Karia Süresi sıralamaya göre 101, nüzul sıralamasına göre 30. süredir. Mekke’de nazil olmuştur ve toplam 11 ayettir
Mekke’de, Mekke döneminin ilk yıllarında Peygamber Efendimize ve beraberindeki bir avuç Müslümana karşı muhalefet fırtınalarının şiddetlendiği bir dönemde müminlere bir teselli, kafirlere de bir tehdit oluşturmak üzere inmiştir.
Karia Süresi adını, ilk ayetini teşkil eden ve kıyamet isimlerinden biri olan “el-Karia” kelimesinden almıştır. Bu kelime, yalnızca sürenin ismi değil aynı zamanda konusudur. Zira Karia Süresinin konusu tamamen kıyametle ilgilidir. Burada kıyametin birinci safhasından, ceza ve mükafatın sonuna kadar, ahiret hayatının bir bütün olarak zikredilmiş olduğunu görüyoruz.
Adından da belli olduğu gibi;
İnsanları hedefini şaşırmış ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilmez bir vaziyette kelebekler gibi sağa sola uçuran kıyametten, kıyametin vukuundan, kıyametin dehşetinden ve kıyametin kopuşuyla olacak hadiselerden söz eden bir süre.
Yarın mutlak surette olacakları bu günden haber vererek insanları uyanıklılığa davet eden bir süre. İnsanları önlerindeki kıyamet gerçeğiyle uyaran, insanları pişmanlığa, ama iyi ameller yapmaya teşvik eden sonunda da çözümün mizanda ağır basacak, Allah katında değer ifade edecek ameller işleyerek hayatın da ölümün de mizanın da sahibi olan Allah’ı memnun etmemiz gerektiğini ısrarla vurgulayan bir süre.
Karia Süresinde; son derece veciz, son derece ürpertici bir biçimde kıyamet ve safhaları ortaya konulduktan sonra kıyamet sonrası gerçekleşecek konu anlatılır. Hesap kitap ortaya konulur. Amellerin tartılacağı terazi mizan gündeme getirilir ve insanlar mizanlarının ağırlığına ve hafifliğine göre; mutlular bedbahtlar diye ikiye ayrılır ve bu hesaba göre yerleşim merkezleri ortaya konur.
Mutluların yerleşim merkezleri cennet, mutsuzların yani bedbahtlarınkiyse cehennem olarak tespit edilir. İnsanları yaptıkları ve ettikleriyle yüz yüze getirerek tekrar tekrar uyaran bir süre.
Kıyametin, el-Karia diye isimlendirilmesinin nedeni hususunda çeşitli görüşler vardır. Bunlar:
Süre, el-Karia diyerek, yalın bir kelime ile başlıyor. Bomba gibi bir tek kelime… Manası: Felaket kapısını çalacak olan (1). Maksat, ifadesi ve tonuyla bu korkunç ve devirici manayı vermek, böylece tüm dikkatleri kendine çekmek. Ardından gelen soru dehşeti daha da arttırıyor:
Nedir o felaket kapısını çalacak olan? (2) Bu soru ile dinleyenlerin merak ve korkusu büsbütün artıyor. Verilecek cevabı sabırsızlıkla fakat endişeyle bekliyorlar. Nihayet verilen cevap, meseleyi yine bilinmezliğe sürüklemekte: Felaket kapısını çalacak olanın ne olduğunu bilir misin? (3)
Hadise o kadar büyük ki, akıllar onu idrak etmekten aciz, düşünceler onu tahayyül edemeyecek kadar zayıftır. Bundan sonra gelen ayet, bu muazzam olayın mahiyetini anlatmak yerine, onun nasıl olacağını izah ediyor, Çünkü mahiyeti, idrak ve tasavvurun çok üstünde bir şey: O gün insanlar, çırpınıp yayılan pervaneler gibi olacak. Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacak (4-5)
Buraya kadar olan bölümde, kıyametin ilk merhalesi, yani dünya nizamının altüst olacağı, olayın dehşeti karşısında insanların, ışık karşısındaki kelebeklerin her tarafa dağılışı gibi sağa sola koşuşacakları, dağların hallaç pamuğu gibi atılacağı zikrediliyor.
Bundan sonraki bölümde, kıyametin ikinci safhasından, amellerine göre insanların ahiretteki akıbetinden söz edilmektedir: Artık kimin tartıları ağır gelirse, o, hoşnut olacağı bir hayat içerisindedir (6-7)
Süre, ahirette bedbaht olacakların acıklı sonunu şu şekilde dile getirmektedir: Ama kimin de tartıları hafif gelirse, artık onun anası haviyedir (8-9)
Ayette geçen “ümmühü haviye” sözü iki şekilde anlaşılabilir.
