği içinde Vahiy Meleği Cebrail, en güzel bir insan şekline girmiş, güzel kokular sürünmüş olarak Peygamberimde tekrar göründü ve Alak Süresinin 1-5. ayetlerini tebliğ etti.

İslam şeriatından abdest almayı ve namaz kılmayı da öğretti.

Peygamberimiz, Peygamberliğini ilk önce en güvendiği insanlara açtı.

  • Kadınlardan Hz. Hatice
  • Hür ve yetişkin erkeklerden Hz Ebubekir,
  • Çocuklardan Hz. Ali,
  • Azadlı kölelerden Zeyd b. Harise,
  • Kölelerden de Bilal-ı Habeşi

herkesten önce, Peygamberimize iman etmek mutluluğuna erdi. Hz. Eb Bekir’in himmet ve gayretiyle;

  • Hz. Osman,
  • Zübeyr b. Avam,
  • Abdurrahman b. Avf,
  • Sa’d b. Ebî Vakkas,
  • Talha b. Ubeydullah

Müslüman oldular. Bunlar, Müslümanlığı kabulde, Namaz kılmakta ve Peygamberimizi ve O’na Allah’tan geleni tasdikte herkesi geçtiler.

Peygamberimizin İslam Dinini Açıklaması

Peygamberimiz, ilk önce halkı İslam Dinine gizlice davete ve putperestlikten ayırmağa çalıştı. Kendisine, gençlerle halkın zayıf ve fakir olanları iman etti ve iman edenlerin de sayısı günden güne arttı. Üç yıl, bu şekilde bitti.

Yüce Allah, “Sen, ilkin, en yakın hısım ve akrabanı ahiret azabıyla korkut (3)” buyurunca, Peygamberimiz, yakınlarını evinde iki kere topladı. Allah’tan aldığı emri ikincisinde onlara açıkladı.

Birincisinde olduğu gibi, yine amcası Ebu Leheb’in sert ve çirkin müdahalesiyle karşılaştı. Bundan sonra Peygamberimiz, Safa tepeciğinden Kureyş kabilesinin bütün kollarına seslenip Peygamberliğini ilan etti. Bu da yine amcası Ebu Leheb’in bağırıp çağırmaları ve taş savurmalarıyla sona erdi.

“Emrolunduğun şeyleri açıkla. Müşriklerden yüz çeviri (4)” mealli ayet nazil olunca. Peygamberimiz, Kureyş müşriklerinin putlara tapmalarını yerdi. Kendilerinin Cehenneme gireceklerini açıkladı.

Müşrikler bunu, dinlerine hakaret sayarak açıktan düşmanlığa ve fırsat buldukça Müslümanları ezmeye başladılar. Müşriklerin ileri gelenleri, yeğenini öğütlemesi ve İslam davasından vazgeçirmesi için, Ebu Talib’e birkaç kere başvurdular. En sonunda onu tehdit ettiler.

Durumun gergin ve tehlikeli bir safhaya girdiğini görünce, Ebu Talip, bütün yakınlarını topladı. Durumu anlattı. Peygamberimize yardım hususunda onları birleşmeye davet etti. Kureyş müşrikleri, gerek hac mevsiminde, gerek başka zamanlarda Mekke’ye gelen kabilelerin Peygamberimizle görüşmelerinden çok endişelenmekteydiler. Bu yolda birtakım tedbirlere başvurdular.

Peygamberimiz hakkında “Kahindir, şairdir, yalancıdır”… diyerek yaygaralar kopardılar. Fakat, yaygaralarına kimsenin pek kulak asmadığını gördüler.

Müslümanlık dairesi, her gün, biraz daha genişlemekte, bununla beraber, müşriklerin türlü işkenceleri altında kıvranan Müslümanların sayısı da günden güne artmakta idi.

Hz. Hamza ile Hz. Ömer’in Müslüman olmaları, Müslümanlara biraz ferahlık sağlamıştı. Peygamberimiz, Habeşistan’a hicret etmelerini Müslümanlara tavsiye etmişti.

Dört kadınla on iki erkekten mürekkep ilk muhacir kafilesi Mekke’yi gizlice terk ettiler. Bunu, doksan kişilik ikinci muhacir kafilesi takip etti. Hz. Ebu Bekir de bir gün, Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı. Fakat, yolda rastladığı Kare Oymağı Reisi, kendisini geri çevirdi ve “Ebu Bekir gibi bir zat, yurdundan tedirgin edilir mi?!” diyerek müşriklere çıkıştı.

