Vahyin ilk bölümünde, Kur’an’ın ilk gelen ayetinde insanın “Alak’tan” yani bir kan pıhtısından yaratıldığı gündeme gelmektedir. Alak, kan pıhtısı demektir. Daha sonra gelecek 39. sürede ancak insanın topraktan yaratıldığı bildirilecektir. Bunun ikisi de doğrudur. Yani insan hem bir kan pıhtısından hem de topraktan yaratılmıştır.
Ama insanın topraktan yaratılması konusu gaybi bir konudur. Herkesin bilmediği bir konudur. Eğer Rabbimiz insanların henüz vahiyle yeni tanıştıkları bu ilk dönemlerde böyle gaybi bir konuyu, yani insanların topraktan yaratıldıklarını gündeme getirseydi, belki de o günün Mekkelileri ortalığı velveleye verebileceklerdi. Onun içindir ki her ikisi de doğru olmakla birlikte Rabbimiz ilk vahiyle kimsenin inkar edemeyeceği bir şeyle karşılarına çıkarıyordu konuyu.
Güneş gibi, ay gibi açık ve net, kimsenin itiraz edemeyeceği, insanların reddedemeyecekleri bir yönüyle insanın yaratılışını gündeme getiriyor ve ötekisini insanların imanlarının, teslimiyetlerinin kökleşeceği bir döneme erteliyordu.
Herkes biliyor ki insan ana rahmine atılmış bir damla sudan meydana gelmektedir. Bunu kimse reddedemez. Ama ötekisi ancak gaybe inanan bir kimsenin kabullenebileceği bir şeydi ve bundan bahis henüz erkendi. Evet, Allah insanı bir kandan yaratmıştır.
Bunun zikri bize şunu hatırlatır:
Allah karşısında bilgi iddiasında bulunanlar, Allah karşısında güç iddiasında bulunarak Allah’a kafa tutmaya kalkışanlar şu gerçeği hiçbir zaman unutmamalıdır. Sen ki basit bir varlıktın, hiçbir şey bilmiyordun, akılsız, idraksiz, elsiz, ayaksız bir damla su idin. Ana rahmine atılmış bir damla kan.
Bu durumdayken seni orada koruyan, seni yaratan, sana seni tanıtan, sana çevreni tanıtan, sana şuur ve bilgi veren, Allah’ı tanıma imkanı veren, seni adam eden, Rabbini ve Rabbinden gelen bilgilerle bilgilenmeyi bırakıp ta başkalarının bilgilerini bilgi mi kabul ediyorsun?
Düşünsene basit bir kan pıhtısının gücü ne ki? Bir damla basit kan parçasının gücü, değeri ne olabilir ki?
Anlama gücü yok, düşünme gücü yok, söz söyleme gücü yok… Böyle bir varlığa Allah kendi bilgisini nasip ediyor. Böyle basit bir varlığı muhatap kabul edip Allah ona kendi bilgisini ulaştırıyor. Bu ne müthiş bir şeydir! Bu ne muazzam bir lütuftur!
İşte Rabbinden gelen bu bilgilerle insan kendisini, dünyayı, çevresini, kulluğu tanıyor. Bu bilgi sayesinde insan ne olduğunu, nereden geldiğini, ne için geldiğini, nereye gideceğini, yaşadığı bu hayatın sonunda başına nelerin geleceğini biliyor. Bu bilgilerle Allah’ı tanıyor, Allah’a kulluğunu tanıyor.
Öyle değil mi? Allah bu kan parçasını yaratmasaydı, kendisine vahyini göndermeseydi, kendi bilgisiyle insanı bilgilendirmeseydi bu zavallı kan pıhtısı, bu zavallı insan nereden bilebilecekti bu kadar bilgiyi? Nereden bilebilecekti Allah’ı? Nereden bilebilecekti cenneti, cehennemi, dünyayı, ahireti, kulluğu, hesabı, kitabı?
Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an