DOLAR
19,0510
EURO
20,5023
ALTIN
1.211,97
BIST
5.031,98
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Parçalı Bulutlu
19°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
11°C
Salı Az Bulutlu
8°C
Çarşamba Az Bulutlu
11°C

Peygamber Efendimizin Şefaati

Peygamber Efendimizin Şefaati
30 Temmuz 2021 03:00
0

Şefaat, şef’ kökünden tekliğin zıddına iki şeyin yan yana olması demektir. Birinin işini görmek için onunla birlikte gitme anlamına da gelir [1].

İnsanın bilgisi az olduğu için tanımak istediği kişiyi ona, güvendiği birinin tanıtması önemlidir. Dolayısıyla insanlar arasında bu tür şefaatler olur. Allah Teala şöyle buyurur:

“Her kim iyiliğe şefaat ederse (destek verirse) ondan ona pay vardır. Kim de kötülüğe şefaat ederse onun da ondan sorumluluğu vardır. Allah her şeyi korur ve kollar (Nisa 85)”

Şefaat, saygın birinin Allah’ın yanında başkasına arka çıkması ve yardımcı olması anlamında kullanılır. İnsanın kalbini, yaptıklarını ve yapmadıklarını bilen Allah’ın huzurunda bir kimseye arka çıkılabileceğini düşünmek ona saygısızlıktır. Allah Teala şöyle buyurur:

“Öyle bir günden çekinin ki, o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmez, kimseden şefaat kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz ve kimseye yardım edilmez (Bakara 48)”

Günahlarından vaz geçemeyenler, korkularından dolayı Allah’ın yanında kendilerine yardımcı olacak güçlü birini ararlar. Halbuki, bütün gücün Allah’ın elinde olduğunu da bilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki, her şeyin hakimiyeti elinde olan, koruyan ama ona karşı korunma imkanı olmayan kimdir; biliyorsanız söyleyin? “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki, öyleyse nereden büyüleniyorsunuz? (Müminun 88-89)”

Duygularını akıllarının önüne geçiren insanlar, kendilerine şefaat edeceğini düşündükleri gerçek veya hayali kişilere kulluk ederler. Çünkü Allah’a ait bazı özelliklerin onlarda da var olduğuna kendilerini inandırmış olurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah ile kendi aralarına koydukları öyle şeye kul olurlar ki, onlara ne bir zararı olur ne de fayda sağlar. “Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir” derler. De ki: “Göklerde ve yerde, Alla’’ın bilmediği bir şeyi mi ona bildiriyorsunuz?” Allah, onların koştukları şirkten uzak ve yücedir (Yunus 18)”

Kişiyi Allah’a karşı koruyacak olanın Allah’tan güçlü olması gerekir. Bu sebeple şefaat edeceğine inanılan kişiler, birer hayali tanrı olurlar. Hristiyanlara göre İsa, böyle bir tanrıdır. Katolikler şöyle derler:

“İsa, Babanın yanında Hristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır [2]. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter[3]”

Şefaatçiler genellikle yarı tanrı yarı insan sayılır, tanrı yönüyle Allah’a, insan yönüyle de insanlara yakın kabul edilirler. Hıristiyanlar 451’de, dördüncü Ökümenik Kadıköy Konsili’nde şu kararı almışlardır:

“Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, Tanrılık açısından Baba ile, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oy birliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz [4]”

İncil’de ve Tevrat’ta böyle şey olamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rablerinin huzurunda toplanacakları günden korkanları Kur’ân ile uyar; onların Allah’tan başka ne bir dostları ne de şefaatçileri olur. Belki kendilerini korurlar (En’am 51)”

“De ki: Şefaat yetkisi, tümüyle Allah’a aittir (Zümer 44)”

“(Ya Muhammed) De ki: Ben kendime bile ne fayda ne zarar verebilecek güçte değilim; Allah vermiş başka (A’raf 188)”

Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre “Kabilenin en yakınlarını uyar [5]” ayeti inince Allah’ın elçisi şöyle bir konuşma yapmıştı:

“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. Ey Abdumenaf oğulları! Allah’ın yanında size faydam olmaz. (Amcam) Abdulmuttalib oğlu Abbâs! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. (Halam) Safiyye! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. Ey kızım Fatma! Benim malımdan dilediğini iste. Ama Allah’ın yanında sana faydam olmaz” dedi.

