!-- Petal Search Webmasteer -->
Bu özelikleriyle bir anlamda bencil olduklarını söyleyebiliriz. İnsan da diğer canlılar gibi bu temel özelliklere sahiptir. Bilhassa çocuğun davranışlarında bu daha iyi gözlemlenir. Çünkü çocuk, paylaşma eğilimine sahip değildir.
Ele geçirme ve sahip olma arzusu onun davranışlarını tayin eder. Ancak büyüdükçe kendi bencil menfaatleri yanında başkalarını da düşünmeye başlar. Bu aldığı eğitime ve ahlaki değerlere bağlı olarak kişiden kişiye fark eder. Böylece onu diğer canlılardan ayıran bir temel yönü, yani ahlaki davranışlarda bulunabilme meziyeti gelişir.
Ancak belirtmek gerekir ki insan ne kadar eğitilirse egitilsin bencil eğimlerini tümüyle gideremez. Yaşadığı müddetçe genlerine kodlanmış olan bu temel karakterin etkisinde hayatını sürdürür. Kısaca eskilerin dediği gibi “önce can, sonra canan” demeye devam eder.
Ben merkezci ve egoist kelimeleri de bencille aynı manalarda kullanılmaktadır. Bu kavramların tanımladığı insan tipi ahlaki anlamda bir sapmaya atıfta bulunur. Çünkü bunlar, paylaşma diğerkamlık ve özveride bulunmaya yabancı kimselerdir.
Bencilliğin bir sonraki aşaması, yani narsist kişi tedavi edilmesi gereken anormal bir yapıyı ortaya koyar
Dolayısıyla o, fedakarlıkta bulunma hissinden de yoksundur. Hep kendisini merkezde görür. Başkaları ona alkış tutmalı ve hizmet etmelidir. Ancak onun hiç kimseye karşı böyle bir sorumluluğu yoktur. Yine insanlar onun ayağına gitmeli, fakat o kimseye karşı tenezzül etmek mecburiyetinde değildir.
O adeta güneş gibidir, diger insanlar da onun etrafında dönen uydu mesabesindedir. Onun içerisinde bulunduğu hareket veya mensup olduğu düşünce mahza hakikatin kendisidir. Ancak onun yer almadığı fikir ve yönelişlerin doğruluktan nasipleri yoktur. O adeta doğruluğun ölçüsüdür Başkalarına rahatsız etme hakkına sahiptir.
Ancak kendisinin rahatsız edilmesi suçtur. Meclislerde onun baş köşeye oturma önceliği vardır. Başkalarını eleştirebilir, fakat sakin onu eleştirmeye kalkışmayın, en büyük hatayı işlemiş olursunuz. Başkalarını eleştirirken son derece acımasızdır, ancak kendisine gelince bir o kadar müsamahakardır.
O, insanların kusurunu topluluğun içerisinde söyleme hakkına sahiptir. Ne var ki onun kusurunun böyle bir ortamda söylenmesi kıyametin kopması demektir. Kısaca o insanlarla beraber yaşama lütfunda bulunan, ama aslında onların fevkinde ayrıcalıklara sahip biridir.
Bu özelliği le yaşadığımız zamanlar, bencilliğin beslendiği ve palazlandığı dönemler olmuştur. “Ben”in arzu ve istekleri adeta yüceltilmekte ve kutsanmaktadır. Bu özelliği ile çağdaş insan, fedakarlık ruhundan uzak arzu ve kaprislerinin tutsağı olmuştur. Heva ve heveslerinin ardından şuursuzca koşmaktadır.
Tarihte belki de ilk defa insan egosu bu denli kontrolden çıkmış ve insanı uçuruma doğru sürüklemektedir. Kapıldığı bu akıntıdan ve talihsiz gidişattan onu kurtaracak olan, herhalde kendi yuvasına ve asli değerlerine dönmesinden başkası olamaz.
İlahi dinler, bir çok olumsuzluğun kaynağın oluşturan bencillik hastalığını daima terbiye etmeyi hedeflemişlerdir. Bu bağlamda insan, hem cinslerinin derdiyle dertlenmeye, özveride bulunmaya, şefkatli ve merhametli olmaya çağırmıştır. Hasbilik ulaşılması gereken bir ideal olarak onun önüne konulmuştur.
Bencil duyguların doğuracağı olumsuz sonuçlardan korunmakla, ancak kurtuluşa ereceği kendisine telkin edilmiştir. Yine “birr”, insanın ulaşması gereken bir hedef olarak gösterir. Bu insanın, nefsinin tutsaklığından kendini kurtarıp diğer benliklere açılması, onların derdiyle hemdert olması, acılarını paylaşabilmesi ve onlar uğruna sevdiği şeylerden vazgeçebilmesidir.
Bencil insanın Kur’an dilinde zıddının, “birr’e ulaşan kimse olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu, sevdiği şeyleri kendisine ayıran ve kendisini önceleyen değil başkası için harcayabilen insandır
Demek ki,
Dolayısıyla moda tabirle yaşam mücadelesi veren değil yaşatma mücadelesi verenlerden olmamız gerekmektedir. Hayat ancak bu şekilde anlamlı olabilir çünkü.
İşte bu soruların cevabı, bizim nerede durduğumuzu belirlemek açısından büyük önem arz etmektedir İlahi kelam, Allah’ın has kullarının bunları yaparken muhataplarından hiçbir karşılık beklemediklerini beyan eder. Onlar, hayat felsefelerin şu şekilde terennüm ederler:
İslam tarihinden fedakar ve merhamet sahibi insan modelinin sayısız örneğini vermek mümkündür. Ancak Kur’an’ın ebedileştirdiği Ensar’ın yardım severliği herhalde bunlar arasında müstesna bir yere sahiptir. Onlar, Mekkeli Müslümanların Medine’ye gelmelerinden önce İslam’a girmiş olan kimselerdir.
Medine’ye hicret edenler bütün şefkat ve merhametleri ile kucaklayarak evlerini ve servetlerini kardeşleriymiş gibi onlarla paylaşmışlardır. Kur’an bu tabloyu şu ifadelerle ebedileştirir:
Ayetin nazil oluşuyla ilgili olarak birçok hadis kitabında geçen şu olay nakledir;
Yine ayette geçen “İsar“, yani mümin kardeşini kendine tercih etme bağlamında şu ibretamiz olay anlatılır;
Resulüllah’ın sahabelerinden birine bir koyun kellesi hediye edildi. O da “kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır” dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına, derken bu şekilde tam yedi ev dolaştı. Nihayet yine öncekine dönüp geldi. İşte bu olay üzerine
Ayet, kurtuluşa erenlerin cimrilik ve bencillikten kendini koruyanlar olduğu ifadeleri ile son bulur Bu anlamda “müflih” kelimesi, engelleri yarmak onları aşıp geçmek manasına gelmektedir. Dolayısıyla mümin, modem hayat felsefesinin telkin ettiği “insan, insanın kurdudur” anlayışını bir tarafa bırakıp, bencilliğin önlerine çıkardığı engel ve tuzaklan yarıp geçen ve sonsuz mutluluğa erme yolunda isarı kendisine ilke edinen kimsedir
Kaynak: Doç Dr: İbrahim Hilmi Karslı (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi) / Diyanet Aylık Dergisi / Aralık 2009 / bkz: 46-47