Nisa ve Nur süresinde zina şahitliğinde dört kişi, zinanın dışında da iki erkek ya da bir erkek iki kadının şahitliğini esas almıştır. Nitekim deyn / borç ayetinde “erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın (şahitlik etsin) (1)” buyurmuştur.
Nihayetinde bu ayet-i kerime şahitliği yüklenme (bir olayı oluşuna tanık olma) ve mal sahibinin hakkını onunla koruduğu bir belge kaydetme ile ilgilidir. Yoksa bu ayet-i kerime bükum yöntemiyle ve hakimin verdiği hükümle ilgili değildir.
Bu başka bir şey o başka bir şeydir. Ayrıca Allah Teala rec’at (ric’i talak) konusunda ise iki adil şahidi emretmiştir. Seferde iken vasiyete şahitlik konusunda Müslümanlardan iki adil şahit, bunlar bulunamadığı takdirde başkalarından iki adil şahit istemiştir ki, “müminlerden başkası” kafirler demektir.
Ayet-i kerime sefer halinde Müslüman şahit bulunamadığı takdirde kafirlerin vasiyet konusunda şahitlik yapabileceklerini gayet açık bir şekilde ifade etmiştir. Hz. Peygamber ve sahabe buna göre hükümler vermiştir ve daha sonraları bunu nesheden bir nas varit olmamıştır.
Çünkü Maide süresi Kur’an-ı Kerim’in en son inen sürelerindendir ve kendisinde mensuh ayet bulunmadığı gibi, buna aykırı bir başka ayet-i kerimeye de rastlanmamaktadır.
Ayet-i kerimede geçen “min gayrikum” ifadesini, “sizin kabilenizin dışından bir kişi” şeklinde yorumlamak mümkün değildir. Çünkü Allah Teala bu ayet-i kerime ile bütün müminlere hitap etmektedir:
“Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri) geldiği zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden iki adaletli şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, ölüm (emareleri de) size gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit tutmaktır (2)“
Ayet-i kerime belirli bir kabileye hitap etmiyor ki “min gayrikum” ifadesi, “siz ey kabile” manasına gelsin. Hz. Peygamber ve ondan sonra gelen sahabiler de ayetten bu manayı anlamamış, aksine açıkça ifade edilen manayı çıkarmışlardır. Allah Teala bu ayet-i kerimede hakları koruyacak olan şeyleri zikretmiştir, yoksa “hakimler ancak bununla hükmedecekler” dememiştir.
Kur’an-ı Kerim’de bir şahit ile yemin, yeminden kaçınma, reddedilmiş yemin, kasame (3)‘ ve li’an (4)‘ yeminleri gibi hakkı ortaya çıkarıp netleştirecek ve ispat edecek şeylerle hükmetmeyi kabul etmeyen bir nas da yoktur. Müslümanlar mali meselelerde bir erkek iki kadının şahitliğinin kabul edileceği hususunda ittifak etmişlerdir.
Alış-veriş, alış-verişte süre, muhayyerlik, rehin, belirli biri için vasiyet, hibe, vakıf, bir malın tazmin ve telefi, nesebi bilinmeyen bir köleye sahiplik iddiası, mehir belirlenmesi, hul (5)” bedelinin belirlenmesi gibi diğer mali konularda da bir erkek, iki kadının şahitliği kabul edilir.
Itk (köle azadı), mali konularda vekalet, bu konuda ona vasiyette bulunma, bir kafirin malını elde etmek amacıyla öldürüldüğü iddiası, esirlerin köleliği önlemek için esaretten önce Müslüman olduğu, kısası gerektirmeyen kasten veya hataen cinayetler, nikah, ric’at gibi konularda da bir erkek iki kadın yeterlimidir, değil midir konusu ise alimler arasında tartışmalıdır.
Ahmed b. Hanbel’den iki görüş olmakla beraber, Ebu Hanife birinci görüşü, İmam Malik ve Şafi ise ikinci görüşü benimsemişlerdir. İki erkekten başkası kabul edilmez diyenler gerekçe olarak, “Allah Teala ayet-i kerimede bir erkek iki kadını ancak mali konularla ilgili olarak zikretmiş, diğer meselelere sadece temas etmiştir” demişlerdir.
Diğer görüşü savunanlar ise, “diger meselelerin ayet-i kerimede zikredilmemiş olması, bu hükmün onlar için de geçerli olmasını engellemez. Çünkü Allah Teala, katil kefaretinin dışındaki kefaretlerde, azat edilecek kölenin Müslüman olmasını şart koşmamıştır.
