Kur’an-ı Kerim’de Oruç İbadeti

Allah’ın emrini yerine getirmek niyetiyle oruç tutanlar ise, hem manevi mükafata nail olurlar, hem de maddi faydalar temin ederler. Kur’an-ı Kerim’de 11 ayette savm, sıyam veya bu kelimenin iştikaklarını bulmaktayız
Şimdi bu ayetleri genel olarak sıralayalım ve meallerini vermeye çalışalım:
1 — Ey iman edenler. Sizden evvelkilere farz olunduğu gibi, sizin üzerinize de oruç farz olundu, (ta ki günahlardan) korunasınız (1)
2 — (Farz olunan oruç) sayılı günlerdir. Artık sizden kim (o günlerde) hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Oruca gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye lazımdır. Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır işlerse bu, onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmak bilseniz, sizin için daha hayırlıdır (2)
3 — ( O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanların hidayet rehberi olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak burhanları (ihtiva eden) Kur’an bu ayda indirildi. Öyleyse içinizden kim o aya erişirse, orucunu tutsun. Hasta olan veya seferde bulunan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar, Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. O sayıyı (kaza borcunuzu) tamamlamanız. Allah’ı -sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı da- büyük tanımanız içindir, olur ki şükredersiniz (3)
4 — Oruç günlerinizin gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak sizlere helal edildi. Onlar sizin için, siz de onlar için birer libassınız. Allah sizin nefsinize zulmettiğinizi bildiğinden tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah’ın hakkınızda yazdığını isteyin. Fecr olan ak iplik, kara iplikten seçilinceye kadar, yeyin için sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta bulunduğunuz zaman, kadınlarınıza yaklaşmayın. İşte Allah’ın hududu, sakın onlara yaklaşmayın. Allah sakınsınlar diye insanlara ayetlerini böyle açıklar (4)
Bakara Süresinden zikrettiğimiz şu dört ayette, orucun farziyeti, zamanı, kolaylıkları ve kazası bahis konusu edilmektedir. Bu dört ayetten başka, yine;
- Bakara Süresinin 196
- Nisa Süresinin 92
- Maide Süresinin 89 ve 95
- Meryem Süresinin 26
- Ahzab Süresinin 35
- Mücadele Süresinin 4.
ayetlerinde de oruç lafzı geçmekte ise de, bunların ekserisi Müslümanların yaptıkları herhangi bir kötü hareketin neticesi olarak ödemeleri lazım gelen kefaret çeşitlerinden biri olarak geçer.
Ayrıca bunlara kısaca temas edilecektir. Biz bu makalemizde sadece Kur’an-ı Kerim’deki orucu ele aldığımızdan, hadis, icma ve kıyas yoluyla ulaşılan ince teferruata temas etmeyeceğiz.
Oruç kelimesini ihtiva eden ayetlerin bulunduğu süreler nazar-ı dikkate alınırsa, bir süre hariç, diğerlerinin Medine’de nazil olduğu görülür. Yalnız Meryem Süresi Mekki’dir.
Bu süre dışındaki Medeni sürelerde geçen “savm” kelimesi ise, bugün kullandığımız orucun ıstılah manasını ifade etmektedir. Şimdi bu ayetler üzerinde birer birer duralım:
1 — Ey iman edenler. Sizden evvelkilere farz olunduğu gibi, sizin üzerinize de oruç farz olundu, (ta ki günahlardan) korunasınız (5)
Müslümanlara orucun farz oluşu bu ayetle sabit olmaktadır. Yine bu ayetten, oruç ibadetinin sadece Müslümanlara yüklenmemiş olduğunu, bu ibadetin geçmiş milletlere de farz edildiğini öğrenmekteyiz.
Bütün dinlerde mevcut olan orucun ifa ediliş şekilleri birbirinden farklıdır. Ayetin, sonundaki “(taki günahlardan) korunasınız” ibaresi, size orucun farz kılınmasının sebebi, sizleri günahlardan korumak içindir gibi bir anlam taşır.