Şefaati reddeden ayet ve hadisler yanında, kabul eden ayet ve hadisler de vardır. Müslümanlar Kur’an’ı, Kur’an’ın gösterdiği şekilde anlama çabası içinde olmadıklarından ayet ve hadisleri doğru anlayamamakta ve tam bir kafa karışıklığı yaşamaktadırlar.

Mahşer, toplanma yeri ve toplanma zamanı demektir. İlk insandan son insana kadar herkesin toplanacağı kıyamet gününün adlarındandır. Mahşerde şefaat olmayacaktır. Müslümanlar burada ikiye bölünecek, bir bölüğü doğrudan Cennete, bir bölüğü de cehenneme gidecektir.

Cehenneme gidenleri daha sonra Cennetteki yakınları yanlarına alacaklardır. Cennette yakını olmayanları da Peygamberimiz alacaktır. İşte şefaat, cehennemde yalnızlaşan günahkar müminlerin, Allah’ın izni ile Cennetteki yakınlarının yanlarına yerleştirilmesidir. Bu konu Kur’an’da ve ilgili hadislerde açıkça anlatılmıştır.

Şu ayetler, mahşerde olacakları özetlemektedir:

“İyiler tabii ki, nimetlere kavuşacaklardır. Günahkarlar ise alevli ateşte olacaklar, hesap verme günü oraya girip kızaracaklar, oranın dışında kalmayacaklardır.

Hesap verme günü nedir nereden bileceksin!.. Gerçekten sen nereden bileceksin hesap verme gününün ne olduğunu!.. O gün, kimsenin kimse için bir şey yapamayacağı gündür. O gün bütün yetki Allah’ındır (İnfitar 13-19)”

Nimetlere kavuşacak olanlar, büyük günah işlememiş kişilerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız, günahlarınızı örter, sizi şerefli bir yere yerleştiririz (Nisa 31)”

Büyük günahlarla ilgili olarak Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur:

“Felakete sürükleyen yedi şeyden sakınınız.

Ey Allah’ın Elçisi nelerdir onlar?

Allah’a ortak koşmak, sihir, haklı sebeple olması bir yana Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir canı öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana toplu hücum yapılacağı sırada savaştan kaçmak ve kötü yolla ilgisi olmayan namuslu mümin kadınlara zina iftirasında bulunmaktır [6].”

Büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir. Konan yasakların büyüklerinden kaçınanlar, güzel bir hayat yaşamış sayılır ve daha güzeli ile karşılanırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Bu, kötü davrananları yaptıklarına karşılık cezalandırsın; güzel davrananları da daha güzeli ile karşılasın diyedir. Onlar, günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden [7] kaçınanlardır; diğer günahlar başka. Senin Rabbinin affı kapsamlıdır (Necm 31-32)”

Bunlar “yaptıklarından daha güzeli ile” karşılanacaklarına dair söz verilen kimselerdir. Bunlarla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Önceden daha güzeli ile karşılama sözü verdiklerimiz Cehennemden uzak tutulacaklardır. O büyük dehşet onları üzmeyecek, ölümsüz olarak canlarının çektiği şeyler içinde olacaklardır. Melekler “bu sizin gününüz, size söz verilen gündür” diyerek onları karşılayacaklardır (Enbiya 101-103)”

Büyük günah işlediği halde tevbe edip kendini düzeltenler de bu kesime girerler. Nitekim büyük günahların en büyüğü olan şirk günahını ilk Müslümanların çoğu işlemişti. Ama tevbe edip kendini düzeltmiş olanların bu ayetin kapsamında olacakları açıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rahman’ın kulları… Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. Haklı bir sebep[8] yoksa Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina etmezler. Kim bunları yaparsa günaha girer. Kıyamet günü onun azabı katlanır ve orada alçaltılmış olarak ölümsüzleşeceklerdir. Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder (Furkan 68-70)”

