ref: refs/heads/v3.0
DOLAR
28,8948
EURO
31,1896
ALTIN
1.875,21
BIST
8.057,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
14°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
10°C
Cuma Hafif Yağmurlu
7°C
Cumartesi Çok Bulutlu
9°C

Kur’an’ın İlk Emri Oku. Ama Neyi ve Neden?

Kur’an’ın İlk Emri Oku. Ama Neyi ve Neden?
13 Kasım 2023 01:07
20

ilk ayet ilk vahiy alak süresi, Allah’ın ilk emri neden oku olmuştur, yaratan rabbinin adıyla oku ne demek


Alak Süresinin ilk ayet: Oku

Yüce Allah’ın Peygamberler silsilesinin sonuncusu son elçisine ilk vahyi budur.

  • Acaba neden Rabbimiz ilk vahyini İkra ile başlattı?
  • Neden ilk vahyinin başında İkra, Oku diye emretti?

Belki de böyle bir soru zaittir. Zira bu konuda Kur’an-ı Kerim’in başka bir yerinde bir açıklama göremiyoruz. Peygamber Efendimizden de bu konuda herhangi bir açıklama varit olmamıştır. Ama aynı örnekliği, aynı çizgiyi takip etmek zorunda olan bizler elbette bunu ciddi ciddi düşünmek zorundayız. Bu soruyu kendimize sormak zorundayız.

Niye buradan başladı vahiy? Bu bize neyi anlatır? Bunun üzerinde düşünmek ve sebebini anlamaya çalışmak zorundayız.

Şimdi Peygamber Efendimizin o dönemki toplumunu düşünelim. Öyle bir toplum ki alabildiğine vahşi, alabildiğine cahil, adeta cehaletin zirvesinde bir toplum… İnsanlar kulluk ve rububiyette ortaklık içindeler… O kadar Rabb var ki toplumda, kim kul, kim Rabb belli değil. Tanrılar ve kullar sarmaş dolaş yaşamaktadır. Hiç kimse kulluğundan veya yaratılışından haberdar değil.

  • Nasıl var oldular?
  • Kendilerini kim var etti?
  • Kim yarattı?
  • Nasıl meydana geldiler?
  • Bu dünya, bu kainat, bu varlıklar nasıl meydana geldi, kimse bilmiyor, kimse düşünmüyor.
  • Herkes kendilerinin bilgi sahibi olduklarını zannediyor. Bütün bunları kendilerinden biliyorlar.

İşte böyle bir topluma, hem de uzun bir süre kendilerine vahiy gelmeyen bir bölgeye ilk gelen vahiy Oku diye başlıyor.

Elbette bu, vahyin bir parçasıydı. Rabbimiz Kitabının başında, ilk vahyinde Peygamberine ve onun şahsında bizlere Oku diyordu. Eğer Allah’ın emri bu kadarla kalsaydı iş kolaydı. Yani Rabbimiz peygamberine oku deseydi, emrini, vahyini sadece bu kadarla bıraksaydı ve Allah’ın Resulü de;

Rabbinden aldığı bu vahyi, bu emri ulaştırması gereken toplumuna tebliğ etse ve Oku deseydi, Okuyun deseydi o zaman toplumuyla kendisi arasında hiç bir problem çıkmayacaktı. Yani Peygamber Efendimiz ile yaşadığı toplumunun arası asla açılmayacaktı. Peygamberle toplumu arasında herhangi bir sürtüşme olmayacaktı.

Peygamber Efendimizin toplumunda okuyan, yazan yoktu. Belki toplumun yüzde biri okuma-yazma biliyordu, diğerleri cahildi. Eğer Allah sadece oku deseydi ve Peygamber Efendimiz de toplumundan bunu isteseydi, kesinlikle toplumla peygamber arasında bir sürtüşme olmayacaktı. Çünkü o gün de, bugün de toplum okuyor.

Ayda en aşağı 56 saat televizyonu okuyor, seyrediyor bu insanlar. En azından 35 saat radyoyu okuyorlar, dinliyorlar. Gazeteleri okuyorlar, eşyayı okuyorlar, piyasayı, reklamları, vitrinleri, ekranları okuyorlar. Yani uyku hariç sürekli okuyor bu toplum.

Aynen bugün olduğu gibi o gün de okuyordu toplum. Sihirbazları okuyorlardı, kahinleri okuyorlardı, eşyayı, piyasayı okuyorlardı. İnsanlar ne yapmaları gerektiğini, nasıl hareket etmeleri gerektiğini, hayatlarını nasıl düzenlemeleri gerektiğini bu okuduklarında buluyorlardı.

