Kur’an-ı Kerîm’in 96. süresinin yâni Alak süresinin şu ilk beş ayetleridir:
Bu ilk ayetlerden sonra bir müddet vahiy kesildi, yani Allah2tan emir gelmedi; sonra tekrar ayetler gelmeye başladı, işte bu ikinci defada gelen Müddessir süresinin ilk ayetleri de;
Yeryüzündeki insanların inandıkları türlü dinler arasında temizliğe büyük önem veren yalnız İslam dinidir. Başka hiç bir dinde bu hususta kat’i, ve ciddi bir emir veya tavsiyeye rastlanamaz.
Gerçekten insanlığı hem fikir hem sağlık yönünden ayakta tutacak olan iki konu, bilgi ve temizliktir.
Hz. Muhammed’in, İslamiyet’i halka duyurma ve yayma ödeviyle görevlendirilmesinden sonra geçen yirmi bir küsur yıl içinde gelen ayetler arasında defalarca temizlik üzerinde duran ve onun öneminden bahseden hükümler yer almıştır ki,
Bunlar İslamiyet’in ruh duruluğuna ve kalp temizliğine olduğu kadar vücut temizliğine, genel olarak da her türlü temizliğe ne kadar büyük bir yer verdiğini göstermektedir.
Daha mühimi, İslamiyet’te ibadet kalp ve vücut temizliği ile başlar. Günde beş vakit namaz dolayısıyla, insanın temizliğe en çok muhtaç azası beş defa yıkanmak suretiyle temizlenir. Bunu, içinde yaşadığımız yirminci yüzyıl medeni dünyasının sıkı ve devamlı sağlık öğütleri bile zor temin edebilir.
Abdest alınacak su, içme suyunda aranan şartlara uygun olmak icabeder. İlmihal ve fıkıh kitapları, temizlik konularının ince teferruatıyla doludur. Bu kitaplarda abdest alınacak suyun özellikleri, abdest alınırken temizlenmesi icabeden kısımların iyice yıkanması, büyük ve küçük abdest bozmadan sonraki temizlik, içilecek suyun, et, balık vesaire gibi yiyecek maddelerinin nasıl olacağı ve temizlik şartları, özellikleri uzun uzun anlatılmıştır.
Bunlara, boy abdesti, tırnak kesme ve bugünkü tıp ilminin dahi lüzumunu kabul ve tasdik ettiği erkek çocukların sünnet olmasını da ilave edersek dinimizin bu hususa nekadar büyük bir önem verdiği, bu hususta nasıl dört başı mamur düşündüğü ve kaideler koyduğu meydana çıkar.
Şimdi, İslzmiyet’in bu husustaki mükemmel emirlerim kaydettikten sonra bir de işin tatbikat cephesine göz atalım:
Hemen söyleyebilirim ki maalesef, gerek ibadet esnasında olsun gerekse günlük hayatımız içinde olsun bu emirleri ve kaideleri icap ettiği şekilde tatbik etmiyoruz. Sanki, abdest alırken esas olan, o uzuvların yıkanması değilmiş de namazdan önce yerine getirilmesi icabeden bir formalite imiş gibi hareket ediyoruz.
Bayram, cuma, teravih ve vakit namazlarında camilere, çok pis ve kötü kokan çoraplarla, tozlu ve kirli elbiselerle gelenlerin orada bulunanları ne kadar rahatsız ettikleri hepimizin malumudur. Bu gibi kimselerin, namaz kılınırken bir başkasının kendi arkasındaki safta topuğu dibine secdeye varacağını hatırlayarak camiye bu vaziyette gelmeye hakları olmadığını düşünmeleri gerekir.