Bu bakımdan İslâm Dininde oruç, insanın ahlakça düzelmesi ve yücelmesini temin eder. insanoğlunun kötülük ve günahlardan kaçınabilmesi sadece dış temizliği ile değil, içinin, ruhunun temizlenmesine de bağlıdır.
Kur’an-ı Kerim sadece iyi olmayı, kötülükten uzak durmayı emretmekle yetinmemiş, insanın içindeki kötülük meylini frenleyecek ve iyiliğe meylettirecek yolları da göstermiştir, işte bu yollardan biri de hiç şüphesiz ki oruç ibadetidir.
İslam’ın; diğer ibadetlerinde olduğu gibi, orucun da insan üzerinde maddi ve manevî faydalan pek çoktur. Çünkü insanoğlu sadece ne bir cisim ve ne de bir ruhtur. Belki bunların ikisinin muvazeneli bir şekilde birleşmesidir. Bu iki asıldan birini ihmal etmek, muhakkak ki diğerini kuvvetlendirmeye vesile olur.
Çok meyve alabilmemiz için münasip zamanlarda ve usulüne uygun bir şekilde meyve ağaçlarımızı budadığımız gibi, biraz cismaniyetimizi budamakla, ruhumuzu takviye etmiş oluruz. Bu budama sadece yemek içmekten çekinmekle değil, her türlü kötü davranıştan ictinab etmeyi de içine alır.
Bu bakımdan oruç; Allah’ın emrini yerine getirmesi yönünden insandaki kabiliyetlerin bir nevi eğitilmesidir. Nasıl insandaki kabiliyetler tam güçlerine erişebilmesi için bir eğitime ihtiyaç gösteriyorlarsa, insanda mevcut olan Allah’ın emrine uyma kabiliyetinin de mutlaka eğitilmesi îcabeder.
Oruç tutmayan sabretmesini bilemez.
Hele zenginlik içinde olup, müreffeh bir hayat yaşayanlar, oruç tutmadıkları takdirde, Allah’a itâat etme kabiliyetlerini şehvetlerine kaptırırlar, ruhları tamamen körleşir. Bir gün aç kalmakla öleceklerini zannederler. Bundan dolayı da orucu zararlı sayarlar.
Halbuki nefs-i emmareye karşı en iyi müdafaa onunla yapılır. Oruç, Allah’ı daha çok düşündürür, O’na itaat etmenin yolunu temin eder ve itaatin zevkini tattırır.
Orucun manevi faydası dışında, maddî faydaları da pek çoktur.
İnsan vücudunu açlık ve susuzluğa karşı dayanıklı bir hale getirdiği gibi, yaşayacağı çetin bir hayat tarzına alışkanlık kazandırır. Harpve kıtlık günlerinde, insan icabında günlerce aç kalabilir. Böyle bir talimin lüzumu açık olarak meydandadır.
Zaten bugünkü modern tıp ilmi de çeşitli hastalıklarda bazı gıdaların yenmesini yasaklamaktadır. İnsanoğlu gündüz çalışır, gece uykusunda dinlenir. Acaba sindirim organlarının böyle bir dinlenmeye ihtiyaçları yok mudur?
Zorla oruç tutanlar, bunu Allah’ın emrini yerine getirmek niyetiyle yapmazlarsa, manevî bir kazanç temin edemezler. Fakat buna mukabil maddî faydalar sağlayabilirler.
Allah’ın emrini yerine getirmek niyetiyle oruç tutanlar ise, hem manevi mükafata nail olurlar, hem de maddi faydalar temin ederler. Çünkü, kulun yaptığı ibadetlerin faydası yine kendisi içindir.
2 — (Farz olunan oruç) sayılı günlerdedir: Orucun Müslümanlara farz kılındığını öğrendik. Ama farz kılınan bu oruç günleri ne kadardır ve ne zamandır İşte bu ayette bu husus tayin edilmektedir. 3 üncü ayette de açıklanacağı gibi, bu sayılı günler Ramazan ayının günleridir.