Yedinci yılda bütün Mekkeli müşrikler; Peygamberimizi koruyan, tutan Haşim oğullarıyla akrabalığı, alışverişi… kesmek üzere bir sözleşme ve antlaşma yazıp Ka’be’ye astılar. Bunun üzerine Ebu Talib, Haşim oğullarını kendi mahallesinde toplamak, güç birliği yapmak zorunda kaldı.

Kureyş müşrikleri, Ebu Talib mahallesine hiçbir gıda maddesi sokmamak için ellerinden geleni yaptılar. Haşim oğulları, kapandıkları mahallede üç yıl mahrumiyetin her çeşidine katlandılar. Ebu’l-Bahteri, Mut’im, Zem’a, Hişam… gibi bazı kişiler insafa gelerek -Ebu Cehil’in bütün çabalamalarına ve direnmelerine rağmen- bir gün, Ka’be’de asılı antlaşmayı indirip yırttılar ve Haşim oğullarıyla Müslümanları muhasaradan kurtardılar.

Ebu Talib ve Hz Hatice’nin Vefatı

Kureyş müşriklerinin muhasarasından kurtuldukları sıralarda, önce Ebu Talib, sonra da Hz. Hatice vefat etti. Peygamberimiz, bu iki aziz varlıktan mahrum kald: Onuncu yıl, kendisi için, bir hüzün ve keder yılı oldu.

Peygamberimizin Taif Gezintisi ve Miraç Hadisesi

Ebu Talib ile Hz. Hatice’nin vefatından sonra müşrikler Peygamberimize işkenceyi artırdılar. Bunun üzerine Peygamberimiz, evlatlığı Zeyd’i yanına alarak Taife kadar bir gezinti yaptı. Ne yazık ki Taifliler, O’nun Hakk’a çağıran sesine kulak asmadıkları gibi, Taif’te dinlenmesine de müsaade etmediler. Türlü işkencelerle Taiften uzaklaştırdılar.

Peygamberimiz, üzüntüler içinde Mekke’ye döndü. O sıralarda İlahi ayet ve mucizelerden bazıları kendisine gösterilmek ve vahyedilecek şeyler vahyedilmek üzere Peygamberimiz bir gece Mekke’den Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürüldü ve oradan da göklere çıkarıldı. Namazın beş vakitte edası da bu Mirac gecesinde farz kılındı.

Medîneli Hazreçlilerden Mekke’ye gelen altı kişi, Peygamberimizle yakından ilgilendiler ve Müslüman oldular. Bunlar, Medine’ye dönünce, İslâmiyet’i yaymaya çalıştılar.

Onbirinci yılda Medinelilerden on iki kişi daha gelip Müslüman oldu. Bunu, on üçüncü yılda yetmiş üç erkekle iki kadından mürekkep Medinelilerin Akabe’de geceleyin Peygamberimizle yaptıkları biat takip etti.

Bu yeni Müslümanlar, Peygamberimizin Medine’ye gelmesini istediler. Medine’ye geldiği takdirde kendisini, canla başka koruyacaklarına söz verdiler ve and içtiler.

Su-i Kast ve Hicret

Peygamberimiz, bütün güçlüklere, tehlikelere göğüs gererek Peygamberliğinin on üç yılını Mekke’de tamamlamak üzere bulunuyordu. Mekkeli Müslümanlardan bir kısmı Habeşistan‘a, bir kısmı da Medine’ye ve başka yerlere hicret etmişlerdi.

Mekke’de Peygamberimizle birkaç Sahabisinden başka kimse kalmamıştı. Hz. Ebu Bekir, müşriklerin ansızın bir baskın yapmalarından korkuyor, Peygamberimizin Medine’ye hicret etmesini istiyordu. Fakat Peygamberimiz, bu hususta Allah’tan henüz bir emir almadığını söylüyordu.

Bu sırada müşrikler, gizli bir toplantı yaptılar. Utbe, Şeybe, Ebu Süfyan, Tuayme, Cübeyr veya Habib, Haris, Nadr, Ebü’l Bahteri, Zem’a, Hakim, Ebu Cehil, Nübeyh, Münebbih, Ümeyye gibi müşrik ulularından on dördünün katıldığı bu toplantıda, Peygamberimizin hapse konulması, sürgün edilmesi.. gibi görüşler ileri sürüldü.

