Zaman bazı şeylerin telafisine imkan vermeyecek bir kesinlik ve keskinliğe sahiptir. Adem’in gönlünü derin bir hüzne teslim edecek suçu işlemiştir Kabil.
Toprağa ilk kan dökülmüştür. Habil’in topraktaki kanı; Kabil’in dinmesi mümkün olmayan vicdan azabı, Adem’in gözünün yaşı, gönlünün kederi olmuştur.
▬ Adem’in ‘can’ının iki eşit can paresinden bir parçayı diğerinin yok edişinin ardında ne saklıdır?
▬ Hangi duygu ya da vesvese?
İçine sızdığı gönle ağır gelen, yakıp kavuran bir ateş. Allah’ın her bir can’a verdiği nimet ve ihsanın ardındaki hikmete, Allah’ın iradesine karşı koymaktır o.
▬ Kuluna şah damarından daha yakın değil midir, Alemlerin Rabbi?
▬ Onu en iyi tanıyan değil midir?
Ademoğlunun, gücünü, sınırlarını ve yeteneklerini varlığına işleyen Yüce Yaradan’ın verdikleri kadar vermediklerinde de bir sebep vardır elbette. Öyleyse gayretin ötesinde, gayretten sonra bir teslimiyet ve hakka, verilen ve verilmeyene bir rıza olmalıdır.
Bu teslimiyet ve bu rıza hali imanın gereğidir insan için. İman ile atan kalp bu yüzden hiç sevmez hasedi. İman ile atan kalbin öyle hassas bir dengesi vardır ki Sevgili Peygamberimizin ifade buyurdukları gibi bu dengede
İnsanoğlu muhatabına ve onun heybesindekilere hasetle baktığında, odaklandığında haset evvela insanı kendisine yabancılaştırır. İnsan, varlığına hediye edilen güzellikleri fark edemez hale gelir. Sonra kinle ve samimiyetsizlikle beslenen haset öyle bencilleştirir ki insanı, muhatabının mahrumiyetini isteyecek kadar acımasızlaşır.
Hikaye bu ya, geniş ve engin bir çölde üç kıskanç adam karşılaşmışlar. Birbirlerine nereden gelip nereye gittiklerini sormuşlar.
Çölde beraber yürümeye başlamışlar. Bir süre sonra küçük bir gölün kıyısına gelmişler. Burada biraz dinlenmişler. Tekrar yola koyulacakları sırada, içlerinden biri:
Hey! Ayağımın altında sert bir cisim hissediyorum. Gelin bakalım! Nedir bu? demiş. Hemen adamın yanına koşup, toprağı kazmışlar. Büyük bir küp çıkmış. Bir de ne görsünler? Küpün içi altınla doluymuş. Altını üçe bölmeye karar vermişler. Ama paylaşamamışlar. Çünkü her biri diğerine verilecek hisseyi kıskanıyor, o hisseyi almasın diye kendi hissesini bile istemiyormuş.
Kıskançlıktan ve güvensizlikten küpün yanından bir an bile ayrılmamışlar. Sonunda açlıktan ölecek hale gelmişler. Bu sırada maiyetiyle ava çıkmış bir padişah onları görmüş. Adamların hasetten bu hale geldiklerini öğrenince, hangisinin daha kıskanç olduğunu sormuş.
Duydukları karşısında hayrete düşen padişah bu üç adama akıllanmaları için güzel bir ceza vermiş. Alemdeki her duygu zıttı ile kaim değil mi? Her derdin bir devası yok mu?
Bolluk bilincidir bir diğer deyişle. İnsanın varlığına, hayatına hediye edilenleri fark etmesi, görmesi ve bunlar için Yaradan’a minnet ve şükran duygularıyla yakınlaşmasıdır. Böylece insan gönlünü hasetten arındırır. Tertemiz bir gönle sahip olmak niye önemlidir peki?
Çünkü gönül temizliği de imandandır. Çünkü insan, ancak temiz bir gönle sahipse gönlü ona yoldaş olur. Güzellikleri yakıp tüketen haset ateşine teslim ederse gönlünü, gönlü ona yük olur, hüzün ve keder sebebi olur.
Gönüllerimizdeki yükleri atıp cennete, iyiliğe ve güzelliğe, dünyevi mutluluğa götüren yolu döşeyeceğimiz taşları temiz ve samimi gönüllerimizle biriktirelim vesselam.
Kaynak: Canan Cehri Akyol (Diyanet İşleri Uzman Yardımcısı) / Diyanet Aile Dergisi / Ocak 2018 / bkz: 52-53