Bu sayılı günler bazen 30, bazen 29 olabilir. Acaba, oruç günlerinin böyle sayılı olmasında bir hikmet aranılamaz mı? Yukarıda, oruç insana Allah’a itaat etmenin zevkini tattırır demiştik.
Bu zevki tattırmak için de, İslam sadece ruhi faydalar elde etmek isteyenleri, bütün sene oruç tutmaktan alıkoymuştur. Çünkü devamlı olarak bütün seneyi oruçlu geçirme, insanda bir alışkanlık halini alır ve tuttuğu oruçtan maddi ve manevi bir zevk duyamaz.
Zikredilen sayılı günler o şekilde tayin edilmiştir ki insanı alışkanlık derecesine çıkarmadan, maddi ve manevi zevkleri tattıracak vasıfları ihtiva etmektedir.
Ramazan orucu Müslümanlara, Hicret-i Nebeviyyenin ikinci senesinde, Kıblenin değişmesini müteakip, Şaban ayının onunda farz kılınmıştır.
“Artık sizden kim (o günlerde) hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar“: Bu lafızlardan anlaşıldığına göre, İslam Dini merhametsiz ve gaddar değildir. Bilakis müsamahalıdır.
Hasta ve yolculara karşı azami kolaylığı göstermiştir. Onlar oruç tutup tutmamakta muhayyerdirler. Eğer tutamayacak olurlarsa, tutamadıkları gün miktannca kaza ile mükelleftirler.
Hastalar için iki durum düşünülebilir.
- Birincisi: Oruç tutmaya kudreti olmayacak derecede olandır ki, böyle bir hastanın oruç tutmaması vacip olur.
- İkincisi: Oruç kendisine biraz zor gelse de, tutabilecek kudrette olan hastalar ki, bunların durumu hakkında fakihler arasında görüş ayrılıkları belirmiştir. Bazıları oruç tutmamasını söylerken, bazıları da oruç tutmaya muktedirse tutar demişlerdir.
Gebe ve emzikli kadınlar da bu hüküm içine girerler. Onlar gerek kendileri ve gerekse çocukları için bir zarar geleceğini hissederlerse, oruç tutmayabilirler. Fakat sonradan, tutamadıkları miktarı kaza ederler.
İslam’da yolculuk, mutedil bir yürüyüşle 18 saatlik bir yoldur. Bundan daha az olan bir mesafeye sefer denemez. Yolculuklar meşakkatlerden hali olamaz. İslam Dini yolcular hakkında ibadetler hususunda bazı kolaylıklar göstermiştir. Yolculuk meşakkatten hali olsa da hüküm ferde değil, cinse göredir.
Bu bakımdan seri vasıtalarla bu 18 saatlik mesafe bir saatte dahi alınsa, 8 saatlik hududu aşan kişi seferi olur ve oruç hususunda da kendisine bir ruhsat verilmiştir.
Yolcu olan oruç tutmayabilir ve orucunu yiyebilir, ancak yolculuk sona erdikten sonra kaza etmek mecburiyetindedir.
Sahabe ve Tabiilerden bazı zevat, “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” ayetinin manasından istifade ederek, yolculuk halinde oruç tutmamanın faziletli olduğunu ileri sürmüşlerdir.
“Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar.” ibaresi de kazanın vücubuna delalet eder. Hastalık, yolculuk, cihat, ikrah halı, şiddetli açlık ve susuzluk, gebelik ve süt analık, kadının hayız ve nifas halleri sebebiyle kazaya kalan oruçların en kısa zamanda ödenmesi matlubdur.
✓ Oruca gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye lazımdır. Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır işlerse bu, onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmak bilseniz, sizin için daha hayırlıdır.
İbn Abbas’ın bu ayeti anlayışı şöyledir: Tamamıyla ihtiyarlamış ve ilerde tutamadığı orucu kaza ile iade etmesine imkan bulamayan kişileri nazar-ı itibara almıştır. Hatta bu anlayışın içine, iyi olması mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmış olanlar da girebilir.
