Mehmet Akif, şair, içtimaiyatçı ve vaizlik gibi vasıfları şahsında toplayan, ilhamını dinden, vatan sevgisinden alan, kalemine kudreti halden alan, aruzu millîleştiren bir şahsiyettir. Hayatı boyunca nefsinden feragat etmek suretiyle vatan ve millet uğrunda kendini harcamaktan asla çekinmeyen, eğriliğe hiç tahammülü olmayan, duyduğu ızdırapları nazımla dile getiren, dürüst, mütevazı, mudakkik ve mütefekkir bir zattır.
İstiklal mücadelesinin en çetin ve sıkışık bir safhasında milletin hissiyatına teıcüman olmuş, gönülleri fethetmişti. Evet O’nun, İstiklal Marşındaki;
kıtası ne kadar manalıdır. Matbuat aleminde ilk intişar eden şiiri “Kur’an-ı Kerim’e hitab” manzumesi olmuştur. Resimli Gazetede bazı şiirleri çıkmıştır. 1500 kadar olan bu şiirlerini Safahat’ına almamıştır. Ancak Meşrutiyetin ilanından sonra Sırat-ı Müstakim’de ve Sebilü’r-Reşad mecmuasında, içinde bulunduğu cemiyetin yaşantısını nazımla yazmaya başlamıştır.
Böylece bu mecmualarda çıkan şiirlerini Safahat adiyle bir kitapta toplamış ve bastırmıştır. Safahat, yedi kitaptan müteşekkildir.
12.000 mısrası bulan Safahat umumiyet İtibariyle tasvir ve tahkiye tarzındadır. Onun nazımlarında aruzu bir balmumu gibi, istediği kalıba sokmuş ve tabiileştirmiştir. Aruz , onun nazımlarında millileşmiştir.
İhamını dinden ve vatan sevgisinden alan büyük şair Mehmet Akif Ersoy, en temiz bir Türkçe ile Süleymaniye kursusunda hitabetmiş, Fatih kürsüsünde de iki arkadaşı Fatih yolunda ne güzel konuşturmuştur. Kürsü bulamadığı zamanlarda da bulunduğu yerden seslenmiş ve milletini uyandırmıştır.
Nazımlarında, başımıza gelen bütün felaketlerin dinden uzaklaşmamızdan ileri geldiğini dile getirmiştir. İstiklal Harbi sırasında Yunanlıların işgal ettikleri yerlerden ve bilhassa Bursa ve Balıkesir’den gelen acı ve elim haberlerden müteessir olan İslam şairi Mehmet Akif, Safahat’ının yedinci kitabı “Gölgeler” adını taşıyan eserinde “Bülbül” adlı manzumesinde, heyecan ve ruhlarımızı dalgalandırmaya bir vesile olmuştu.
Bülbül’den bazı parçaları şöyledir:
Devamla:
Nihayet devamla:
Mehmet Akif, şair olduğu kadar da içtimaiyatçı idi. İçtimai dertler O’nun kafasında nazım haline gelirdi. Mahalle kahvesine girmiş, gördüğünü dile getirmiştir. Köse İmam’ın evinde ne güzel konuşmuştur. Köfeci çocuğun ızdırabını ne güzel duyurmuştur. Bayram meydanında sevinen çocukları ne güzel canlandırmıştır. Meyhanelerin dumanlı havasında tütsülenen kafaları ve bu yüzden çözülen ve sönen ocakları nazımla ne güzel ifade etmiştir.
Balıkesir’de Zağnos Paşa, Kastamonu’da Nasrullah Camii Şeriflerinde ve Kastamonu kazalarında yapmış olduğu vaazları, milli mücadele sırasında teksir edilmiş, vatanın dört bir tarafına dağıtılmıştır.
Zağnos Paşa Camii Şeriflerinde irad etmiş oldukları mevızasında:
dedikten sonra;
mısralarını okuduktan sonra:
Hayat herkesin hakkıdır. Evet, bütün mahlukat-ı ilahiye; hayat hakkına maliktir. O halde Allah’ın diğer mahlukları arasında biz de yaşamakta haklıyız. Lakin bilirsiniz ki haklı olmak başka, haklı çıkmak gene başkadır.
Herhangi hak olursa olsun ihkak olunmadıkça sahibine hiçbir menfaat temin etmez. Bugün hangi milletin mahkeme-i adaletine koşsanız elinizde kuvvetiniz varsa derdinizi duyurabilirsiniz. Yok, böyle yapmaz da ağlarsanız onun hiss-i insaniyetine, hiss-i medeniyetine ilticaya kalkarsanız hüsrandan başka bir netice elde edemezsiniz.
İstihkak davasını yükseltebilir misiniz? Herhangi bir mahkemeye gitsen haklısın.
Devamla:
Yaşamak hakkımdır, bu hakkı benden kimse alamaz… diye haykırıp dururken senin, benim gibi bir miskin, bir köşede ağlamış, inlemiş, merhamet dilenmiş tesiri olmaz, hatta duyulmaz, çocuk yürümezden evvel bilirsiniz ki emekler.