Temizlik vasıtalarının o kadar bol ve ucuz olduğu bu devirde bu gibi hareketler hem insanlığa hem de Müslümanlığa yakışmaz. Çorapları ve ayakları sık sık yıkamak, bir fırça alıp eve koymak zor ve külfetli bir iş değildir; her gün eve gelindiğinde elbisenin ve şapkanın fırçalanması insanı kolayca toz pas içinde gezmekten kurtarır. Şapkalarının içi ve kenarları yağla tozun karışmasından meşin haline gelmiş olanlarla çorapları aynı şekilde pis kokan kimselerin camiye gelmeleri günahtır. Çünkü bu gibi pis kimselerin camide namaz kılmakla kazanacakları cemaatle namaz kılma sevabı, diğer Müslümanlara eza vermekle, rahatsız etmekle girecekleri günahı karşılayamaz.
Eski giymek ayıp değil fakat, pis gezmek ayıp, hem de çok ayıptır. Herhangi bir sebep ve mazeretle üstünü, başını, çorabını temizleyemiyen kimseler camiye girmemelidirler. Buna riayet etmeden gittikleri taktirde başkalarını rahatsız ettikten başka, orası Allah’ın evidir, orayı kirletmek, pis koku ile doldurmak günahtır.
İslam Dininde ibadet her yerde yapılabilir; camiye gitmek şart değildir. Temiz pak olarak camide cemaatle namaz kılmak elbette ki daha sevaptır fakat, temizliğe riayet etmeyenlerin, camileri kirletmeye, cemaati rahatsız etmeye hakları yoktur.
Sırası gelmişken burada önemli bir noktaya temas etmek istiyorum. Hz. Muhammed sakal uzattı diye bugün dahi sakal uzatanlar vardır. Bu, tamamiyle yanlış ve ters anlaşılmış bir meseledir. Çok eski zamanlardanberi, Arapların da dahil bulunduğu eski Sami milletlerde, erkeklerin çok uzun sakal koyvermeleri adetti. İslamiyet’ten önce Araplar çok uzun sakal bırakıyorlardı. Bu adet İbranilerde de cari idi. Hz. Musa ve Hz. İsa uzun sakallı idiler; bu sebeple Yahudi ve Hristiyan din adamları Hz. Musa’nın ve Hz. Îsâ’nın sünnetine uyarak uzun sakal bırakmış ve hala da bırakmaktadırlar.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’de bu durum aksinedir, O, sakalın bir tutamdan fazla olmamasını tavsiye etmiş, kendileri de sakallarını bir tutamdan fazla uzatmamışlardır. Bu gösteriyor ki, Yahudi ve Hıristiyan adetinin tersine olarak İslamiyette alabildiğine sakal koyvermek değil, sakal kesmek esastır. Sakalın bir tutamdan daha uzun olmaması tavsiye edilmiştir.
Ne sakal bırakmakla ne bere giymekle insan gerçek Müslüman olamaz. Gerçek Müslümanlık, Allah’a karşı borcumuz olan ibadet, akide bütünlüğü, iyi ahlak, terbiye ve nezaket, başkalarına yardım ve iyilik etmek ve güler yüzlülüktür.
Bu hususta yukarıda zikrettiğimiz Müddessir süresinden başka A’raf süresinin bir ayetinde “Ey Adem oğulları, her ibadet yeri için temiz elbisenizi giyiniz” buyuruluyor.
Bir Müslüman namaz vakitlerinden gayrı zamanlarda mesela yemekten evvel ve sonra, bir işten sonra vesaire gibi zamanlarda da elini yüzünü yıkamalı. İslamiyet bu hususta o kadar hassas, titiz davranır ki, meselâ vücudun bir uzvunu temizlemek için kullanılan ve şeriat dilinde Ma-i Müsta’mel (kullanılmış su) diğer uzuvların yıkanması için kullanılamaz; çünkü bir uzvu yıkayan su oradaki tozu, toprağı, kiri, mikrobu almıştır.
Vacib olduğu hallerin dışında, cuma ve bayram günlerinde yani tatil ve dini günlerde banyo yapmak sünnet sırasına girmiştir. Sağlık şartlarına uyularak yani gerçek vücut temizliği kastiyle yapılan boy abdestinin faydaları pek çoktur: bedenin kirlerini gidererek derideki küçük delikleri açar, ter çıkaran guddelerin çalışmasını ve bu yolla yapılan vücut solunumunu kolaylaştırır, deriye yumuşaklık ve tazelik verir, yorgun sinirleri dinlendirir, uykuyu normalleştirir, vücudun ve beynin gevşekliğini giderir.
