Yüce Allah buyuruyor ki; Ey müminler, hepiniz Allah’a tevbe edin ki dünya ve ahirette saadete kavuşasınız
Zira tövbenin anlamı, insanı Allah’tan uzaklaştıran ve şeytana yaklaştıran yoldan dönmek demektir. Böyle bir dönüşü ancak akıllı kimseler düşünebilir. Akıl, ancak şehvet, öfke ve şeytanın kışkırttığı diğer kötü sıfatların düzelmesinden sonra olgunlaşır.
Aklın esası ancak ergenlik çağına yaklaştığı zaman tamamlanır. Şehvetler şeytanın, akıl da meleğin askerleridir. İkisi bir araya geldiklerinde aralarında savaş çıkar. Zira birbirlerinin zıddı ve hasmı oldukları için birisi diğerinin yanında duramaz. Aralarındaki boğuşma gece-gündüz, ışık ve karanlık gibidir. Birisi galip geldiği zaman diğer zaruri olarak kaçar.
Şehvetler, çocuk ve gençlerde akıldan önce gelişirse, şeytanın orduları galip demektir ve ortalığı onlar istila ederler. Kalp de bunlara eğilim duya. Kalbin şehvetlere bu aşamada yakınlık duyması normaldir. Çünkü şehvetler kalbi kaplar. Artık kalbin bu durumdan kurtulması zorlaşır.
Sonra Allah’ın tarafını tutar ve onun askeri olan akıl belirmeye başlar. Tedrici bir şekilde dostlarının ellerinden ve tutsaklığından kurtarmaya başlar. Eğer akıl kuvvetlenmez ve olgunlaşmazsa kalp ülkesi şeytana teslim olur. O lanetlik şeytan da vaadini yerine getirmiş olur. Zira Kur’an’ın şu ayetinde şöyle demişti;
Eğer kıyamet gününe kadar bana süre verirsen yemin ederim ki Adem’in soyunu pek azı müstesna olmak üzere şüphesiz ki kandırıp kendime bağlarım (İsra’62)
Eğer akıl olgunlaşıp kuvvetlenirse ilk uğraşısı şehvetleri kırmak, alışkanlıklardan kurtulmak ve tabiatını zorla ibadet yoluna koyarak şeytanın ordularını yok edip atmaktır. İşte tövbenin anlamı budur. Bu delili şehvet, rehberi şeytan olan bir yoldan dönüp Allah’ın yoluna yönelmek demektir.
Bütün insanlarda şehvet akıldan önce gelişir. Yani şeytanın silahı olan tabiat, meleğin silahı olan tabiattan önce bulunur. Bunun için ister peygamber olsun ister ahmak olsun her insan için şehvetlerin yardımına giden yoldan dönüş zaruridir.
İnsanla ilgili bu hüküm insan cinsinin üzerine farz olan ezeli bir hükümdür. İlahi kanun değişmedikçe, bu hükmün değişmesi mümkün değildir.
Eğer annesine ve babasına tabi olup İslam’ın gerçeğinden habersiz olarak Müslüman olduğu halde ergenlik çağına ererse, bu sefer İslam’ın anlamını kavramak suretiyle gafletinden tövbe etmesi farz olur.
Zira kendisi Müslüman olmadıktan sonra, anne-babanın Müslüman oluşu, kendisine fayda sağlamaz. Bunu anlatmaya başladığında eski adetinden ve şehvetlerinin peşinde koşma alışkanlığından kurtulup Allah’ın çizdiği sınırlar içine dönerek tövbe etmesi farz olur.
Böylece şeytanın çizdiği rotayı bırakarak Allah’ın çizdiği sınırlar içine girmelidir. Tövbenin en zor olan kapısı budur. Bir çoğu bundan aciz olduğundan, helak oldu gittiler.