Büyük günah işleyenlerin cehennemlik olduklarını bildiren ayet çoktur. Şirk günahı işlemiş olanlar doğrudan cehenneme gireceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki, işleri en zararlı şekilde bitecek olanları bildireyim mi? Onlar bu hayatta güzel iş yaptıklarını hesap ettikleri halde yanlış yapanlardır. Onlar Rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı göz ardı edip kafir olmuşlar, yaptıkları boşa çıkmıştır. Artık Kıyamet günü onlar için tartı kurmayız. İşte onların cezaları Cehennemdir. Bu, kafir olmalarına, ayetlerimi ve elçilerimi alaya almalarına karşılıktır (Kehf 103-106)”

Şirk günahı işlememiş ama diğer büyük günahlardan işlemiş olanlar, Allah’ın koyduğu kurala göre bağışlanacaklardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı düzenine uyan kişi için bağışlar (Nisa 4/48)”

Şirkin dışındaki büyük günahlarla ilgili bazı ayetlere bakalım:

Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ölümsüz olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük azap hazırlamıştır. (Nisa 93)

Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği kimsenin davranışından farklı davranış göstermezler. Bu onların “alım satım, tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helal, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime, Rabbinden bir uyarı gelir de faize son verirse geçmişte olan kendinindir. Onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar cehennem halkıdır; orada ölümsüz olarak kalacaklardır (Bakara 275)”

“Ayetlerimizi görmezlikten gelenleri ateşte kızartacağız; derileri piştikçe başka derilerle değiştireceğiz ki, azabı tatsınlar. Allah güçlüdür, doğru karar verir (Nisa 56)”

Cehenneme çıkmamak üzere girenler sadece müşriklerdir.

Onlar Allah’ı ikinci sıraya, kendilerini veya başka bir varlığı Allah’ın yerine koydukları için müşrik, ona yoğunlaşıp Allah’ı görmezlikten geldikleri için de kafir olurlar. Dolayısıyla her müşrik kafir, her kafir de müşriktir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah kafirleri dışlamış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Oraya ölümsüz olarak sürekli kalmak üzere gireceklerdir. Onlar dost da bulamayacaklar yardımcı da (Ahzab 64-65)”

Büyük günahı olan müminler; günahları fazla ise cehenneme, sevapları fazla ise cennete gideceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“O gün tartı yapılacağı gerçektir. Kimin sevabı ağır basarsa onlar umduklarına kavuşurlar. Kimin sevabı hafif kalırsa onlar da ayetlerimiz karşısında yanlış davranmaları sebebiyle kendilerini harcamış olurlar (Araf 8-9)”

Günahı ve sevabı eşit olanlar da Cennete gideceklerdir. Çünkü şu âyetler Cehenneme, günahı ağır olanların gideceğini bildirmektedir.

“Kimin değerli işleri ağır gelirse, mutlu eden bir hayata kavuşur. Kimin de değerli işleri hafif gelirse, onun anası Haviye olur. Haviye nedir, nereden bileceksin? O, kızgın bir ateştir (Karia 6-11)”

Yapılan kötülükler bire bir, iyilikler ise bire on hesabıyla tartılır ve 10 iyilik 100 günaha denk olur. Dolayısıyla iyice günaha batmış kişiler dışında hiçbir müminin günahı ağır gelmez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kim bir iyilikle gelirse onun on katını alır. Kim de bir kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Onlara zulmedilmez (En’am 160)”

Müşrikler ve günahları ağır basan müminler, doğrudan cehenneme gireceklerdir. Mahşer yerinde her hangi bir şefaat sözkonusu olmayacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbine and olsun ki onları, şeytanlarla birlikte toplayacağız. Sonra diz çöktürerek alevli ateşin (cehennemin) çevresine getireceğiz. Sonra her toplumdan Rahmana en sert baş kaldıranları çekip ayıracağız. Cehennemde kızarmayı en çok kimin hak ettiğini iyi biliriz. Sizden oraya uğramayacak [11] yoktur. Bu, Rabbinin uygulamayı üstlendiği kesin hükümdür. Sonra kendini korumuş olanları kurtaracak, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız (Meryem 68-72)”

Şefaat, sözlükte iki şeyin yan yana olması anlamındadır [12]. Aşağıda gelecek olan âyetler, cehennemde yalnızlaşan ve oranın azabını çeken Müslümanların cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerini göstermektedir. İşte şefaat budur. Bununla ilgili âyetler şöyledir:

“Kendini koruyanlar bahçelerde ve nimetler içinde olur, Rablerinin verdikleri ile safa sürerler. Rableri onları Cehennem’in azabından korumuştur. Onlara; “Yiyin için; afiyet olsun; bu, sizin yaptığınıza karşılıktır” denir. Sıra sıra dizilmiş sedirlere yaslanırlar. Yanlarına ceylan gözlü huriler veririz. İnanmış olan, soylarından inanarak kendilerini takip edenleri, onlara katarız ama onların yaptıklarının değerini eksiltmeyiz. Herkes kendi kazandığına karşılık rehindir (Tur 17-21)”

“Kalıcı bahçelere girerler; babalarından, eşlerinden ve evlatlarından uygun olanlar da girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girer; “Sabrınızın karşılığı olarak huzur ve güvendesiniz. O dünyanın sonu ne güzelmiş! derler (Ra’d 23-24)”

Aşağıdaki ayet, cennete girmiş olanların, cehennemde bulunan bazı yakınlarını yanlarına isteyebileceklerini göstermektedir.

“O gün şefaatin faydası olmaz, Rahmanın izin verdiği kişinin, lehine söz söylenmesine razı olduğu kişi için yaptığı başka (Taha 109)”

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediği rivayet edilir:

Rasulullah (sav) dedi ki: “Ümmetimden bazıları çok sayıda kişiye şefaat eder, bazıları bir kabileye şefaat eder; bazıları kendi yakınlarına şefaat eder; bazıları da tek bir kişiye şefaat ederek cennete girmelerini sağlar”

Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir

Hadisi rivayet eden Câbir dedi ki: “Büyük günahı olmayanın şefaate ne ihtiyacı olur! [13]”

Peygamberimizin mahşer yerinde şefaat edeceğine dair sahih bir hadis yoktur.

Hadisler, ayetlerle bütünlük arz etmektedir. Bazı hadis metinlerine ilaveler yapılmıştır. Onlardan biri şu hadistir:

Ebu Hureyre’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Allah’ın Elçisi (s.a.v) et getirildi, kolu pek severdi, ona kol ikram edildi. Bir parça ısırdı ve dedi ki:

“Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Neden böyle olduğunu biliyor musunuz? Allah bütün insanları; öncekileri ve sonrakileri bir yerde toplar. Çağıran sesini işittirir, göz onları görür. Güneş yaklaşır, sıkıntı ve keder güçlerinin yetmeyeceği ve taşıyamayacakları sınıra ulaşır. İnsanlar birbirlerine şöyle derler: “Ne hale geldiğimizi görmüyor musunuz; Rabbinize karşı şefaat edecek birine bakmayacak mısınız?”

Kimileri; “Ademe gitmelisiniz”, derler.

Adem’e gelip derler ki: “Sen insanların atasısın. Allah seni eliyle yarattı ve sana ruhundan üfledi. Meleklere emretti, sana secde ettiler. Rabbine karşı bize şefaat et. Halimizi ve başımıza gelenleri görmüyor musun?”

Âdem der ki: “Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. O bana ağacı yasaklamıştı ben ona asi oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin; Nuh’a gidin!”

Nuh’a gelir, şöyle derler: “Ey Nuh! Sen insanlığa gönderilen ilk elçisin. Allah sana “çok şükreden kul” adını verdi. Rabbine karşı bize şefaat et; ne halde olduğunuzu görmüyor musun? Nuh der ki:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Benim bir dua hakkım vardı, kavmimin aleyhine kullandım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin. İbrahim’e gidin!”

İnsanlar İbrahim’e gelir derler ki: “Ey İbrahim! Sen Allah’ın peygamberi ve halk içinde onun sevdiği kişisin. Rabbine karşı bize şefaat et; şu halimizi görmüyor musun?”

İbrahim onlara şöyle der:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Ben üç kere yalan söyledim. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin! Musa’ya gidin!”

Musa’ya gelir derler ki: “Ey Musa! Sen Allah’ın Elçisisin. Allah elçilik vererek ve seninle konuşarak diğer insanlardan üstün kıldı. Rabbine karşı bize şefaat et; şu halimizi görmüyor musun?”

Musa onlara şöyle der:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Ben, öldürme emri almadan bir cana kıydım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin; İsa’ya gidin!”