Ebu Cehil’in, her kabileden birer delikanlı seçilerek Peygamberimizin bunlar tarafından vurulup hayatına son verilmesi yolundaki teklifi, ittifakla kabul edildi ve hemen cellatlar hazırlandı.

Peygamberimiz de o gece Mekke’den çıkma emrini aldı. Yatağında Hz. Ali’yi bırakarak Hz. Ebu Bekir’le birlikte geceleyin Sevr mağarasına gidip girdi. Peygamberimizin evini saran ve tanyerinin ağarmasını bekleyen cellatlar -aralarında Ebu Cehil gibi azılı müşrikler de bulunduğu halde- uyuyakaldılar.

Uyandıkları zaman, ellerinin boşa çıktığını gördüler. Köşeleri, bucakları aramaya, taramaya koyuldular. Peygamberimizi veya Hz Ebu Bekir’i bulana yüzer deve vereceklerini vaad ve ilan ettiler.

Arayıcılardan bir topluluk, iz süre süre, Peygamberimizle arkadaşının gizlendikleri mağaranın önüne kadar geldi. Hz. Ebu Bekir, telaşlandı ve yavaşça, “Ya Resulallah! Onlardan biri eğilip de ayaklarının dibinden bir bakıverse bizi görür” dedi. Peygamberimiz, “Tasalanma! Allah, bizimledir!” buyurdu.

Yüce Allah, düşmanların yüzlerini oradan başka yönlere çevirince Hz. Ebu Bekir, şaşakaldı. Peygamberimiz, “Ey Ebu Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen, akıbetin ne olacağını, yakalanacağımızı mı sanırdın?!” dedi

Peygamberimizle Hz. Ebu Bekir, Sevr mağarasında üç gün kaldılar. Dördüncü gün, sahil yolunu takibederek Medine’ye yöneldiler. Takipçilerden Süraka, arkalarından yetişti. Fakat, atı tekrar tekrar yere kapanınca, Peygamberimizden af ve eman dileyerek geri dönmek zorunda kaldı.

Peygamberimiz, 12 Rebiü’l-Evvel Pazartesi günü kuşluk vaktinde Medine’nin Kuba köyü eşrafından Külsum b. Hidm’in evine indi. Peygamberimiz, on dört gün sonra, Medinelilerin coşkun sevgi ve saygı tezahürleri arasında Medine’ye girip Ebu Eyyub Halid b. Zeyd’in evine indi. Orada yedi ay kaldı.

Peygamberimiz, Medine’de bugünkü Mescidini yaptırdı. Mekkeli muhacirlerle Medineli Müslümanları birbirlerine kardeş yaparak sımsıkı bağladı. Bundan sonra, Müslüman olan, olmayan Medine halkını, bir yazı ile birleştiren esaslarla Medine İslam Devletini kurdu.

Mekkeli müşrikler; Medine’deki münafıklarla müşrik ve Yahudileri Peygamberimiz aleyhine kışkırtmaktan geri durmamakta, Medine otlağından Müslümanların develerini sürdürecek derecede ileri gitmekte idiler.

Peygamberimiz, Mekkeli müşriklerin ansızın bir baskınına uğramak ihtimalini göz önünde tutarak geceleri devriye gezdi ve gezdirdi. Ayrıca, bazı ihtiyat tedbirleri de aldı. Bu cümleden olmak üzere müşriklerin Suriye’ye giden ticaret yollarını kapadı. Maksadı, onları sulha zorlamak ve yanaştırmaktı.

Medine çevresindeki oymakların Mekkeli müşrikler tarafını tutmalarını önlemek maksadıyla de onlarla anlaşmalar yaptı.

Bedir Savaşı

Peygamberimiz; Mekkeli müşriklerin hareketlerini gözetlemek üzere Abdullah b. Cahş’ın kumandası altında Mekke’ye on iki kişilik bir keşif kolu yollamıştı. Bunlar, Suriye’den dönen müşriklerden iki kişiyi öldürdüler. Birkaçını da yakalayıp Medine’­ ye getirdiler.