Bu anlattıklarımızın hepsi tövbe ve Allah’a yönelmedir. Demek oluyor ki,
Hz Adem bile tövbe etme ihtiyacından kurtulamamıştır. Babanın tabiatına uymayan ve babanın güç yetiremediği şeye çocuklar hiçten güç yetiremez. Devamlı olarak ve her hal ve durumda tövbenin vacib olmasına gelince;
Bu da gayet açıktır. Çünkü hiç kimse organları ile isyan etmekten kendini alamaz. Kur’an’ın ve hadislerin bildirdiklerine göre, peygamberler bile zelle adı verilen çok küçük hatadan kendilerini alamamışlardır. İşledikleri ufak tefek hatalarından dolayı ağlayıp tövbe ettikleri haber veriliyor.
Eğer bazı durumlarda ‘organları ile günah işlemezse de, kalbinden günah işleme düşüncesini atamaz. Eğer buna da meyletmezse de, kendinin Allah’ı zikretmesine engel olacak olan şeytanın vesveselerinden kendini kurtaramaz. Eğer bunlardan da korunsa bile, Allah’ın zat, sıfat ve fiillerine ait olan ilminde gaflet edip hata işlemekten hali olmaz. Bunların hepsi derecelerine göre sıralanan birer noksanlıktır ve bunlarında çeşitli sebepleri vardır.
Sebeplerini ortadan kaldırabilmek için onu zıddı ile uğraşıp bulunduğu yoldan, başka bir yola girmek lazımdır. Tövbe de zaten budur. Şekil ve derece itibariyle farklı olmakla beraber, insanoğlunun bu noksanlıklardan kurtulması düşünülemez. Bu sebeple tövbe şarttır.
Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki; Kalbimden öyle şeyler geçer ki, onlar için her gün yetmiş defa Allah’ın mağfiretini dilerim.
Yüce Allah buyuruyor ki; Allah’ın geçmiş ve gelecek günahını mağfiret etmesi için… (Fatır’2)
Onun hali böyle olunca, başkalarının hali nice olur?
Eğer kalpden geçen düşünce ve hatıraların eksik olduğunda olgunluk ise bunlardan kurtuluşta olduğunda katiyetle şüphe yoktur. Hatta Allah’ın yüceliğini anlamaktaki eksiklik de kusurdur. Tanıma arttıkça olgunluk da artar. Eksik sebeplerden olgunluğa geçişte bir çeşit Hakk’a dönüştür. Rücu ise tövbedir ve tövbe olduğu şüphesizdir. Fakat esasını sorarsan bu anlattığımız şeyler farz değil, üstünlüktür.
Cevabım şudur;
Yukarıda söylediğimiz gibi, insan da yaratılışında şehvetlerine uymaktan kendini kurtaramaz. Tövbe sadece şehevi istekleri terk etmek değil, bütünüyle tövbe, geçmişte işlenen kusurları telafi etmektir .
İnsanoğlu şehvetlerine tabi olduğu zaman şehevi arzularından kalbine bir karanlık çöker. Nitekim aynaya bakan insanın nefesinden aynanın buğulanması gibi. Kalp de günahlar sebebiyle sislenir ve kararır, şehvet karanlıkları arttıkça kalbin karartısı da artar ve sonunda kalp kör olur.
Yüce Allah buyuruyor ki; Hayır (zannettikleri gibi değildir), onların kazandıkları günahları kalplerini paslandırıp köreltmiştir (Mutaffifin’14)
Aynanın yüzünde bulunan kirler silinmez de devamlı orada kalırsa, sonra sonra leke yapar ve camı bozar. Böylece cam eski parlaklığını kaybeder ve eski halini alamaz .Kalp de bunun gibi kara lekeler onun üzerinde kalınca orada iz yapar ve yerleşir.
Bundan sonra kalbin temizlenebilmesi için şehvetlerin peşinden gitmemek kafi gelmez. Çünkü lekeler orada yer etmiştir. Onların oradan temizlenip atılması gerekir. Kalbe yapılan isyanın kiri ve lekesi çöktüğü gibi, şehvetleri bırakarak yapılan ibadetlerin nuru da kalbe yükselir ve kalbi aydınlatır. İbadet ve taatın nuru, isyanın karanlığını kaybeder ve kalbi temizler.
Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki; İşlediğin kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki, yaptığın kötülüğü gidersin.