İnsanlar İsa’ya gelir, derler ki:

“Ey İsa, sen Allah’ın Elçisi, Meryem’e hitaben söylediği söz ve ondan bir ruhsun. Beşikte iken insanlara hitap ettin. Rabbine karşı bize şefaat et; içinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?”

İsa onlara şöyle diyecektir:

“Bugün Rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. İşlediği bir günahtan söz etmeden, “Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin! Muhammed’e gidin!” diyecektir.

İnsanlar Muhammed’e gelir derler ki:

“Ey Muhammed! Sen Allah’ın Elçisi ve nebilerin sonuncususun. Allah, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı. Rabbine karşı bize şefaat et; içinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?” Bunun üzerine yola koyulur, Arş’ın altına gider, Rabbim için secdeye kapanırım. Derken Allah, benden önce kimseye açmadığı takdir ve övgüleri benim için açar, sonra şöyle denir:

“Ey Muhammed başını kaldır ve isteğini bildir ki, karşılansın. Şefaat et; şefaatin yerine getirilsin” Ben de başımı kaldırır; “Ya Rabb, ümmetim! Ya Rabb, ümmetim! Ya Rabb, ümmetim!” derim. Denir ki, “Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları Cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!”

Sonra Allah’ın Elçisi şöyle dedi:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki Cennet kapısının iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Himyer veya Mekke ile Busra gibidir”

Hadisteki Tutarsızlıklar

Hadis, senet yönünden sahih olabilir. Ama şu ifadeler Kur’an’a ters olduğundan tutarsızlıklarla doludur.

1-► Güneş yaklaşır, sözü tutarsızdır. Çünkü Mahşerde güneş dürülmüş, yıldızlar kararmış [14], yeryüzü Allah’ın nuruyla aydınlanmış [15] olur. Bu sebeple güneşin yaklaşması söz konusu olamaz.

2-► “… sıkıntı ve keder, güçlerinin yetmeyeceği ve taşıyamayacakları sınıra ulaşır” Sözü tutarsızdır. Çünkü büyük günah işlememiş olanlar sıkıntı görmeyeceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbimiz Allah’tır deyip dosdoğru olanlara (ölürken) melekler iner. Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin, derler. Bizler sizin hem Dünyadaki yaşamınızda hem Âhiretteki yaşamınızda dostlarınızız. Ahirette canınızın çektiği her şey sizin için, istediğiniz her şey, sizin içindir (Fussilet 30-31)”

3-► Adem’e mal edilen şu söz doğru olamaz: “O ağacı bana yasaklamıştı, ben ona asi oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim!” Çünkü o, affedilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Âdem Rabbinden uyarılar aldı [16]. Sonra Rabbi tevbesini kabul etti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.” (Bakara 2/37)

4-► “Ey Nuh! Sen insanlığa gönderilen ilk elçisin” sözü de doğru olamaz. Allah Teâlâ, Nuh (a.s) ile beraber 18 peygamberin adını saydıktan sonra şöyle buyuruyor:

“Bunların babalarından, soylarından ve kardeşlerinden de seçtik ve onlara doğru yolu gösterdik. Bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebilik verdiğimiz kimselerdir (En’âm 83-89)”

Nuh aleyhisselamın babalarından Peygamber varsa, o ilk peygamber olamaz. Zaten Meryem Suresinin 56. ayetinde Nuh (a.s)’ın babalarından İdris’in nebi olduğu bildirilmektedir.

5-► İbrahim (a.s)’ın “üç kere yalan söyledim” diyecek olması da kabul edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İbrahim tek başına bir topluluk gibiydi. Allah’a boyun eğerdi, hep doğruya yönelirdi; müşriklerden olmamıştı (Nahl 120)”

6-► Musa (a.s); “Ben, öldürme emri almadan bir cana kıydım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Başkasına gidin” diyemez; çünkü Allah Teâlâ onu affetmiştir. İlgili âyet şöyledir:

“(Adamı öldürdükten sonra Musa) dedi ki; Rabbim, kendimi kötü duruma soktum, beni bağışla. Allah da onu bağışladı. O, çok bağışlar, ikramı boldur.” (Kasas 16)”

7-► Mahşerdeki bütün insanlar şefaat beklerken Peygamberimizin “Ümmetim! Ümmetim! Ümmetim!” diye şefaat talep etmesi hadisin üst tarafına ters düşmektedir.