Haviye kapalı bir ifade. Bundan sonra gelen iki ayet onun ne olduğunu net bir şekilde izah etmektedir: Onun ne olduğunu bilir misin sen? Kızgın bir ateştir (10-11).
Haviye yalnızca bir çukur değil, aynı zamanda kor ateş ile dolu bir çukurdur. İşte, o tartısı hafif gelenlerin anası, varıp sığınacakları bir ana kucağıdır.
“sen Karia’nın ne olduğunu nereden bileceksin” ifadesi kıyametin şiddet ve dehşetinin bizzat yaşanmadıkça gerçek anlamıyla bilinemeyeceğine işaret edilmektedir.
Karia kelimesinin daha sonraki ayetlerde açıklanarak o gün insanların sağanak halinde uçuşup ateşe düşen pervaneler gibi, dağların ise atılmış renkli yün parçaları gibi olacağı belirtilir.
Sonra insanların dünya hayatındaki davranışlarına göre ahirette karşılaşacakları ceza ve elde edecekleri mükafattan bahsedilir. Tartıları ağır gelenlerin memnun edici bir hayata kavuşacakları, tartıları hafif gelenlerin ise kızgın bir ateş uçurumuna yuvarlanacakları haber verilir.
Sürede çarpıcı ve etkileyici ifadelerle yarınki hesap-kitap gündeme getirilirken, sorumluluk ilkesine dikkat çekilmektedir. Bu dünya hayatında yapılan hiçbir amelin karşılıksız kalmayacağı vurgulanmaktadır.
Kaaria, şiddetle çarpan anlamına gelene bir kelimedir. Bir cismin, bir kütlenin başka bir kütleye çarpması sonucunda çıkan dehşet verici sese Kaaria denir veya Kaaria en büyük olay, en büyük felaket anlamına gelir.
Kapıları çalan, akılları zayi eden, kalpleri yerinden oynatıp yürekleri hoplatan felaket demektir. Korkunç dehşetiyle insanların kalplerini ve kulaklarını çarptığı için, insanların beyinlerinde patladığı için kıyamete bu isim verilmiştir.
Ayette de Kaaria’nın (kıyametin) gerçekleşmesinden sonra olup biteceklerden söz ederek şöyle buyuruyor Rabbimiz:
O gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneye dönecekler. O gün insanların pervaneler gibi her bir yana dağıldıkları gündür. Kıyametin vuku bulduğu o gün insanlar mantar bitiyormuş gibi korku içinde kabirlerinden çıkarlar, onların durumları sanki oraya buraya dağılan kelebeklerin durumu gibidir. Korkudan, dehşetten, şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemedikleri için tıpkı uçuşan kelebekler gibi dalga dalga birbirlerine girerler. Ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilemeyen her biri farklı yönde uçuşan şaşkın kelebekler gibidir insanlar. Böyle bir ortamda insanların acizliklerinin, küçülüşlerinin ve çaresizliklerinin ortaya konduğu bir teşbihte bulunuyor Rabbimiz.
Hedefini bile tayin edemeyen, ne olduğunu, başına nelerin geleceğini bile bilemeyen küçücük hayvanlar gibidir o gün insanlar. Bir sonraki sürede anlatılan mal-mülk çokluklarından, makam, mansıp, saltanat, evlad-u ıyal ağırlıklarından soyutlanmış, tüm dünyalıklarını kaybetmiş küçücük ve basit kelebekler gibi korkudan tir tir titremektedir ya da tıpkı ateşe uçuşan kelebekler gibidir insanlar o gün. Kamer Süresinde de yayılmış çekirgeler olarak anlatır Rabbimiz o gün insanları.
“Ey Muhammed! Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün. Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak kabirlerden çıkarlar. İnkarcılar: “Bu, zorlu bir gündür” derler (Kamer 6-7-8)” ve o gün dağlar da yerlerinden sökülmüş, paramparça edilmiş renkli yünler gibi etrafa saçılmışlardır.