  • Ne yapacağız?
  • Ne edeceğiz?
  • Nasıl yaşayacağız?
  • Nasıl bir eğitim sistemimiz olacak?
  • Nasıl bir hukuktan yana olacağız?
  • Nasıl giyineceğiz?
  • Nerelerden kazanıp nerelerde harcayacağız?
  • Nasıl bir siyasal yapılanmamız olacak?
  • Nasıl bir hukuk sistemimiz olacak?
  • Kadın-erkek ilişkilerimiz nasıl olacak?
  • Mirasımızı nasıl paylaşacağız?
  • Sabah kaçta kalkacağız?
  • Soframızda neler bulunacak?
  • Nasıl bir hayat süreceğiz?

İşte tüm bu soruların cevaplarını buluyorlardı bu okuduklarından.

Hayatı, geceyi, gündüzü nasıl değerlendireceklerini, bu konuda gerekli olan bilgiyi alıyorlardı bu okuduklarından. Bugün de insanlar okuduklarından bu bilgileri alıyorlar.

  • Romanlardan,
  • Televizyonlardan,
  • Radyolardan,
  • Siyasi liderlerden,
  • Piyasadan ne alacağını, ne yapacağını,
  • Nasıl bir hayat yaşayacağını,
  • Evini nasıl tefriş edeceğini,
  • Hangi yağı, hangi sabunu kullanacağını,
  • Mutfağını nasıl tanzim edeceğini,
  • Evini nasıl düzenleyeceğini,
  • Çocuklarını nerelerde ve nasıl eğiteceğini,
  • Misafirlerine neler ikram edeceğini,
  • Nasıl kazanıp nasıl harcayacağını bugün de insanlar bir yerlerden alıyor, okuyor.

Evet, eğer Allah’ın Resulü o gün toplumuna veya bugün bizler toplumumuza sadece okuyun deseydik, diyeceklerdi ki, yahu biz zaten okuyoruz. Biz sürekli okuyoruz. Hayrola, bu da nereden çıktı

Okuyorlardı çünkü. Okumayı teşvik ediyorlardı, okuma seferberliği düzenliyorlardı, ukazlar, panayırlar, yarışmalar düzenliyorlardı. Hep okuyorlardı ama hayatları hiç değişmeden aynen devam ediyordu.

Ama Yüce Allah ayetini bununla bırakmadı. Okuma emri bununla kalmadı da, devamında Rabbimiz buyurdu ki:

Rabbin adıyla, Rabbin adına Oku!

Bakın iş biraz değişti değil mi? Allah adına okunacak, Allah namına okunacak. Yani her okuma, okuma sayılmayacaktı böylece, sadece Rabbin adıyla, Rabb adına, Rabb namına okunanlar okunma sayılacaktı. Rabb adına, Rabb namına olmayanlar Rabbin istediği bir okunma sayılmayacaktı.

Eğer âyet bu kadarla bitseydi, bu kadarla kalsaydı yine pek problem çıkmayacaktı. Yani Allah’ın Resulü: Ey insanlar Rabbiniz adına okuyun, Rabbiniz namına ve Rabbinizin ismiyle okuyun deseydi iş yine kolay olacaktı.

Neden?

Çünkü herkesin farklı Rableri vardı toplumda ve herkes Rabb olarak kimi kabul etmişse onun adına okur, onun adına iş yapar, kimi Rabb olarak kabul etmişse onun bilgisiyle bilgilenir, onun istediği gibi yaşar ve olur biterdi.

Derlerdi ki, tamam ey Peygamber, bizim Rabb olarak Lat’ımız var, Menat’ımız var, Uzza’mız var, filan siyasi liderimiz, falan ekonomik uzmanımız, feşmekan efendimiz, şeyhimiz var, biz onu okur, ondan geleni okur, onun eserini okur, onun adına okur, onun namına okur, onun adına iş yaparız diyeceklerdi ve Peygamberle toplum arasında yine herhangi bir kavga, herhangi bir sürtüşme olmayacaktı.

Ama ayetini, emrini bu kadarıyla bırakmayarak buyurdu ki: Hayır hayır! Her Rabb adına değil, her Rabb namına değil, her Rabb için değil, her türlü Rabbtan geleni değil, her türlü Rabbin hatırına, her türlü Rabbin rızasına götürücü olanı değil.

Ya ne?

“Yaratan Rabb adına oku!” Yaratan Rabb adına, yaratan Rabb namına, yaratıcı Rabbtan geleni oku. Yaratan Rabbdan geleni, yaratan Rabb adına oku. Yani yaratan Rabbin rızasına götürecek olanı, yaratan Rabb hatırına oku! İşte şimdi mesele açıklığa kavuşmuş oluyordu.

Yaratıcı Rabb ifadesi kullanılınca iş anlaşılmış oldu. Böylece Rabbimiz öteki sahte Rablerden kendisini ayırıverdi. Demek ki okuma buymuş. Demek ki yaratıcı Rab adına, yaratıcı Rabb namına, yaratıcı Rabbdan geleni okuyacakmışız. Yani yaratıcı Rabbin rızasına götürücü olanı okuyacakmışız. Okunacak şey yaratıcı Rabbdan gelen olacak öncelikle, bir de yaratıcı Rabbin rızasına götürücü olarak okunacak. İşte gerçek okuma budur.