Aynı şekilde bu konuda altmış fakir yedirmeden de söz etmemiştir. Halbuki siz, bu konularda mutlak olanı, açıklamak ya da kıyasa başvurmak suretiyle mukayyed olana hamlederiz’ demiştiniz” diyerek önceki görüşün sahiplerini prensiplerinde tutarlı olmaya davet etmişlerdir.
İkinci grup, tartışmalarına şöyle devam etmişlerdir. Ayrıca Allah Teala, “içinizden iki adil şahit tutun (6)“, “içinizden ya da dışınızdan iki adil kişi (7)” buyurmuştur.
Deyn/borç ayeti ise bunların aksinedir. Çünkü orada, “erkekleriniz den hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın (şahitlik etsin) (8)” buyurmuş, diğer konularda “iki erkek” demediği gibi, “iki erkek bulamazsanız, bir erkek iki kadın” da dememiştir.
Ayette geçen lafız müzekker kiptir, muennesleri ihtiva etmez” denilecek olursa buna da şöyle cevap verilir;
Müzekker kipi ile kullanılan bir kelimenin yanında müenneslerden ayrıca söz edilmemiş ise, bu müzekker tabirin aynı zamanda munnesleri de kapsaması şariin örfünde yerleşik bir uygulamadır. Çünkü müzekker bir arada bulunma anında müzekkere galip gelir.
Nitekim, “eğer o erkeğin kardeşleri de varsa annesi altıda bir alır (9)“, “şahitler, şahitlik için çağrıldıkları zaman geri durmasınlar (10)” ve “ey iman edenler! Oruç size farz kılındı (11)” gibi ayet-i kerimelerde hep müzekker kalıp kullanılmış, ancak müennesler de ayetin kapsamında yer almışlardır.
Buna göre;
“Sizden iki adil şahit tutun (12)” ayeti de her iki sınıfı kapsar. Ne var ki İslam hukukunda bir kadının şahitliğinin, bir erkeğin şahitliğinin yarısına denk olduğu, dolayısıyla iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği yerine geçtiği görüşü yerleşmiştir. Hatta bu daha kabule şayandır. Çünkü,
Kadınların ric’at anında orada bulunmaları, borçların kayıt altına alındığı yerlerde bulunmalarına nispetle daha kolaydır. Aynı şey, ölüm anında ki vasiyet için de geçerlidir. Dolayısıyla şariin, erkeklerin yazdığı -ki genelde erkeklerin toplu bulunduğu yerlerde yazılır- borç tutanaklarında kadınların şahitliğini geçerli kabul etmiş olması, kadınların vasiyet ve ric’at gibi çokça tanık oldukları konularda da şahitliklerinin geçerli olmasını gerekli kılmaktadır.
Şariin, vasiyette ihtiyaç halinde gayr-i Müslimlerin şahitliklerini kabul etmesi, bir erkek iki kadının şahitliğinin geçerli olmasını daha evleviyetle makbul hale getirir. Borçlar hukuku bundan farklıdır. Çünkü borç Müslümanlar arasında olup şahitleri de orada ise, bizim dışımızdan birisinin şahitliğini emretmemiştir.
Sefer esnasında vasiyette ise orada, kimi zaman gayr-i Müslim’den başka şahit bulunmaya bilir. Bunun gibi bir ölünün başında bazen kadından başkası bulunmayabilir. Aynı şekilde ric’at konusunda iki adil kişinin şahitliği emredilmektedir. Çünkü burada şahit tutan, ric’atı gözlememesi için, ric’at ile kendisine şahitlik edilen zevcdır.
Dolayısıyla;
Ona, nisabın en kamiline şahitlik etmesi emredilmiştir. Onun bu kamil nisaba şahitlik etmemesi, nakıs nisaba şahitliğinin kabul edilmemesini gerektirmez. Çünkü hukukun yolları, hukuku korumanın yollarından daha kapsamlıdır.
Nite kim Resulüllah (s.a.v), kayıp eşya bulan kişiye iki adil şahidin şahitlik etmesini, bilgilerini gizlememeleri ve ortadan kaybolmamalarını emretmektedir. Eğer bu kişiye bir erkek iki kadın şahitlik etse, ittifakla kabul edilir. Dahası, kayıp malın sahibinin, yalnızca malın evsafını anlatması ile de, hüküm verilebilir.