Hasta ve yolcuya tutamadığı günleri kaza etmesini emreden İslamiyet’in, sağlam ve mukim olan kimseyi oruç hususunda muhayyer bırakmış olması asla kabul edilemez.
3 — “( O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanların hidayet rehberi olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak burhanları (ihtiva eden) Kur’an bu ayda indirildi”
Ramazan ayı, ay sistemine göre tesis edilmiş 12 aydan biridir. 29 veya 30 gün arasında deveran eder. Orucun da bu ay içerisinde tutulması icabetmektedir.
Burada üzerinde hassasiyetle durulması îcabeden bir husus, orucun zamanı meselesidir. Görüldüğü gibi, Kur’an bunu açık olarak tayin etmiştir. Buna rağmen, İslam’ın orucunu, aynı zaman ve aynı mevsime getirmek isteyen heveskarlann günümüzde kalem oynattıklarını görmekteyiz.
Kısaca ifade etmek gerekirse bu heveskarlar ay takvimi yerine güneş takvimini koymak istemektedirler. Bilindiği gibi ay takvimi, güneş takvimine nispetle on günlük bir öncelik sağlar. Bundan dolayı da, 36 senelik bir müddet içerisinde Ramazan ayı senenin bütün mevsimlerini sıra ile dolaşır.
Coğrafya okuyanlar bilirler ki, her yerde aynı iklime sahip olmayan bir yer yuvarlağı üzerinde yaşamaktayız. Sıcak ve soğuk mevsimler bir bölgeyi diğerinden farklı yapmaktadır. Yaz, soğuk bölgeler için hoş bir mevsim iken, hatt-ı istiva (ekvator) civarı için, hoş değildir. Yer küremizin bazı bölgelerinde mevsimler dahi teşekkül edememektedir. Bundan başka, her yerde mevsimler de aynı değildir.
Dünyamızın Kuzey Yarım Küresi kış mevsimini idrak ederken Güney Yarım Küresinde yaz hüküm sürmektedir. Bu coğrafî vaziyetler göz önünde tutulacak olursa, İslam gibi cihanşümul bir dinde, güya bir coğrafî bölgenin Müslümanlarını korumak için, sabit bir mevsim aramanın yersizliği kendiliğinden ortaya çıkar, istenen sabit mevsim, din mensuplarının bazılarına daimî menfaat ve kolaylık sağlarken, bazılarını da daimî zorluklar içerisinde bırakacaktır.
Böyle bir durum İslam’ın ruhuna ve Ramazan orucunun hikmetine uygun değildir. Ramazan ayı, mevsimlerde muntazam surette yer değiştirdikçe, fayda ve zorluklar birbirine takip edecektir.
İnsanoğlunun her mevsime göre bünye mukavemetini sağlayacaktır. O halde, dünyanın her bölgesinde bulunan Müslümanlara, oruç hususunda müsavatı temin edebilmek için, İslam’ın tatbik ettiği ay sisteminden daha uygun bir mevsim düşünülemez, istenilen güneş sistemindeki sabit mevsimle Müslümanlar müşkülata uğrarlar. Böyle bir sistem cihanşümul bir din için düşünülemez.
Düşünülen bu sistem ancak mevzi bir din için uygun olabilir, İslam Dini için de böyle bir şey bahis konusu değildir. Onun cihanşumullügü dost ve düşman herkes tarafından kabul edilmiştir.
Yine yukarıdaki ayetten, insanlığın hidayet rehberi olan Kur’an’ın bu ayda indirilmiş olduğunu öğreniyoruz. Bu, Kur’an’ın tamamının değil de, Kur’âa’ın nüzul başlangıcının bu ayda olduğuna delalet eder. Duhan Süresinin 3. ayetinde;
✓ “Biz onu mübarek bir gecede indirdik” buyurulmaktadır.
Kadr Süresinin ilk ayetlerinde de; “Kadir gecesinde biz onu indirdik” şeklindeki vahy-i ilahi de nazar-ı dikkate alınırsa;
Kur’an’ın ilk defa inişi Ramazanda, geceleyin ve mübarek bir gece olan Kadir gecesinde vaki olmuştur.