Dağlar da tıpkı kelebekler gibi havada sağa sola uçuşan insanlar gibi parça parça olmuş, boşlukta uçuşmaya başlamıştır. Kıyametin dehşetiyle dağlar bile böyle paramparça olup sağa sola savrulurken, onun etkisiyle dağlar bile erirken insan ne yapacak? İnsanın hali nice olur? diyor Allah (c.c)
Dağlar atılmış yün, hallaç pamuğu gibi hem paramparça olacak, Yani o gün düzen bitmiş, dünyanın düzeni bitmiş olacak. Yeni bir düzene, yeni bir konuma geçilecek o gün. İnsanların imtihanı için kurulmuş olan bu dünyada imtihanın bitip te artık imtihan sonuçlarının açıklanması dönemi her şey bitecektir.
Dağlar yürütülecek, yerinden oynatılacak veya kökünden sökülüp atılacak, dağıtılacak, parça parça, tıpkı rengarenk yün parçaları gibi sağa sola uçuşmaya başlayacak Yeryüzünde yıkılmaz sanılan ve insanlar için sığınma mekanizması bilinen dağın dağlığı bitecektir.
Nefha-i Ula: Birinci nefhada, yani ilk surda her şey donup kalacak
Nefha-i Saika: İkinci surun üfürülmesiyle her şey ölecek
Nefha-i kıyam: Üçüncü surla da her şey, herkes dirilecektir.
Kimin mizanı ağır basarsa artık o hoşnut olunan razı olunan bir hayatın içindedir. Ama kimin mizanı da hafif gelirse onun anası da haviyedir. Evet o gün hak bir mizan kurulacak ve tartıları ağır gelenler, amelleri değerlendirmeye tabi tutulanlar, iyilikleri kötülüklerine galip gelenler ebediyen kurtuluşa erecektir.
Ama tartıları hafif gelenler, amelleri değerlendirilmeye layık görülmeyenler, amelleri kitaba uymayanlar, amelleri vahye mutabakat etmeyenler, kötülükleri iyiliklerine galip gelenler, yaptıkları, hayatları hakka istinat etmeyenler vahiyden kaynaklanmayan amelleri hakka mutabık amellerinden fazla olanlar Allah’ın ayetlerine, Allah’ın kitabına zulmettiklerinden ötürü, Allah’ın ayetlerini, Allah’ın hayat programını yok farz edip yaşadıklarından, kitaptan habersiz amel işlediklerinden, ayetlerin fonksiyonunu değiştirdiklerinden ötürü hüsrana mahkum olacaklardır.
O halde bütün bu ayetler karşısında şunu hiçbir zaman unutmayacağız ki;
Cennete amellerle girilecektir, cennet amellerle kazanılacaktır. Amele dönüştürülmemiş mücerret bir iman, cenneti kazanmaya yetmeyecektir. Ama şunu da ifade edelim ki sadece amelle de cennete girilmiyor, amelle beraber Rabbimizin rahmeti de olmalıdır. Rabbimizin rahmeti de O’nun bizden istediği salih amellere koşmamız ve o amelleri işlerken de O’nun rızasına uygun niyet taşımamızla, yani Allah için muttaki olmakla, tüm hayatı Allah için yaşamakla mümkün olacaktır. Çünkü Rabbimiz kitabının her bir bölümünde bizden bunu istemektedir. Benim istediğim şekilde yaşayın diyor. Benim size gönderdiğim hayat programını yaşayın diyor.
Allah’a, Allah’ın istediği biçimde kulluk yapmadan, Allah’ın bizim adımıza gönderdiği hayat programını uygulamadan, hayatı Allah adına yaşayan muttaki kullar olmadan Allah’ın rahmetine ermek mümkün değildir. Allah’ın rahmetine layık olmadan da cennete ulaşmak mümkün değildir.
Mizanda tartısı ağır gelipte cennete girmeyi hak edenler; orada razı olacakları bir hayatı yaşayacaklar. Orada onlar için canlarının çektiği, gözlerinin zevk alıp lezzet duyduğu şeyler vardır. Cennette insanın zevkine keder verecek, gözünü ve zevkini yok edecek hiçbir şey yoktur. Cennet nimetleri içinde insanın burun kıvırma, iştahsızlık veya beğenmeme gibi herhangi bir şey yoktur.
İşte cennetteki razı olacağımız, hoşnut olacağımız bütün bu nimetler içinde biz sevdiğimiz Rabbimizin rızasını, Rabbimizin hoşnutluğunu birlikte yudumlayacağız. Hem nimetin kendi güzelliği, hem de onu bize sunan Rabbimizin güzelliği, O’nun bizden, bizim de O’ndan razı oluş güzelliğimiz o nimetlere kendilerine can atma özelliği kazandıracaktır. Çünkü dünyadayken zaten müminler Allah’tan razı olmuşlardı. Allah’tan ve O’ndan gelenlerden razı olmuşlardı.