Öyleyse yaratıcı Rabbin dışında, O’nun berisinde sahte Rablerden bilgilenmek batıldır. Zaten onlarınkine bilgi denmez, zandır onların tamamı. Okunacak olan şey, Yaratıcıdan gelecek ve okuyanı yaratıcının rızasına götürecek. Bu çok önemlidir. Yaratıcı Rabden değil de başka Rablerden gelen zanları okumak, onların kitaplarına yönelmek yaratıcı Rabbin istediği bir okuma olmadığı gibi, yaratıcı Rabden geldiği halde O’nun rızasına götürücü olmayan, yani yaratıcı Rab adına olmayan bir okuma da okuma değildir.

Allah’tan gelmeyen, vahye dayanmayan, hayata intibak imkanı olmayan, hayatta bir işe yaramayan, hayatta uygulanma imkanı, uygulanma alanı olmayan, yani okuyandan amel istemeyen, okuyucusunu amele sevk etmeyen bir okuma, okuma değildir. Allah’ın rızasına götürücü olarak yarın mizana konulacak cinsten olmayan bilgileri okumak Allah’ın istediği bir okumak değildir.

Mesela; Kurbağanın bağırsağı, Fujiyama yanardağı, Everest tepesinin yüksekliği, A.B.D’nin göllerini, filan ülkenin nehirlerini, bu nehirlerin debilerini, rejimlerini, falan ülkelerin rejimlerini, falan ülkenin iklimini, falan bölgenin yollarını öğreniyoruz. Bunlar bizden hiçbir amel istemeyen, bizi amele sevk etmeyen, yarın mizanımıza konulmayacak boş bilgilerdir. Üstelik de beyinler bunlarla dolduruldukça oralarda Kitap ve Sünnete yer bırakmayacak boş şeylerdir.

Evet Allah’tan gelmeyen ve sadece zanna dayanan bu tür bilgilere yönelmek nasıl boşsa, Allah’tan gelen bilgileri Allah adına, Allah namına, Allah’a götürücü bir niyetle değil de başka maksatlarla okumak da boştur.

  • Allah’tan gelmeyen şeyleri okumak ta okumak değildir,
  • Allah’tan gelenleri Allah adına, Allah’a kulluk kastıyla, daha iyi bir Müslümanlık kastıyla değil de başka maksatlarla okumak ta okumak değildir. Bunun ikisi de boştur.

Not: Kimse Peygamber Efendimizin hadislerini inkara kalkışmasın. Çünkü O’nun söylediği her şey Hak katındandır

Soruyorum okumaya giden çocuğa:

  • Evladım niçin okuyorsun? Bu okula niye gidiyorsun?
  • Çocuk diyor ki, adam olmak için okuyorum.
  • O zaman diyorum ki ona: Peki yavrum baban o okulda okumuş mu?
  • Hayır diyor.
  • O zaman baban o okulda okumamış diye adam olmamış mı? Yani şimdi baban adam değil mi?” deyince yavrucak başını eğiyor.

Demek ki o okulda okuyan adam olmuyor. Adam olmak için değil, Müslüman olmak için okunur. Okumadaki temel hedef iyi bir Müslümanlık olmalıdır. Bu niyetle okuyan kişinin bu ameli salih bir ameldir ve Allah tarafından değerlendirilmeye tabi tutulacak bir ameldir. Ötekilerin tümü boştur.

Soruyorum delikanlıya:

  • Neden tıpta okuyorsun?
  • Neden bir başka okul değil de tıp?
  • Bu okulu tercih edişinde temel niyetin nedir?
  • İyi bir Müslümanlık mı?
  • Allah’ın dinine hizmet mi?
  • Allah’ın dinini daha güzel öğrenip daha güzel Müslümanlık sergileyebilmek mi?
  • Yani yaratıcı Rab adına, yaratıcı Rab namına mı?
  • Allah’ın rızasını kazanmak için mi?
  • Yoksa para için, sosyal bir statü elde etmek için veya sağlık için mi?

Delikanlı diyor ki: İşte hem Allah için, hem de sağlığa, insanlığa hizmet için.

O zaman diyorum ki ona: Kardeşim gerçekten niyetin Allah içinse, Allah adına sağlığa hizmet içinse o zaman çöpçü olman daha evla değil mi? Eğer derdin Allah adına sağlığa hizmetse belki çöpçü olman doktor olmandan daha evladır. Çünkü birisi hastaları iyileştirmeye çalışırken ötekisi iyileri hastalıktan korumak için çırpınır. Sence hangisi daha önceliklidir? diyorum, o da başını aşağıya eğiyor.