Biz Müslümanlar da tıpkı henüz doğrulamayan, yürüyemeyen sabiler gibi yerlerde emekler dururken bir de gözümüzü açtık gördük ki etrafımızdaki milletler göklerde uçuyorlar, gelip çöllerdeki masumların tepesine ateşler yağdırıyorlar.
Biz Bandırma’dan İstanbul’a kadar adamakıllı vapur işletemezken herifler;
diyen büyük şair, vaiz Akif, Kur’an-ı Kerîm’den ayetler okuyarak, mealini vererek devamla:
İslâm bundan .1400 küsür sene kadar evvel dünyanın en hücra bir köşesinde karanlıklar arasından bir kandil gibi parladı, pek az zaman içinde o kandil büyüdü Bedir oldu, daha büyüdü güneş oldu, nuru bütün kainatı kapladı, dedikten sonra yine devamla:
Ey cemaat-i Müslimin…
Memleketlerinizi kurtarmak için devam eden mücahedatınızda bir noktaya son derece dikkat etmelisiniz. Bu hareketlerin, bu himmetlerin sırf. müdafaa-i din ve vatan gayesine müteveccih olduğu yar ve ağyar nazarında tamamıyla anlaşılmalıdır dedikten sonra devamla:
Bu namerd taarruza karşı koymak kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar… her fert için farz-ı ayin olduğu bir lahza hatırdan çıkarılmamalıdır.
Devamla:
Rumeli’yi baştanbaşa fetheden hep bu topraktan yetişen babayiğitlerdi. O kahraman ecdadın torunları olduğunuzu isbat etmelisiniz. Sa’yiniz meşkurdur.
Düşmanlarımızın bahusus Avrupalıların hakkımızdaki düşündüklerinin nelerden ibaret olduğunu misaller vererek uzun uzadıya açıklamada bulunmuştur.
Kastamonu’da Nasrullah Camii Şerifinde yapmış olduğu mev’ızasının sonunda:
Ey cemaat-ı Müslimin! Hepiniz bilirsiniz ki buhranlar içinde çırpınıp duran bu din-i mübin bizlere vediatullahdır. Kahraman ecdadımız bu sübhan-ı vediayı sıyanet uğrunda canlarını feda etmişler, kanlarını seller gibi akıtmışlar, muharebe meydanlarında şehid düşenler rayet-i islam’ı yerlere düşürmemişler. Mübarek naaşlarını çiğnetmişler, şeriatın harim pakine yabancı ayak bastırmamışlardır.
Babadan evlada, asırdan asra intikal ede ede bize kadar gelen bu Emanet-i Kübra’ya hıyanet kadar zillet tasavvur olunabilir mi? Yoksa bizler, o muazzam ecdadın ahfadı değil miyiz?
Devamla:
İslam’ın son mültecası olan bu güze! toprakları düşman istilası altında bırakmayalım. Meskeneti, ihtirası, tefrikayı büsbütün atarak azme, mücahedeye, vahdete sarılalım. Cenab-ı Kibriya, yolunda mücahede için meydana atılan azm ve iman sahipleriyle beraberdir, dedikten sonra:
Amin
Amin
Amin
Amin
Velhamdüli’llahi Rabbi’l- alemin.
Sonra Kastamonu kazalarında; Müslümanların terakkileri İslam’a sarılmalarıyla bağlıdır. Tam İslam olmadıkça felah yoktur, ye’se düşenler Müslüman değildir… mevzularına dair müessir vaazlarını vermiş ve devamla:
Geliniz, Allah’ın inayetinden ye’se düşmek suretiyle bilerek, bilmeyerek daldığımız dalalet girdabından silkinip çıkalım. Cenab-ı Hakk’ın kudretine, azametine, va’di ilahisinin hılf şaibesinden beraetine olan imanımızı tecdid edelim. Barigah merhametine sığınalım.
Yüzlerce senelerden beri kahrından, celalinden başka bir tecellisini görmediği için hüsran bucaklarında kalan, hıbet ve hırman karanlıklarında bunalan şu dört yüz milyon felaketzedeye artık nur-i cemaliyle tecelli etmesini Hak’tan niyaz edelim.
Safahat’tan başka vaazları da bir kitap halinde toplanmıştır. Sırat-ı Müstakim’de, Sebilü’r-Reşad dergilerinde neşredilmiş olup, Safahat’a alınmayan manzumeleri de vardır.
Çanakkale Şehitleri manzumesi Sadettin Kaynak, Köse İmam da merhum Ali Rıfat tarafından bestelenmiştir.
Sırat-ı Müstakim’de ve Sebilü’r-Reşad mecmualarında 100’e yakın muhtelif makaleleri ve hasbıhalleri çıkmıştır. Elli kadar da tercemesi vardır. Terceme eserlerinin başlıcaları şunlardır:
Ömrü vefa etmiş olsaydı muhakkak İstiklal Mücadelesini de nazım halinde dile getirecekti ve bu eserine de ikinci Asım adını koyacağı muhakkaktı. Bu eserlerinden başka Haccetü’l-Veda, Selahaddin-i Eyyubi piyes tarzında hazırlandığı yakınlarından öğrenilmiştir.
Kaynak: Veli Ertan / Diyanet İlmi Dergisi / Kasım 1970 / bkz: 430-434