Peygamberimiz, kan dökme işine üzüldü ve “Bunu size kim emretti?” diyerek kumandanı sorguya çekti. Müşrikler, kan dökülmesini fırsat bilerek bütün kabileleri Peygamberimiz ve Müslümanlar aleyhine ayaklandırdılar. O sırada Suriye’­ den ticaret kervanları da dönmekte idi.

Müşrikler, bu kervanı koruma bahanesiyle bin kişilik bir kuvvet topladılar, Utbe b. Rabia’nın kumandası altında acele yola çıktılar. Peygamberimiz de Ashabı ile görüşüp konuştuktan sonra hicretin ikinci yılı Ramazan ayında 313-314 kişilik bir kuvvetle Bedir’e doğru hareket etti.

Bedir’de müşriklerle çarpışıp yetmiş kişi öldürmek ve yetmiş kişi esir almak suretiyle onları ağır bir hezimete uğrattı.

Uhud Savaşı

Hicretin üçüncü yılında müşrikler, Bedir hezimetinin öcünü almak maksadıyla üç bin kişilik büyük bir kuvvetle Medine üzerine yürüdüler. Peygamberimiz, Cumartesi günü Uhud’da 600-650 kişilik mütevazı kuvvetiyle, müşrikleri bozguna uğrattı.

Fakat, İslam okçularının yerlerini bırakarak ganimet toplamaya koyulmaları, müşrik süvarilerinin Müslümanları arkadan vurmalarına, kazanılmış olan zaferin elden gitmesine ve birçok kahraman Müslümanların şehit düşmelerine sebep oldu.

İslamiyet yayıldıkça, İslam düşmanlarının da çeşidi ve sayıları artmakta idi. Önceleri, yalnız Kureyş müşrikleriyle uğraşılırken, sonraları, her yerde, herkesle uğraşmak gerekiyordu. Hicretin dördüncü yılında Maune kuyusu ve Reci suyu mevkilerinde tüyler ürpertici hadiseler vuku buldu:

Birçok masum ve mazlum Müslümanlar şehit edildi. Hicretin beşinci yılında baş münafık Abdullah b. Übeyy, “Size, iki bin kişi bulurum” diyerek Beni Nadirleri, Peygamberimizin aleyhine ayaklandırdı. Peygamberimiz, hemen bu azgınları kuşattı ve yurtlarından dışarı attı.

Benî Nadir’in Reisi, Mekke’ye gitti. Yaptığı propagandalarla müşriklerin 24 bin kişilik muazzam bir kuvvetle Medine üzerine yürümelerini sağladı. Böylece, Hendek savaşı vuku buldu. Beni Kurayza Yahudileri de bu nazik ve tehlikeli zamanda antlaşmayı tanımadıklarını açıkladılar.

Mekkeli müşrikler, bir ay kadar uğraştıktan sonra, hiçbir başarı elde edemeden dönüp gitmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Peygamberimiz, Benî Kurayza Yahudilerini cezalandırmak için bir ay muhasara etti. En sonunda teslim oldular ve Tevrat’ın hıyanete verdiği cezaya çarpıldılar.

Hudeybiye Musahelası

Hicretin altıncı yılında Ka’be’yi tavaf için 1400 kişilik bir kafile ile Mekke’ye gidildi. Peygamberimiz, Hudeybiye mevkiine varınca, Huzaalı bir zatı müşriklere gönderdi. Ka’be’yi tavaf için müsaade istedi. Uzun uzadıya direnmelerden sonra Hudeybiye Musalehası yapılarak geri dönüldü.

Hudeybiye andlaşması, aradaki gerginliği kaldırınca, Mekke ile Medîne arasında temaslar başladı. İslamiyet, müşrikleri yavaş yavaş kendisine çekti. Yeni yeni mensuplar kazandı. Halid b. Velid, Amr b. s… gibi sayılı kişiler, kendiliklerinden Medine’­ ye gelip Müslüman oldular.

Peygamberimizin Hükümdarları İslam’a Daveti

Peygamberimiz, bu yıl içinde Rum imparatoru Herakliyus’a, Acem Şahı Perviz’e, Habeş Necaşisine, Mısır Hükümdarına… mektuplar göndererek onları İslam’a davet etti.

Hayber’in Fethi

Hayberliler, zaman zaman, Medine’de ve çevresindeki İslam düşmanlarına yataklık ve desteklik yapmaktan geri durmamakta idiler. Peygamberimiz, hicretin yedinci yılında bin altı yüz kişilik bir kuvvetle Hayber üzerine yürüdü. Bir hafta muhasaradan sonra Hayber’i fethetti.

