Muhkem ve Müteşabih Ayetlerin İçeriği ve Konusu: Kur’an-ı Kerim de anlamı açık ayetler olduğu gibi anlamı kapalı yani tam olarak ne anlama geldiğini anlayamayacağımız ayetler de vardır. Kaldı ki anlamı açık olan, emir kipi bildiren ve anlamı tek olan ayetlere ‘muhkem ayet’ denirken; aynı şekilde üzeri kapalı ve manasını tam olarak bilemediğimiz ve birden çok manaya gelen ayetlerede ‘müteşabih ayetler‘ denmektedir.
Bunlara örnek verecek olursak eğer; Namazın, orucun, zekatın, haccın farz kılınması ve yerine getirilmesi, gıybetten, dedikodudan, koğuculuktan uzak durulması gibi.
Müteşabih ayetlere gelince ise; Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde Allah isterse, Allah dilerse, Allah izin verirse, yada “Allah sözün en güzelini, ayetleri birbirine benzer ve ikişer ikişer olarak bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. O Kur’an Allah’ın bir hidayet rehberidir. Allah onunla dilediğini hidayete kavuşturur ve her kimi ki, Allah sapıklığa düşürür, artık onun için bir yol gösterici yoktur (1)” ayetinde olduğu gibi.
İşte bu ayetler hangi olaylar akabinde nazil oldu yada insanların böbürlenmemesi, kibirlenmemesi ve kendini yüksekten görmemesi gibi anlam mı taşıyor veyahut başka bir anlam mı taşıyor orasını bilemeyiz ama tüm bu müteşabih ayetlere şöyle bir yaklaşımda bulunabiliriz ki Kadere iman ile müteşabih ayetler birbirini tamamlamaktadır.
Belkide Kadere İmanın anlam ve önemi de buradan kaynaklanmaktadır. Müteşabih ayetlere iman edeceksin ama üzerinde fazla kafa yormayacaksın. Aynı şekilde Kadere’de iman edeceksin ama üzerinde fazla durmayacaksın. Allah’tan gelen başım gözüm üstüne deyip çıkacaksın kenara kısacası.
O zaman muhkem ayetlere uymayıp, yerine getirmeyip de neden müteşabih ayetlere takılıyorsunuz? Adam günah işliyor benim kaderim buymuş diyor. Allah izin vermese idi bunu yapmazdım diyor. Misal veriyor o kendini akıllı sanan kardeşimiz: Allah kötülüğü sevmediği halde bir kişi birisine tecavüz ederken neden buna izin veriyor ve ayeti de delil gösteriyor:
Allah izin vermezse birşey yapamazsınız vb gibi ayetlerle. Sanki Allah onu değil -haşa- o Allah’ı imtihan ediyor yada bunun için dünyaya gönderildi. Gerçi bu konulara teferruatlı bir şekilde kaderle ilgili meseleler de değindiğim için sözü fazla uzatmadan asıl mevzumuza dönmek isabetli bir karar olacaktır:
Muhkem ayetler dururken ve bunları uygulamak varken ne diye anlamını sadece Allah’ın bildiği müteşabih ayetlerin peşine düşüyorsunuz yada bu ayetler hakkında tartışıyorsunuz? Oysa bunu yani Kur’an ayetleri hakkında tartışmayı, münazara etmeyi Allah Resulü (s.a.v) yasaklamadı mı? Rivayet edilen bir hadis-i şerifte olaylar şu şekilde cereyan etmektedir:
“Sahabeler bir gün kader konusunda konuşurken ve aralarında münazara ederken Peygamber Efendimiz (s.a.v) öfkeli bir şekilde sahabelerin yanına gelerek buyurdu ki: Ey kavmim! Sizden önceki yaşayan ümmetler bu yüzden sapıttılar ve bu yüzden yoldan çıktılar. Kendilerine gönderilen Peygamberlerinin sözlerine uymadıkları için ve kendilerine indirilen kitabın bazı ayetlerini bazı ayetleri ile çarpışacak şekilde yorumladıkları için helak oldular.
Şimdi sizlerde Kur’an’ın bazı ayetlerini başka ayetleri ile çelişecek şekilde konuşuyorsunuz. Oysa Kur’an bunun için inmiş değildir. Tam aksine Kur’an; İçerisinde bulunan ayetleri birbirini destekleyecek ve tamamlayıcı mahiyette ve şekilde inmiştir. Kur’an’ın anladığınız kısmı ile amel ediniz, size kapalı gelen yani anlamını anlayamadığınız müteşabih yerlerine -ayetlerine- de iman ediniz buyurmuştur.
Bu konuya istinaden İbn Kesir‘in dediği gibi: “Kişinin bilmediği şeyde susması vacip olduğu gibi, bildiği şeyde konuşması da vaciptir”. O zaman müteşabih ayetlerin anlamını tam manasıyla Allah’tan başka bilen kimse olmadığına göre, bu ayetler hakkında susmak vaciptir.
Nitekim başka bir hadis-i şeriflerinde Resulüllah (s.a.v): Kur’an üzerinde tartışmak küfürdür demiştir ve başka bir hadis-i şeriflerinde ise Resulüllah (s.a.v): Dolayısıyla ondan (kur’an’dan) bildiğinizle amel edin, bilmediklerinizi ise bilenlere götürün demiştir.
“Kur’an’ın bir zahiri, bir batını, bir sınırı, bir de görünmeyen zirvesi vardır. Onun zahiri Arapça bilenlere, batını yakini iman sahiplerine, sınırı Zahir ehline, görünemeyen zirvesi ise Eşraf ehli olan Allah dostu, korku makamına ermiş ariflere mahsustur (2)”
Oysa o üstü kapalı ayetlere iman etmekle yetinmeyip de üzerinde tartışanlara ve fikir yürütenlere yüce Allah yine başka bir ayet-i celilesi ile en güzel cevabı şu şekilde vermiştir: “Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’an’da, her türlüsünden temsiller getirdik, Fenalıkların bütün nevilerinden sakınmaları ümidiyle her türlü tenakuz ve çelişkiden uzak, dosdoğru ve Arapça bir Kur’an olarak indirdik (3)”
(1-Zümer Süresi 23) (2-Ebu Talib el-Mekki / Kalplerin Azığı / C:1 / bkz: 179) (3-Zümer Süresi 27-28)