Demek oluyor ki, kul hiçbir durumda kalbindeki kötülüğün etkisini, onun tesiri olan ibadetle silmekten uzak duramaz. Bu anlatmış olduğumuz, önce parlak olduktan sonra bazı arızalar ile siyahlaşan kalbin temizlenmesi ile ilgilidir.
Önceden kararan kalbin temizlenip parlatılabilmesi çok daha uzun süreli çalışmayı gerektirir. Çünkü yeni bir aynayı yapmakla kirlenmiş aynayı temizlemek bir değildir. Bunlar öyle uzun çalışmayı gerektirir ki, bu meşgalelerden hiç kimse kendini kurtaramaz. Hepsi de tövbeye bağlıdır. Bunların hepsi üstünlüklerdendir ve olgunluğun talep edilmesidir. Bu bakımdan bunlar için tövbe vacip denemez sözüne gelince;
Vacibin iki anlamı olduğunu unutma;
a ▬ Dini konularda verilen fetvalarda bulunan vaciptir. İnsanların hepsi bunda ortaktır. Bu derecenin öyle bir özelliği vardır ki, bütün insanlar onunla uğraşsa alemin düzenine gene de zarar gelmez.
Fakat insanların hepsi gerçek anlamıyla muttaki olmakla mükellef olsalar, geçim yolunu bırakıp dünyayı bütünüyle terk etmeleri gerekirdi ki, bunun sonucu takvanın bütünüyle yok olmasına yol açardı. Çünkü geçim durumu bozulunca herkes ekmek, giymek, mesken derdine dalar ve ortada takva diye bir şey kalmazdı. Anlatmış olduğumuz dereceler bu yönden bu manada vacip değildirler.
b ▬ Allah’a yakın olmak için yapılması gerekli olan şeylerdir. Sıddıklar makamını elde etme ve Allah’a ulaşmak için bu anlattıklarımızın hepsinde tövbe gereklidir. Bu nafile namaz kılmak isteyen kimse için abdest vacibtir demeye benzer .Esasında nafile namaz vacip değildir. O fazilete nail olmak istemeyenler abdest de almazlar, nafile namaz da kılmazlar. Yine bu deyim ‘insanlar için el, ayak, göz, kulak şarttır’ denmesi gibidir.
Kamil bir insan olabilmek için bu organlara sahip olmak şarttır. Fakat tek olsun da bir tulum gibi veya bir bez parçası gibi olmaya bile razıyım diyen , bunlar olmadan durumunu idare edebilir. Yalnız olgun, yani tam olmaz. Genel fetvalarda geçen vacipler, hayatın esası olduğu gibi, kurtuluşun da esasıdır. Çünkü kurtuluşa ancak o sebeple ulaşılır.
Fakat olgunluğa ulaştıran ve kurtuluşunda üstünde olan hayat, el, ayak ve diğer organlarla gelişmiş beden gibidir. Peygamberler, evliya ve alimlerin hırsla çalışıp kazanmak istedikleri hayat budur. Bunun çevresinde döndü ve bu hayat için dünya zevklerinden tamamen geçtiler.
İsa Peygamber uyuyacağı zaman, başının altına yastık vazifesini yapmak üzere taş koymuş, bunun için bile şeytan gelmiş ve;
Sen dünyalık peşinde koşuyorsun, rahatını temin edebilmek için başının altına taş koyuyorsun demiştir. O zaman Hz İsa taşı atmış ve başını yere koymuş, bu hareketi onun için tövbe olmuştur. İsa Peygamberin başını yere koymasının genel fetvalardan vacip olmadığını bilmediğini mi zannediyorsun?
Resulüllah giydiği işlemeli elbise namazda kendini başka şeyle meşgul ettiği için onu çıkarıp atmıştır. Yine ayağına giydiği nalınlar zihnini kurcaladığı için eskisiyle değiştirmiştir. Resulüllah bunları yaparken onların genel manada vacip olmadıklarını bilmiyor muydu?
Onun böyle yapmasının sebebi o giydiği şeylerin kalbinde iz bırakıp kendisine verileceğini vadedilen Makam-ı Mahmud’a ulaşmasına mani oldukları içindi.
