Oruçlu bir kimse yalan söz, gıybet, söz taşımak, yalan yere yemin, harama bakmak gibi davranışlardan uzak durur, uzak durmalıdır. İman konusunda birinin inandığı ve tebliğ ettiği esaslar ne ise, diğer bütün Peygamberlerin kabul edip telkin ettikleri aynıdır. Bunun gibi bütün Peygamberler ve onlara uyan müminler, Cenab-ı Hakk’a ibadetle mükellef ve müşerref kılınmışlardır.
Önceki Peygamberler ile onlara uyan müminlerin ibadetlerinin asılları Kur’an ve Sünnet’in beyanları ile bilinmektedir. Fakat onların ibadetlerinin keyfiyetlerini bütün tafsilatı ile bilme imkanına sahip değiliz.
Orucun farz olduğunu beyan eden ayet-i kerimelerde meal olarak şöyle duyurulmuştur:
Görülüyor ki oruç, Hz. Muhammed’e ve O’nun ümmetine farz kılındığı gibi önce gelip geçmiş olan Peygamberlere ve onlara tabi olan insanlara da farz kılınmıştır. Bundaki asıl hikmet, Cenab-ı Hakk’a kulluk görevinin yanında oruç sebebi ile insanların fenalıklardan korunmaları ve takvaya sahip olmalarıdır.
Bu ibadetin tam ve kamil olması; insanın takati ölçüsünde bütün kötülüklerden sakınması ve haram olan şeylerden uzak kalması ile olur. Bunun içindir ki;
Oruç ibadetinin manevi ecrinin çok büyük olduğu Resul-i Ekrem tarafından bildirilmiş ve kudsi bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
Aslında bütün ibadetler Cenab-ı Hakk’ın rızası ve O’nun Zat-ı Kibriyası için yapılır, ibadetler arasında oruç için Cenab-ı Hak tarafından “O benim içindir.” buyurulmasının hususiyle iki hikmeti vardır.
Diğer ibadetler ise böyle değildir. Görünürde onların birtakım eda tarzları vardır ki, bazı durumlarda gösteriş karışma ihtimali olabilir. Fakat insan oruçlu iken birçok arzularını Rabbinin rızası için terk etmiş olduğuna Cenab-ı Hak’tan başka kimse muttali olamaz.
Oruç takva sahiplerini, nefs muhasebesinde ve mücahedesinde bulunanları, kötülüklerden koruyan manevi bir kalkan, iyi insanların ve mukarriblerin (Cenab-ı Hakk’ın rızasına manevi yakınlık kazanmış olanlar) riyazat düsturudur. O, sadece Alemlerin Rabbi olan Allah’ın emri ile ve O’nun rızası için yerine getirilir.
Yüce Allah’ın emirlerine uyarak rızasını kazanmak için insanın alıştığı ve sevdiği şeyleri terk etmesi büyük bir mazhariyettir. Bunun içindir ki, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
Oruçlu için iki büyük sevinç vardır:
Akl-ı selim sahiplerinin bu fayda ve hikmetleri her zaman müşahede etmesi mümkündür. Orucun farz kılınmasında ki hikmetlerden birkaçını burada zikredeceğiz;
1 — İnsan, dış tesirlerden biraz uzak kalıp iyi düşündüğü zaman, ihtiras ve diğer behîmî arzuların kendisini kemale götürecek yollardan uzaklaştırmakta olduğunu anlamakta güçlük çekmeyecektir. Bunları mutedil bir duruma getirmek için çareler araştırmak zaruretini içinde duyar.
Yine insan çok kere şu gerçeği iyi bilir ki, kendisinde mevcut duygu ve isteklerini akl-ı selimin ölçülerine tabi kılması, onun için büyük bir yükselme ve kemal olacaktır. Fakat kendi tabiatının her zaman bu kaidelere uymayacağını da bilir. Bunun için de kendisini eğitici birtakım kaidelere uymak ve böylece hırçınlıklardan uzak kalmak ister.
Halbuki oruç, Cenab-ı Hakk’ın emri ve bir ibadet olarak yerine getirilir. Bununla beraber insan ruhunu en güzel şekilde terbiye eder. Oruç, insanı yukarıda işaret edilen ve matlub olan neticeye en makul bir tarzda ulaştırır.
2 — Büyük bir ibadet olan oruç, insanın meleklere benzemesini sağlar, insanda mevcut meleki vasıfları kuvvetlendirir. Onun ruhunu arındırır. Behimi arzularını frenler, bu arzuları akl-ı selimin murakabesine tabi tutma imkanını verir. Böylece insanda güzel duygu ve düşünceler inkişaf etmeğe başlar.
Kendisi ile lüzumsuz tartışmada bulunan kimselere sâdece, “Ben oruçluyum” demekle yetinir. Açlık ve susuzluk gibi külfetlere alışmış olup bir nevi perhiz yapmakla sıhhatini tanzim eder. Kendisini taat ve ibadete alıştırmış olur. iradesini kuvvetlendirir, en makul ölçüde sabır ve tahammül faziletini elde eder. Oruç insanda ahlaki faziletlerin inkişafını temin eder. Kalplerin takvasına yardımcı olur.
Oruç insana; sözlerinde doğru, ahitlerinde vefalı, bütün işlerinde ihlas ve samimiyet sahibi olma, emanetleri koruma, en şiddetli hadiseler karşısında bile sebatlı, sabırlı olma ve akl-ı selime uygun ve teenni ile hareket etme alışkanlığı kazandırır.
Cenab-ı Hakk’a karşı ahitlerinde sadık olan ve daima O’nun murakabesinde bulunmak gibi yüksek bir düşünceye sahip bulunan, kimsenin insanlar ile olan muamele ve münasebetlerinde bunun aksine hareket edeceği düşünülemez.
Oruçlu bulunan bir kimse kendi alın teri ile kazandığı helal malını Rabbinin emrini yerine getirmek ve O’nun rızasını kazanmak için yemekten uzak kalmaktadır. Kendi helal malını ihtiyacı olmasına rağmen yemekten sakınan ve ahlaken bu kadar yükselen bir kimsenin başkalarının malını veya haram olan bir şeyi irtikab etmesine imkan yoktur.
3 — Oruç insana nimetlerin kadrini bilme imkanını da verir. İnsan nimetlerin içinde olduğu için çok kere onların değerini düşünmez olur. Fakat oruç sebebi ile o nimetlerden mevcut olmalarına rağmen faydalanamadığı zaman kıymetlerini daha iyi takdir eder. Bu defa onları yerli yerince sarfetmede, israftan kaçınmada ve bu nimetlerin şükrünü eda etmede ihmâl göstermez.
Mükellef olan ferdin Cenab-ı Hakk’a karşı yerine getirmeye çalıştığı bir ibadet, aynı zamanda ahlaki nezaketin, içtimai yardımlaşmanın, tesanüd, huzur ve sükunun mihrakı oluyor. Böylece;
mealindeki ayet-i kerime çok daha açık olarak anlaşılmış olur. Gıptalar olsun, bu ibadeti layıkıyla ve şer’î hikmetlerine uygun olarak yerine getirmeye muvaffak olan müminlere!..
Kaynak: Lütfi Doğan / Diyanet İlmi Dergisi / Eylül 1970 / bkz: 259-262
(1-Bakara Süresi 183) (2-Bakara Süresi 185)