Şu hususlar da konuyu açıkalayıcı olacaktır;
Allah Teala mali konulardaki şahitlik hususunda, “razı olduğunuz şahitlerden” buyurduğu gibi, vasiyet ve ric’at konularında da, “sizden iki adil şahit tutun” buyurmuştur. Çünkü burada şahit tutan hak sahibidir. Tabii olarak bu kişi şahit olarak, hakkını korumaya razı olduğu birisini getirecektir. Aksi takdirde kendi hakkım bizzat kendi eliyle zayi etmiş olur.
Ayrıca şahit tutan kişi esasen kendi nezdinde kesinleşmiş bir hakka şahit tutmaktadır. Dolayısıyla rıza olması yetmeyip, haddi zatında adil olması da gerekecektir. Aynı şe kilde Allah Teala, “şahitlerden razı olduklarınız” buyurmuştur. Çünkü mal sahibi malını razı olduğu kişilerle korur.
Borçlu olan kişinin, “ben falancanın benim aleyhime şahitlik yapmasına razıyım” diyerek, karşı tarafın şahidinden razı olduğunu beyan etmesi mahkemede tartışmaya neden olacaktır. Ayet-i kertme ise bunun kabul edilmesi gerektiğine delalet etmektedir. Talak ve ric’at konusu böyle değildir, çünkü bunlarda Allah hakkı vardır. Vasiyette de gaib olan birisinin hakkı vardır.
Hz. Peygamber kadın hakkında “onun şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil mi?” buyurarak konuyu sınırlamadan mutlak olarak zikretmiştir. Hz. Peygamber, “benim toprağımı gasbetti” diye birini şikayet eden kişiye, “ya senin iki şahidin ya da onun yemini” buyurmuştur.
O kişi eğer bir erkek iki kadın şahit getirseydi Hz. Peygamber’in onun lehine hükmedeceği bilinmektedir. Bu da göstermektedir ki, bu iki şahit yerine geçmektedir. Hz. Peygamber’in, “ya iki şahit, ya onun yemini” sözü aynı zamanda, iki şahit ile sembolize edilen şer’i delile de işarettir.
İster “iki şahit” tabiri ile “iki şahitlik eden iki delil”, isterse “iki erkek ya da bunların yerine geçecek iki şey” kastedilsin iki kadın bir şahit konumundaki bir delildir. Eğer davacı delil getirmez ise davalıya yemin ettirilir. Dolayısıyla davalının yemini diğer bir şahit sayılır. O zaman onun iki delili meydana gelmiş olur:
Birisi beraet, diğeri yemin. Yeminden kaçarsa, nükül (yeminden kaçmak) ile aleyhine hükmedilir ve kendisine “nükül, ya ikrardır, ya bedel” diye bildirilir. Bu ise, davacının hakkı bilip davalının bilmediği durumlarda gayet güzel bir yöntemdir.
Hz. Osman, İbn Ömer’e “senin ona malını kusursuz olarak sattığına yemin et” demiş, İbn Ömer yemin etmeyince de onun aleyhine karar vermiştir. Alimlerin çoğunluğu şöyle demişlerdir:
Yeminden kaçarsa, yemin sırası davacıya geçer. Böyle olunca yeminden kaçanın bu hali bir delil, davacının yemini de ikinci delil sayılır. O zaman da hüküm şahit ve yeminden oluşan iki delil ile ispat edilmiş olur.
Şari ise davalarda iki şahit ile hükmetmeyi meşru saymıştır. Çünkü davalının inkar etmesi halinde, yalnızca iddiasıyla davalı lehine hüküm verilmez. Çünkü o da yemin edebilir. Bu durumda şahitlerden birisi inkar eden davacıya karşı koymuş olur. Çünkü onun inkarı ve yemini tek şahit konumundadır. Bu halde diğer şahit, aksini ispat edicisi olmayan bir adilin haberi olmuş olur.
Dolayısıyla bu aksi iddia edilemeyen şeri bir hüccettir. Bir rivayette “haber-i vahid ancak kendinden daha güçlü bir delil ile çatışmaz ise kabul edilir” denilmiştir. Dolayısıyla kıyas-hükümde mukayese ve rivayet bir biri ile uyumlu hale gelmiş oldu. Şahitlik ile kastedilen, kendisiyle hakkında tanıklık edilen şeyin meydana gelip gelmediğini bilmektir.