Din adına en güzelini, hayat adına en güzelini, hayat programı ve sistem adına en güzelini, hukuk adına, eğitim adına, kanun adına, kazanç adına, eşya adına, ev tefrişi adına en güzelini Allah’ınkileri bilmişler, Allah’ınkinden hoşlanıp razı olmuşlardı. Hayatlarını hep Allah’a sorarak yaşamışlardı. Allah’ın razı olmadığı, Allah’tan izin almadıkları şeylerden nefret etmişler, uzak durmuşlardı. Hayat programlarını insanlardan veya toplumdan, Avrupa’dan, Amerika’dan, İsviçre’den, Fransa’dan almaya kalkışmamışlardı. Sadece Allah’ınkilerden razı olmuşlar, kulluklarını sadece Allah’a yapmaya çalışmışlardı.
Onlar böylece Allah’tan razı olunca Allah da onlardan razı olmuştu. Ve işte razı olduğu kullarına razı olacakları bir hayatı sunuyordu Allah.
Şimdi bu durumda kendimizi bir sorgulayalım:
Eğer İslam’dan razı değilseniz, eğer Kur’an sizi sıkıyorsa, eğer hadislerden zevk almıyorsanız, eğer kitap ve sünneti öğrenmeye isteksizseniz, eğer namazdan, abdestten, tesettürden, hacdan, zekattan hoşlanmıyorsanız, eğer müminlerle beraberlik sizi sıkıyorsa, eğer dinden, ayetten, peygamberden bahsetmekten sıkılıyorsanız, Cenab-ı Hak’ı hatırlamak, ahireti, hesabı, kitabı düşünmek size zevk vermiyorsa, yani eğer Allah’tan ve O’nun size gönderdiği hayat programından razı değilseniz o zaman kesinlikle söyleyebilirim ki siz bir pislik içindesiniz.
Yani siz Allah’tan ve Allah’ın hayat programından razı değil, necasetten razısınız veya pislikten hoşlanıyorsunuz demektir ki, yaşadığınız bu hayatın sonunda razı olacağınız bir hayatı bulamayacaksınız demektir. Öyleyse Allah için durumunuzu bir daha gözden geçirin. Eğer sonunda razı olacağınız bir hayata gitmek istiyorsanız burada Allah’tan ve Allah’ın hayat programından razı olarak yaşamak zorundasınız, bunu hiç bir zaman hatırınızdan çıkarmayın.
Allah’tan razı olanlar, Allah’ı razı edecek bir hayat yaşayanlar cennette razı olacakları, hoşnut olacakları bir hayatın içindeyken, amelleri, mizanları, iyilikleri hafif, kötülükleri ağır basanlar, ya da Allah katında amelleri hafif gelenler, amelleri hakka istinad etmeyenler, amelleri Allah tarafından değersiz görülüp değerlendirmeye alınmayanların da anaları, sığınakları haviyedir. Onun anası haviye olacaktır. Haviye de cehennemin isimlerinden birisidir. Cehennem çok derin bir çukur olduğu için ona bu isim verilmiştir. Bunlar tepe üstü, tepe takla oraya atılacakları için böyle denmiştir
Çünkü onlar dünyada Allah’tan razı olmamışlar, Allah’ın hayat programından razı olmamışlar, pislikten razı olmuşlardı.
Eğer insanlar dünyada Allah’ın kendilerine belirlediği hayat programını bırakırlar da başka programlara yöneliyorlarsa, kendilerini Allah’a kulluk ortamından çıkarıp kendi kendilerine ya da Allah’tan başkalarına kulluğa yöneliyorlarsa, kendi kendilerine yazık ediyorlar demektir.
Şirke düşen insanlar, küfrü tercih eden insanlar zalimlerin en büyükleridir. Haram-helal konularında, hayat programı, yeme-içme konusunda, kılık-kıyafet, hukuk, eğitim konusunda Allah’ın yasalarını bozanlar, Allah’ın helal-haram sınırlarını çiğneyenler, kendi keyiflerine ve kafalarına göre bir hayat programı çizenler, bilelim ki kendi kendilerine yazık ediyorlar demektir. Kendi kendilerini Haviye’ye atıyorlar demektir. İnsanlar ne yaparlarsa kendilerine yapmaktadırlar.
Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an