Rumlarla Savaş

Peygamberimiz, hicretin sekizinci yılında üç bin kişilik bir kuvvetle Zeyd’i, Busra Emiri Şurahbil’i te’dibe gönderdi. Şurahbil, bunu haber alınca, durumu Rum Kayzerine bildirdi. O da Müslümanların karşısına yüz bin kişilik bir kuvvet çıkardı. Müslümanlar, kahramanca çarpıştılar, şehid oldular. Fakat, Rumların da gözlerini korkuttular. Onları, dönüp gitmek zorunda bıraktılar.

Mekke’nin Fethi

Peygamberimiz, Hudeybiye musalehasına dayanarak, Huzaa kabilesiyle, müşrikler de Benî Bekir kabilesiyle ittifak yapmışlardı. Beni Bekir kabilesi, kendilerinden bir kişinin öldürülmesini fırsat bilerek Huzailere saldırdı. Mekkeli müşrikler de gizlice yaptıkları yardımlarla Beni Bekr’in Huzaileri yenmelerini sağladılar.

Huzailer, kaça kaça Ka’be’ye gelip sığındılar. Ka’be’de kan dökmek, eskidenberi yasaklanmış ve herkes buna riayet zorunda bulunmuş olmasına rağmen. Beni Bekr, bu yasağı dinlemeyerek Ka’be’nin hariminde Huzaîleri ezdiler. Böylece, hem mukaddes bir yasak, hem de Hudeybiye andlaşması çiğnenmiş oldu.

Huzailerden kırk kişilik bir topluluk, Medine’ye gelerek durumu, Peygamberimize anlattılar. Peygamberimiz müşriklere, “Ya ölen Huzailerin diyetini ödeyiniz, yahut Beni Bekr’le aranızdaki ittifaka son veriniz. Eğer böyle yapmazsanız, aramızdaki Hudeybiye andlaşmasının hükmü kalmamış olur” diyerek haber gönderdi. Mekkeli müşrikler, bu teklif karşısında önce, hırçınlaştılar ve savaşmak istediler. Fakat sonradan, işi tatlıya bağlamağa çalıştılar.

Ebu Süfyan’ın bu yolda Medine’­ de yaptığı temasları semeresiz kaldı. Peygamberimiz, on bin kişilik bir kuvvetle Mekke üzerine yürüdü. Müşriklerin bu kuvvete karşı koyacak ne kuvvetleri, ne de cesaretleri vardı. Peygamberimiz, Mekke’ye girdi. Ka’be’yi tavaf etti. “Hak geldi, batıl yok oldu. Çünkü batıl, yok olmağa mahkumdur.” manasına gelen ayeti okuyarak Ka’be’yi putlardan temizledi. Orada toplanan Mekkelilere mühim bir hutbe ira etti. Bu hitabesinde:

Allah’tan başka Mabud bulunmadığını, Allah’ın kendisine yardım ederek düşmanlara galip getirdiğini, böylece vadini yerine getirdiğini açıkladı. Bütün kurulmaların, gururlanmaların, geçmiş kan davalarının boş ve hükümsüz olduğunu, Ka’be’ye, Hacca ait hizmetlerin eskiden olduğu gibi yine devam edeceğini bildirdi.

Cahiliyet gururu ile avunmanın, geçmişlerle kuru kuru övünmenin yerinde olmadığını, bütün insanların Hz. Adem soyundan geldiğini, O’nun da topraktan yaratıldığını söyledi.

“Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye oymaklara ayırdık. Sizin Allah katında en şerefliniz, O’ndan en çok sakınanınızdır” manasındaki ayetleri okudu.

Sonra da, “Ey Kureyş topluluğu! Hakkınızda ne yapacağımı sanıyorsunuz?” diye sordu, “iyilik yapacağını sanıyoruz. Sen, çok keremkar bir kardeşsin ve keremkar bir kardeş oğlusun!” dediler. Peygamberimiz, “Gidiniz, hepiniz hür ve serbestsiniz” dedi.

Huneyn Savaşı

Mekke’nin fethi, Hevazin ile Sakif’i ürkütmüştü. Bir gün bunlar birleşerek Müslümanlara karşı harekete geçtiler. Peygamberimiz, on iki bin kişilik bir kuvvetle Huneyn’de onlarla çarpıştı.