Kendisine tanıklık edilen şeyin mal, talak, azad, vasiyet gibi konularda bir çelişki yoktur. Aksine birisinde tasdik edilenin diğerinde de tasdik edilmesi gerekir.
Allah Teala şahitlik hususunda kadınları iki kişi olmasının hikmetini, “biri unutur ya da şaşırırsa diğeri ona hatırlatır” şeklinde ifade etmiştir. Kadınların birisinin ric’at, talak, vasiyet gibi konularda hatırlatması, borç ilişkisi için de geçerlidir ve hatta önceliklidir.
Allah Teala konunun hafızada tutulması için iki kadının şahitlik etmesini emretmiştir. Çünkü iki kadının aklı ve ezberi, bir erkeğin akıl ve ezberi yerine geçer. Bundan dolayı miras, diyet, akika ve azat konularında bir kadın bir erkeğin yarısı sayılmış ve iki kadının azadı, bir erkeğin azadı yerine geçmiş tir.
Nitekim bu konuda Resul-i Ekrem’den şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Kim, bir Müslüman azat eder, özgürlüğüne kavuşturursa, Allah Teala bedel olarak azat edilenin her uzvu karşılığında, azat edenin bir uzvunu cehennemden azat eder”, “kim, iki Müslüman kadını azat ederse Allah Teala, her iki kadının uzuvlarına bedel olarak azat edenin birer uzvunu cehennemden azat eder”
Şüphesiz iki kadın şartı, şahitliği üstlenmede, olayın tespiti anında gereklidir. Kadın konuyu anlar, ezberler vede dini konusunda güvenilir bir kişi olursa, böyle bir kadının tek başına verdiği haberle maksat hasıl olmuş olur.
Böyle bir kadının dini konularda verdiği haberlerle maksat hasıl olması da bunu teyit etmektedir. Nitekim diğer bazı konularda, sahih olan görüşe göre, kadınların şahitlikleri tek başlarına geçerli sayılmakta, iki kadın ve yemin talep edenin şahitliğiyle hüküm verilmektedir. Bu İmam Malik’in görüşü olduğu gibi, İmam Ahmed’den nakledilen iki görüşün de biridir.
Üstadımız İbn Teymiyye şöyle demiştir. “Tek kadının ve yemin talep edenin şahitliğiyle hükmedilir denilse idi daha doğru olurdu” denirse cevaben şunlar söylenir.
“Çünkü iki kadın, olaya tanıklık esnasında tek erkek konumundadırlar. Bunun da hikmeti onlardan birisinin unutmamasıdır. Şahitliği yerine getirme durumu bundan farklıdır. Çünkü ne Kitab ne de sünnette “ancak iki kadının şahitliği ile hükmedilir” gibi bir ifade yoktur. Olaya şahit olma esnasında iki kadını şahit tutmanın emredilmesi, onlardan en az biri ile de hüküm verilebilmesini engellemez.
Çünkü Allah Teala borçlar hukukunda iki erkeğin, onların bulunmadığı durumlarda bir erkek iki kadının şahitliğini emretmiştir. Bununla beraber tek şahit ve talibin yemini ile de hükmedildiği gibi, yeminden kaçma ve cevap vermeme (redd) vb. yöntemlerle de hüküm verilmiştir.
Kaynak: İbn Kayyım el-Cevziyye / İ’lamü’l Mavvakkı’in / C: I-II / bkz: 125-130
(1- Bakara Süresi 282) (2- Maide Süresi 106) 3- Kasame: Faili meçhul cinayetlerde cezai ve mali sorumluluğu tespit amacıyla cinayetin işlendiği bölge insanlarının veya maktulün yakınlarının yemin etmesi usulünü ifade eden fıkıh terimi demektir) (4- Li’an: Kadının, kendisini zina ile itham eden kocasıyla yeminleşmesini ifade eden bir fıkıh terimidir) (5- Hul: Kadının belli bir bedel vermesi karşılığında kocanın ayrılmaya razı olması üzerine evlilik bağından kurtulması. Karşılıklı anlaşmayla gerçekleşmesi sebebiyle bu işleme muhalca adı verilir) (6- Talak Süresi 2) (7- Maide Süresi 106) (8- Bakara Süresi 282) (9- Nisa Süresi 11) (10- Bakara Süresi 282) (11- Bakara Süresi 183) (12- Talak Süresi 2)