Hz Ebubekir’in sütü içtikten sonra, sütü ikram eden kimsenin onu haram yoldan kazandığını öğrendikten sonra, boğazına boğulacak şekilde parmak salıp kusmaya çalıştığını görmedin mi? duymadın mı? O yüce zat habersiz olarak içtiği birazcık sütten fıkhı hükümlere göre sorumlu olmayacağını bilmiyor muydu?
Bunu çıkarmanın vacip olmadığını bildiği halde, neden mümkün olduğu kadar midesini temizlemeye çalışarak niçin tövbe etti? Bu yalnızca onun kalbinde yerleştirilen bir gizlilik (sır) içindir. O, gizli sır, ona toplum fetvalarının başka ahiret yolculuğundaki tehlikelerinin daha başka olduğunu, bunları da ancak ve ancak Sıddıkların bilebileceğini bildirdi.
Sen Allah’ın yarattıkları içerisinde Allah’ı en iyi bilen ve tanıyan böyle kulların durumlarını düşün. Onlar Allah’ı ve O’na giden yolu Allah’ın hiddetini ve gururlanmanın zararlarını herkesten iyi bilirler.
Dünyanın insanı kandırmasından bir defa şeytanın kandırmasından bin defa daha fazla sakın. Bu sırlar öyledir ki, onların ilk kokusunu alan kimse, yani Allah yoluna giren, Allah yolcusu bin sene de yaşasa, her nefes alışında nasuh (dönmemek üzere yapılan tevbe) tövbesinde devamlı olmasının lüzumunu ve hiç vakit kaybetmeden tövbenin vacib olduğunu bilir.
İslam büyüklerinden Süleyman Darani diyor ki; Aklı olan kimse geleceği için değil de, itaatsiz ve ibadetsiz geçirdiği günler için ağlasa ve bu durum ölene kadar sürse, yaptığı işte haklıdır. Hal böyle iken geleceğini de, geçmişini de bilgisizlik içinde geçirenlerin durumu ne olur ?
Süleyman Daran’nin bunu söylemesindeki maksat şudur;
Akıllı olan insan, çok kıymetli bir cevhere sahip olunca, sonradan onu hiç yere kaybederse tabi ki çok üzülür. Eğer kaybettiği cevher kendinin mahvına yol açacaksa, bu kaybettiğine üzülüp acınması bir kat daha fazla olur.
Esasında insan ömrünün her saat ve her anı değeri biçilemeyen bir cevherdir. Çünkü onun seni sonsuz şikayetten kurtarıp, sonsuz mutluluğa kavuşturma yetkisi vardır. Bundan daha kıymetli cevher gösterilebilir mi? Bundan gaflete der de kaybedersen, gerçekten ziyana uğramış olursun. Hele bu vakitleri günah kazanmakla geçirirsen, mahvolacağın açıktır.
Uğradığın bu zarara kulak asmaz, üzülmez ve ağlamazsan bu senin bilgisizliğinden başka birşey değildir. Bilgisizlik ise bütün hastalıkların üzerindedir. Bilgisizlik öyle bir felakettir ki, sahibi bunu farkedemez. Çünkü gaflet uykusu kendisi ile Allah’ı tanıması arasında bir perde teşkil eder.
Ne yazık ki insanlar daldıkları uykudan ancak ölünce uyanırlar, işte o zaman herkes nasıl iflas ettiği ve felakete uğrayanlara da nasıl felakete uğradıkları gösterilir, fakat artık iş işten çoktan geçmiştir.
İslam büyüklerinden bir arif anlatıyor ki; Ölüm meleği kişinin son nefesinde gelir ve şöyle der;
Senin vereceğin bir nefesin kaldı, onu da verip gideceksin. Bunun bir saniye geri bırakılması imkansızdır
Bu sözler üzerine adam sıkıntılara kalır, mahzun olur ve biraz daha yaşayıp tövbe edip, eksiklerini tamamlamak için bütün dünya kendinin olsa hepsini feda eder, verirdi. Fakat buna katiyen imkan bulamaz.