Öyleyse okumadaki temel hedef sadece Allah için olmalıdır, kesinlikle başka şeyler araya karıştırılmamalıdır.

Okunan bölümün manasını anlamadan mücerret okumak da Allah’ın istediği bir okumak değildir. Allah’ın istediği okuma, kişinin gözü ile ilgi kurduğu gerçeği emir veya nehiy olarak aksettirmesidir.

Yani: Gördün ki bir kız açık saçıksa, ona bakmaman gerektiği emrini kendine alacaksın veya ona yardım etmen gerçeğini anlayacaksın. Yani o gördüğün kişiyle bir ilgi kuracaksın. O gördüğün şeyle, gözünle okuduğun kişiyle bir ilgi kuracaksın. İşte okumak budur. Okumak okunan şeyle ilgi kurmaktır. Vitrinler okunur, tabelalar okunur, eşyalar okunur, yiyecekler içecekler okunur, insanlar okunur bu anlamda. Ve okunan şeyle de gereği gibi ilgi kurulur. Ama öyle olmamış.

İnsanlar Kur’an okumayı böyle anlamamışlar. Nasıl olmuş? Kur’an okumak denilmiş, tamam birisi mücerret tilavet etmiş, okunan şeyle ilgi kurulmamış, ne olduğu, ne dendiği, ne istendiği anlaşılmaya ve gereği yerine getirilmeye çalışılmamış.

Peygamberin kesin nehyine rağmen bu okuma gırtlaktan aşağıya inmemiş, ama buradan yukarısında mest olunmuş, kendinden geçilmiş, güzel de okumuşlar kendilerince, ama bu Kur’an okuma olmamış.

Halbuki Kur’an okumak, okuduğun ayet senden namaz istediğinde veya senden şöyle bir hayat programına geçmeni öğütlediğinde hemen onunla ilgi kurmandır, değilse onun adına okuma denmeyecektir.

Biz sadece Kur’an-ı okuyoruz ama okuduğumuz ayetlerin ne anlama geldiğini, bizden nasıl bir hayat istediğini anlamaya yanaşmadan okuyoruz. Okuyoruz ama okuduğumuz ayetlerle hayatımızı düzenleme kavgası vermiyoruz. Buna da okuma denmez zaten.

Demek ki anlamadan okumayacağız kitabı. İslam’ın kastettiği okumakta; dil, akıl ve kalp müşterektir. Bu üçünün birlikte gerçekleştirmedikleri bir okumaya gerçek manada bir okuma denemez. Hakiki bir okumada dil okur, akıl tercüme eder, kalp de ibret alıp tavır belirler.

Demek ki dilin görevi telaffuzdur. Dilin görevi tertil ile harflere hakkını vererek telaffuz etmektir. Aklın görevi de dilin okuduğu ayetlerin manalarını ve tefsirini yapmak, tercüme etmektir. Kalbin görevi ise okunan bu ayetlerin etkisi altında kalarak tavır belirlemek ve kendisine çeki düzen vermektir.

Yani akıl okunan âyetlerin anlamını kavramaya çalışmıyor, kalp de okunan ayetlerin ortaya koyduğu manalar istikâmetinde bir tavır alıp etkilenmiyorsa sadece dilin hareket etmesinin hiçbir manası yoktur, bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım.

Çünkü Kur’an’ın okunmasından maksat tedebbürdür. Yani düşünerek onun ne dediğini anlamaya çalışmak ve hayatı onunla düzenlemektir.

Hz. Ali (r.a) diyor ki: Anlamayarak yapılan ibadette ve düşünülmeden gerçekleştirilen okumada hayır yoktur.

Okuyalım, okuyalım da, uygulamaya konmayacaksa, amele dönüşmeyecekse ne işe yarar bu okuma?

  • Okuyalım, okuyalım da, birilerine anlatmayacaksak, bu okuduklarımızla birilerini diriltme kavgası vermeyeceksek ne kıymeti kalır bu okumanın?
  • Yani hasbi olmayacaksak bu okumada, amel endişemiz olmayacaksa neye yarar bu okuma?

Evet Oku denince bir Müslüman’a işte bunlar deniyor. Bunun içinde bunların hepsi var. Okuyacak kişi başkalarına anlatacak, uygulayacak ve bu konuda da hasbi olacak. Çünkü biz biliyoruz ki bu ayetin ilk muhatabı olan Rasulüllah’a gelen her bir vahyi Resul-i Ekrem önce kendisi okudu, öğrendi, sonra hiç beklemeden, zerre kadar bir parçasını bile gizlemeden hemen onu insanlara anlattı, kendisi uyguladı, başkalarına uygulattı ve samimi oldu bu konuda.

Kaynak: Ali küçük / Besairu’l Kur’an

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.