Aslında tahammül etmeyi öğrenmek çok önemlidir. Bu aynı zamanda bir ahlak unsurudur. Herkes birbirini sevmek zorunda değildir. Ancak farklılıkları kabul ederek geçinme gayreti göstermek, toplumsal yaşam için bir zarurettir.
Karşımızdakini değiştirmeye çalışmaktan ziyade onu olduğu gibi kabul etmek, aslında iyi geçinmek için de önemli bir ilkedir. Bu yöntemi Hz Muhammed’in de hayatında uyguladığını görüyoruz.
O, muhatabının özelliklerine göre davranırdı. Şayet bir çocuksa muhatabı kuşu öldüğünde onu ziyarete gider hal hatır sorardı. Veya bir yaşlıysa karşısındaki kişi, ona latife yapar ve onun haline göre muamelede bulunurdu. Farklılıkları gözeterek davranışlarımızı biçimlendirmek, insani ilişkilerde sağlıklı bir iletişim kurulması ve güzel geçim için esastır.
Farklı mizaçlara tahammül ve hoşgörü, kişiyi geliştiren bir tutumdur. Yaratılanı Yaradan’dan ötürü hoş görmek, hem dinimizin hem de kültürümüzün temelini oluşturur.
Yüce Allah, Kur’an da “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarına girer… (İsra Süresi 53) buyurmaktadır.
Tatlı dilin insan üzerindeki etkisi inkar edilemez. Güzel ifadeler kişide olumlu duyguların yeşermesini sağlar. Bu da aralarında yakınlığa sebep olur. Hz Peygamber bunu hayatında tatbik etmiştir. Torunlarına;
Cennet kokusu, Gözümün nuru, Reyhanlarım diye hitap etmiştir. Ailesi ve arkadaşlarına hitabında da hep güzel sözleri tercih etmiştir.
İnsanlar arasındaki bazı geçimsizliklerin olumsuz bir
dil kullanılmasından kaynaklandığını görüyoruz. Cenabı Hak, Hz Musa ile Hz Harun’a tebliğ görevini verirken kullanılan dilin önemine dikkat çeker.
Firavun gibi ilahlığını ilan etmiş, halkına zulmeden bir kralla dahi konuşma üslubunu Kur’an’da şu şekilde görmekteyiz;
Aslında bu yöntem tüm peygamberler tarafından uygulanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, Hz Muhammed’e hitaben; “Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi… (Al-i İmran Süresi 159)” buyrulmaktadır.
Bu ayetler yumuşak üslubun ehemmiyetini ve nebevi bir yöntem olduğunu da göstermiş oluyor bizlere.
İnsan olarak herkesin hata ve kusuru vardır. Başkalarının hataları yerine kendi kusurlarıyla meşgul olan kişi, daha faydalı bir iş yapmış olur. Böylece hem kendini düzeltme imkanı bulur hem de insanlarla olan ilişkisi daha güzelleşir.
Herkes kendi hatalarının unutulmasını ister. Başkaları tarafından kusurlarının ortaya çıkarılması kişiyi mahcubiyete düşürür. Toplumda huzur ve barışı bozar. Arkadaşlık ve aile ilişkilerini bitirir. Kusur aramayı alışkanlık haline getirenler toplumda geçimsiz ve sevilmeyen kimseler olurlar.
İnsanlar arası ilişkilerde hoşgörü, hayatı kolaylaştırır ve yaşanabilir kılar. Çünkü insan sürekli hata yapabilen bir varlıktır.
İnsan ilişkilerinde olumsuz duygular geçimsizliği artıran faktörlerdendir. Özellikle öfke pek çok problemin kaynağıdır.
“Onlar (takva sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları afederler. Allah işini güzel yapanları sever (Al-i İmran Süresi 134)” ayetinde öfkeyi yenmenin kişiyi takva ehli yaptığı vurgulanmaktadır.
Güzel geçinmek isteyen herkes öfkesini yenmeyi öğrenmelidir. Bunun önemini Hz Peygamber’in bir ifadesinden daha iyi anlıyoruz. “Güçlü kimse
insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisine hakim olandır”
Sabırlı olmak, öfkeyle hareket etmemek pek çok meselenin büyümeden hallolması için en temel prensiptir.
Şüphesiz çevresindeki insanlarla iyi geçinmek isteyen herkesin empati yapmayı da bilmesi gerekir.
Hz Muhammed’in “Sizden biri, kendisi için istediğini (Müslüman) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz” derken aslında bunun öneminivurguladığını görmekteyiz.
Geçim tabii ki tek taraflı bir durum değildir. Karşılıklı olarak gösterilecek gayretle mümkün olabilir. Güzel geçinme isteği olmayan bir insanla uzlaşmaya çalışmak şüphesiz hem yorucu hem de netice itibariyle çok zordur.
İnsan sosyal bir varlıktır. Bunun için yalnız başına hayat sürdüremez. Bu yüzden diğer insanlarla işbirliğine ihtiyaç duyar. Beşeri ilişkilerde saygıyı ve mesafeyi koruyarak toplumsal huzurun sağlanması mümkündür. Kur’an’da insan mahlukatın en şereflisi olarak zikredilir.
İnsanı yaratan ona değer vermiştir. İşte bu değerin bilinmesi gerekir. Başkalarına değer vermeyenin değer beklemesi abestir. İnsanların iyi geçinmesi aslında dini bir vazifedir. Muamelat İslam’ın üzerinde çokça uyarı yaptığı bir alandır. Allah’ın yarattığı bir kul olması bile muhatabımıza karşı tutumumuzu belirlemede esas olmalıdır.
Hayat yolculuğunda yanımızdaki kişiler, aslında bizim yaşamımızın şahitleridir. Bu şahitlik sadece bu dünyada değil ahirette de bizim için önemlidir. Bu hakikatten hareketle etrafımızdaki insanlarla iyi geçinme gayreti içinde olmalıyız. Hiç kimse hayatın güzelliklerini veya acılarını tek başına yaşamak istemez.
Daima dayanacağı bir insan, konuşacağı bir dost arar. Aslında aradığımız kadar aranan dost, arkadaş, eş, kardeş olabilmektir önemli olan.
Yetişkinlik döneminde bu davranışların değiştirilmesi çok zordur. Çocukluk bu anlamda hayatın en önemli dönemidir. Şayet böyle uyum problemleri yaşayan çocukların ebeveynleri erkenden bunu fark etmişlerse pek çok şey yapabilirler. Henüz çocukken arkadaşlarıyla geçinemeyen birinin ilerleyen yıllarda bu sıkıntısının devam edeceğini bilmemiz gerekir.
Bu konudaki problemi erkenden fark etmek belki de ilerde yaşanabilecek sıkıntıları daha başında ortadan kaldırmaya vesile olabilir. Ayrıca ebeveynler kendi aralarındaki ilişki biçimleri ile de çocuklarına örnek olmaktadırlar.
Peygamber Efendimiz Hz Muhammed’in (s.a.v) ailesine olan tutum ve davranışları şüphesiz bizim için en güzel örnektir. O, ailesiyle olan münasebetlerinde daima güler yüzlü, hoşgörülü ve afediciydi. On yıl Hz. Peygamber’in yanında kalan Enes b. Malik (r.a.), Hz. Muhammed’i anlatırken;
“Onun kadar ailesine şefkatli ve merhametli olan bir kimseyi hayatım boyunca görmedim” demiştir
Kaynak: Lütfiye Gülay Bilgin / Diyanet Aile Dergisi / Haziran 2018 / bkz: 7-9