Yüce Allah buyuruyor ki; Kendileri ile istemiş oldukları şeylerin arasına set çekilmiştir (1).
ve yine yüce Allah buyuruyor ki;
Sizden birine ölüm (alametleri) gelip de Ey Rabbim, beni yakın bir zaman kadar geciktirsen de sadaka verip iyi kullarından olsam demezden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın. Oysa Hz Allah, hiç kimseyi eceli geldiği zaman asla geciktirmez (2).
Bu konuda denildi ki, kul ecelinin biraz geri bırakılmasını istediği zaman, aradan perdenin kalkıp ahiretin alametleri keşfedildiği zaman ölüm meleği Azrail’e der ki;
Bana biraz izin ver de günahlarıma tövbe edip Rabbimden af dileyeyim.
Ölüm meleği der ki; Rabbinden af dileyeceğin zamanları artık kaybettin
Bu sözlerden sonra da o kulun suratına tövbe kapıları kapanır. Bir yandan can vermeye çalışırken, diğer yandan yaptığı kötülüklerin üzüntüsünü, ömrünü boşu boşuna geçirdiği için ah vah ederken, bu hallerin insanı şiddetli olarak sarstığı zaman asıl iman da sarsılır durur. Nefesini bitirdiği zaman ruhu tevhid üzere çıkar ki, buna hüsn-i hatime (mutlu son) denir. Ruhunu imansız olarak teslim ederse buna da su-i hatime (kötü son) denir.
Yüce Allah buyuruyor ki; Yoksa devamlı olarak günah işleyip de ölüm gelince ben şimdi tövbe ettim diyen kişinin tövbesi kabul edilmez (3).. Allah katında makbul olan tövbe ancak cahillikle yapılan kusurlar ve çok geçmeden edilen tövbedir (4).
Yani işlediği günahın hemen peşinden tövbe eder ve yapacağı bir iyilikle günahın izlerini kalbinden siler. Eğer günahın izlerini silmekte gecikirse sonradan silmesi zor olur.
Peygamberimiz buyuruyor ki; Kötülükten hemen sonra bir iyilik yap ki, işlediğin kötülüğü yok etsin.
Lokman Peygamber oğluna dedi ki; Oğlum tövbeyi sonraya bırakma; ölüm hiç ummadığın bir anda gelir. İleride başka bir zaman tövbe ederim diyen iki tehlike arasında kalmış olur;
Günah işleye işleye kalbi kararır ve bu onda alışkanlık haline gelir. Ve bir daha temizlenmeyecek bir durum alır
Aniden hastalığın ve ölümün gelmesidir. Öyle olur ki, kalbini temizlemeye ne fırsat ne de vakit bulabilir. Bu sebeple haber de bildirildi ki;
Cehennem ehlinin azabının çoğu, tövbeyi sonraya bırakmalarındandır
Helak olanların çoğunun helakına sebep olan şey, tevbenin sonraya bırakılmasıdır. Çünkü kalbini peşin olarak kirletiyor, fakat temizlenmesini sonraya bırakıyor. Sonra da ölüm onu aniden yakalıyor ve doğru olmayan bir kalb ile Allah’a kavuşturuyor. Fakat kurtulacak olanlar yalnızca temiz kalbe sahib olanlardır .Kalb kula Allah’tan verlmiş bir emanettir. Ömür de aynen öyledir. Bundan başka diğer vasıtalar da öyledir. Emanetine hıyanet edip hıyanetini düzeltmeyenlerin sonu tehlikelidir.
İslam büyüklerinden bir arif diyor ki; Allah’ın kuluna verdiği iki sırrı vardır, sırları kuluna ilham (gönüle doğan şey) ile bildirir;
Yüce Allah buyuruyor ki; Ey israiloğulları, sözüme bağlı kalın ki,ben de sözümü tutup (sizi cennete) koyayım (5)… Onlar (mü’minler) emanetlerine ve sözlerine riayet ederler (6).
Kaynak: İmam Gazali / İhyau Ulumi’d-Din / C:4 / bkz: 19-26
(1-Sebe 54) (2–Munafikun 10-11) (3-Nisa 18) (4-Nisa 17) (5-Bakara 40) (6-Müminun 8)