Tebük Seferi ve Hac

Hicretin dokuzuncu yılında da otuz bin kişilik bir kuvvetle Tebük’e kadar gidildi. Peygamberimiz, yine bu yıl içinde Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali’nin idaresinde Müslümanlara Hac yaptırdı.

Peygamberimizin Veda Haccı ve Vefatı

Peygamberimiz, hicretin onuncu yılında, yüz bini aşan İslam cemaatinin başında Mekke’ye gidip Veda Haccını yaptı. Orada mühim hutbeler irad etti ve Müslümanlarla vedalaştı. Peygamberimiz, hicretin 11 yılı Rebiü’l-Evvel ayının başlarında rahatsızlandı.

12 Rebiü’l-Evvel Pazartesi günü ağır ağır nefes almaya başladı. Kımıldayan dudakları arasından, “Namaza! Namaza! Kölelerin de haklarına çok dikkat ve riayet ediniz” dediği işitildi. Bir ara, şehadet parmağını yukarı doğru dikti, “Refik-ı A’la’ya” diyerek mübarek ruhunu Mevla’sına teslim etti.

İlahi vahye mazhar olduktan sonra 13 yıl Mekke’de, 10yıl da Medine’de Allah’ın ve insanlığın hizmetine vakfolunan tertemiz bir hayat böylece sona erdi.

Peygamberimizin Fiziki Şekli ve Şemali

Peygamberimiz, uzuna yakın orta boylu idi. Ne şişman, ne de zayıftı. Sıkı etli idi. Peygamberimizin karnı ve göğsü bir seviyede idi. Çıkık değildi. Göğsü, sırtı ve iki küreğinin arası enli, Peygamberler Hatemi olduğu, sırtındaki Peygamberlik Hateminden belli idi.

Omuzları, dizleri ve bilekleri iri kemikli idi. Bilek kemikleri uzun, el ayaları genişti. El ve ayak parmakları kalınca ve uzunca, ayakları hafif etli idi. Elleri ipek ve pamuk gibi yumuşaktı. Bütün uzuvları düzgündü. Vücudu kıllı değildi. Yalnız omuz başlarında ve pazularında biraz kıllar vardı.

Başı büyükçe idi. Saçı ne düz, ne de kıvırcıktı. Hafif dalgalı idi. Saçı kendiliğinden ikiye ayrılıp yanlarına dökülürse onları birleştirmezdi. Birleştikleri zaman da ayırmaz, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığı zaman, kulak memelerini aşardı.

Alnı açık ve genişti. Kaşları uzun ve kavisli idi. Kaşlarının ucu ince, araları çok yakındı. Fakat çatık değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki gazaplı zamanında kabarır ve görünürdü. Yanakları düzdü. Yüzü yuvarlak değildi. Ay gibi parlardı. Ağzı tabii bir büyüklükte idi. Dişleri seyrekçe idi. İnci daneleri gibi parlardı.

Boynu uzunca ve gümüş gibi aktı. Teni kırmızıyla karışık beyazdı. Teni ve elleri misk gibi kokardı. Gözleri büyükçe ve gözbebeklerinin karası pek kara idi. Gözlerinin akında ve karasında kırmızılık vardı. Kirpikleri sık ve uzundu. Burnunun iki kaş arasındaki başlangıç noktası yüksekçe ve ucu ince idi.

Sakalı sıktı. Son zamanlarda sakalında yirmi kadar ak tel vardı. Peygamberimiz yürürken ayağını sürümezdi. Adımlarını canlı ve uzun atar yüksekten iner gibi önüne doğru eğilirdi Bakmak istediği zaman, bakacağı tarafa tamamiyle dönerek bakar, etrafına gelişigüzel bakınmazdı.

Peygamberimizi birdenbire görenler, O’nun manevi vakar ve heybetinden sarsılırlar, yakından tanıyınca da O’na en derin sevgi ve seygiyle bağlanırlardı. Peygamberimizi anlatmak isteyen kişi, “Ben, ne O’ndan önce, ne de sonra, O’nun bir benzerini daha görmedim” demekten kendisini alamazdı. Yer, gök durdukça O’na ve O’nun sevdiklerine selamlar olsun!

Kaynak: M. Asım Köksal / Diyanet İlmi Dergisi / Haziran 1970 / bkz: 9-17

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.