8-► “Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları Cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!” sözü kabul edilemez. Çünkü bunlar zaten, cehennemden uzak tutulacak ve doğruca cennete gidecek olan kişilerdir. Halbuki Peygamberimiz, “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuştur.

9-► Bu hadisin, Müslim’de yer alan rivayetinde geçen şu ifadeler Kur’an’da ki şefaate uygun düşmektedir:

“… Sonra şefaat ederim, benim için bir sınır çizilir; onları Cehennemden çıkarır Cennete sokarım. Sonra dua eder, secdeye kapanırım. Allah beni, bir süre öyle bırakır. Sonra “Muhammed, başını kaldır; söyle, sözün dinlensin. İste, yerine getirilsin. Şefaat et, şefaatin kabul olsun denir.” Denir. Başımı kaldırır, bana öğrettiği şekilde Rabbime hamd eder, arkasından şefaat ederim. Bana bir sınır çizilir; onları cehennemden çıkarır cennete sokarım. Derim ki, Ya Rab, Kur’an’ın bıraktıklarından yani ebedi olarak orada kalacaklardan başka kimse cehennemde kalmadı [17].”

Not: Valla onu bunu bilmem ama şefaate güvenerek hareket edecek olursan ve bu mantığa göre bir hayat yaşayacak olursan eğer akıbetinden korkulur. Bizlere düşen emirler neyse, yasaklar neyse bu doğrultuda hareket etmektir. Gerisi takdir-i ilahidir. Ama şefaate gerek kalmadan Allah’ın affına nail oluruz, ama izin verdiği şefaate istinaden affa nail oluruz. Orası Allah’ın bileceği bir iştir. Bize düşen şefaate güvenmek değil asıl ona inanmaktır

Yazar : Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır

Kaynak: Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Bs., İstanbul, 2010, s: 171-184.

[1] Mekâyîs, Müfredât, ; [2] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519. ; [3] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634. ; [4] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467. ; [5] Şuarâ 26/214 ; [6] Buhârî, Sahih, vesâyâ, 23; Müslim, Sahih, İman. ; [7] Fuhuş çeşitleri diye tercüme ettiğimiz kelime fevâhiş’tir; fuhuş’un çoğuludur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Kur’an’a göre zina ve erkek erkeğe ilişki fuhuştur. Üçüncüsü kadın kadına yaşanan sevicilik olabilir. ; [8] – Kur’an’ın haklı saydığı bir sebep. ; [9] Müfredat. ; [10] Mekâyîs’ul-luğa. ; [11] Buradaki vârid = وَارِد su ba؛ına giden” (Müfredât) kelimesinden hareketle, ayette, cehenneme girmekten değil, çevresinde toplanmaktan sِz edildiği, zaten; “Sonra diz çِktürerek cehennemin çevresine getireceğiz” âyetinin bunu gِsterdiği iddia edilir. Cehennem sِzlükte, tutu؛turulmu؛ ate؛ demektir (Müfredât). Dolayısıyla ahiretteki cehennemin içi, cehennemlerle dolu olacaktır. Vârid = cehennem ile birlikte kullanılınca suya gider gibi cehenneme gidenleri ifade eder. Bir âyet ؛ِyledir:“Firavun kıyamet günü halkının ِnüne dü؛ecek, suya gِtürür gibi onları ate؛e gِtürecektir. Ba؛ına varılan su ne kِtü sudur!” (Hud 11/98) ; Bu kelime, cehenneme girme anlamına da kullanılmı؛tır. İlgili âyetlerden biri ؛udur:َ“Siz ve Allah’tan ba؛ka kulluk ettikleriniz cehenneme atılacak ؛eylerdir. Hepiniz oraya gireceksiniz.” (Enbiya 21/98).Sonuç olarak günahı çok olan Müslümanlar da tutu؛turulmu؛ cehennem ate؛inin çevresinde toplanacaklardır. ; [12] Mekâyîs ; [13] Tirmizi, Sünen, Kıyâmet 12, (2436) ; [14] Tekvîr, 81/1-2. ; [15] Zümer 39/69 ; [16] Allah, Adem’i nasıl uyardığını Araf Suresinde açıklamaktadır: ; [17] Müslim, İman, Ednâ ehl-il-cenneti menzileten, 322 – (193)

Kaynak

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.