Eli yüzü, üstü başı temiz bir adam herkes tarafından sevilir ve hürmet görür. Tırnakları, üstü başı kirli ve parmağı ile burnunu karıştıran bir kimseyi seyredenler büyük bir nefret ve iğrenme hissi duyarlar.
Bu itibarla vücudumuzu, elimizi yüzümüzü, üstümüzü başımızı temiz tutmamız, bütün topluluklara ve bilhassa camilere gittiğimizde bu hususa çok dikkat etmemiz, hele çorap ve ayak temizliğinde titiz olmamız lazımdır.
Ayrıca evlerimizde fırça bulundurmamız, yanımızda mendil ve tarak taşımamız gerekir. Yerlere tükürmek, sümkürmek çok çirkin, insanlığa ve Müslümanlığa yakışmaz şeylerdir; hatta bu şekilde hareket edenleri, burnunu eliyle silip şehirlerde, parklarda, sinemalarda, otobüslerde, direklere, ağaçlara, sandalyelere, oturaklara sürerek kurulayanları ikaz etmemiz, bunun kötülüğünü anlatmamız gerekir.
Şehir temizliğinde, yurt temizliğinde sorumluluğumuz ve ödevimiz ortaktır. .
İslamiyet yalnız şahsi temizliği emretmiyor. Bir Müslüman’ın evi, yatacağı yeri, çamaşırları, sofrası ve yiyeceği şeyler temiz olmak lazım ve şarttır.
Sıtma, tifo, veba, verem, trahom, frengi, tedavileri uzun süren, kişiyi yarım insan yapan, tesiri, ıztırabı ömür boyunca süren hatta ocaklar söndüren bulaşıcı, salgın hastalıklardır. Sağlık kurallarına dikkat eden Avrupalılar’da bu hastalıkların çoğunun ne olduğu bugün unutulmuştur bile.
Devletin her yerde hastahane yaptırması bir şey temin etmez, hatta her köyde bir hastahane yapmanın faydası olmaz; daha çok, vatandaşın, kendinin ve ailesi efradının sağlığı ile alakadar olması, kısacası, hasta olmamak için her tedbiri alması lazımdır. Bu da mümkün olduğu kadar okuyup kendini yetiştirmekle, çok çalışmakla ve bu çalışmayı müsbet sonuçlar elde ederek kıymetlendirmekle mümkün olur.
Bu hususta hepimiz çalışırsak çalışma gücümüz artar, devletin de memleketin daha lüzumlu ihtiyaç yerlerine para sarf etmesine yardım etmiş oluruz.
Temizlik bakımından lokantacılara, pastacılara, kahvecilere, bakkallara ve sebzecilere, halk sağlığı, vatandaş sağlığı ve genel olarak memleket sağlığı yönünden çok büyük milli ve vicdanî sorumluluk düşmektedir. Bunlar, iş yerlerini, buralarda çalıştırdıkları kimseleri ve sattıkları şeyleri çok temiz bulundurmalıdırlar.
Zaten içinde üstü başı kirli garsonların dolaştığı, masaları, tabakları kokan bir lokanta veya pastahane, temizliğe dikkat eden benzeri bir müessese karşısında rekabet edemez. Sattığı şeyler ter-temiz, dükkanı derli toplu ve tertipli bir dükkan, daha çok müşteri çeker, insan, para verip aldığı şeyin temizliğinden emin olmak ve onu içi sine sine kullanmak veya yemek ister; bunu satıcıdan beklemesi alıcının hakkıdır da.
Hulasa bütün anlamıyla ve genişliği ile temizlik hem dinimizin emri, hem millî gelenek ve terbiyemizin icabı, hem de yurt sağlığı ve İnsanlık borcumuzdur.
Kaynak: Neşet Çağatay / Diyanet İlmi Dergisi