Müslümanlar arasında bu hususta bir ihtilaf yoktur. Ancak mevcut olan ihtilaf bu mübarek gecenin, Ramazan ayının hangi gününe tesadüf etmiş oluşudur.
✓ “Öyleyse içinizden her kim o aya erişirse (o ayın hilalini görürse veya şahid olursa) orucunu tutsun. Hasta olan veya seferde bulunan, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Allah sizin İçin kolaylık ister zorluk istemez”
4 — “Oruç günlerinizin gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi, onlar sizin için, siz de onlar için birer libassınız. Allah sizin nefsinize zulmettiğinizi bildiğinden tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah’ın hakkınızda yazdığını isteyin”
Bu ayet daha evvel Sahabe, arasında cari olan bir endişeyi bertaraf etmektedir. Hadislerin beyanına göre, oruçlu olan bir adam, iftardan sonra yatsı namazına kadar yer ve içebilir veya mücamaatta bulunabilirdi. Yatsıdan sonra bu fiilleri yapamazdı. İşte bu ayet iftarla sahur vakti arasında gecenin hangi saatinde olursa olsun, nikahlı ailesine yaklaşmasında bir beis olmadığını ifade etmektedir.
Kur’an-ı Kerim karı koca arasındaki münasebeti daima nezih bir şekilde, edebi bir usul ile ifade etmeye çalışır. Meselâ ayette geçen “Refes” kelimesi, kinaye olarak cima manasına kullanılır.
Yine beliğ bir istiare ile, onlar -sizin, siz de onların libasısınız, ibaresi de bu hususa iyi bir örnektir. Nasıl elbise insan vücudunu örter ve sararsa, siz de birbirinizin ayıplarını örtün, sarmaş dolaş ve birbirinizin koruyucusu olun, demektedir.
Siz, bu ayet vahyolmazdan önce, o gecelerde nefislerinizi tutmakla, kendinize zulmediyordunuz. Allah sizin tevbelerinizi kabul edip oruç gecelerinde ailenizle mübaşerette bulunmayı sizlere izin verdi.
✓ “Fecr (-i sadık) olan ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yeyin, için, sonra geceye kadar onu tamamlayın”
Bu ayetle de, günlük orucun hudutları tayin edilmektedir. Bize gelen haberlerden anlaşıldığına göre, , İslâm’ın bidayetinde bazı Sahabe, oruç tutmak istediklerinde, siyah ve beyaz iplikleri alır, bunları birbirinden ayırt edinceye kadar imsak yapmazlardı, denilmektedir.
Bu gibi haberler bazı Sahabenin durumunu anlatması bakımından ehemmiyetlidir. Ak iplik kara iplikten seçilinceye kadar, ibaresi mücmeldir. Sakın yanlış anlaşılmasın, zikrettiğimiz beyaz ve siyah ipler bildiğimiz ipler değildir. Bu ipler fecr-i sadıktan olan iplerdir.
Daha doğrusu gecenin siyahlığı ile gündüzün beyazlığının bir ip halinde ufukta belirmesidir. Buradaki edebi sanatı, aynı kültür seviyesinde olmayan Sahabenin, aynı şekilde anlaması mümkün değildir. Bu hususta kendisine bir soru sorana Peygamber Efendimiz (s.a.v) şu cevabı vermiştir;
- Hayır, dediğin o renkli iki ip değil, gecenin siyahlığı ile gündüzün beyazlığıdır.
Artık beyaz iple siyah ipin, gecenin siyahlığı ile gündüzün beyazlığının birleştiği fecr vakti olduğu anlaşıldıktan sonra, o vakte kadar yemek içmek ve orucu bozan şeyleri işlemekte beis yoktur.
Kaynak: Doç Dr: İsmail Cerrahoğlu / Diyanet İlmi Dergisi / Eylül 1970 / bkz: 263-271
(1-Bakara Süresi 183) (2-Bakara Süresi 184) (3-Bakara Süresi 185) (4-Bakara Süresi 187) (5-Bakara Süresi 183)