İlmihal ilim ve hal kelimelerinin birleştirilmesiyle meydana getirilmiş, kişinin günlük hayatında ihtiyaç duyabileceği iman. namaz, zekat, hac, helal ve haram gibi hususları anlatan özlü eserlere denilmektedir.
İlmihal, bir Müslüman’ın inanç ve ibadetle ilgili öğrenmesi gereken hususları bildiren ilimdir.. Peygamber Efendimizin (s.a.v) “İlim öğrenmek her Müslüman kadın ve erkek üzerine farzdır” hadisindeki ilim kelimesini İmam Maturidi Serahsi ve Zemuci (rahmetullahi aleyhim) gibi ulema “ilmihal” olarak yorumlamıştır.
İlmihal ilim ve hal kelimelerinin birleştirilmesiyle meydana getirilmiş, kişinin günlük hayatında ihtiyaç duyabileceği iman. namaz, zekat, hac, helal ve haram gibi hususları anlatan özlü eserlere denilmektedir.
Daha genel bir ifadeyle;
İlmihal kitaplarının daha genişlerine ise, fıkıh ve fetva kitapları denilmektedir
Bir Müslümanın temizliği, namazı, orucu, haccı, zekatı v.b bilgileri öğrenmesi farzdır. Bunun yolu da ilmihal/hal ilmini öğrenmekten geçer.
Alimlerimiz ilmi ikiye ayırırlar:
İlmihaller her Müslüman’ın bilmesi gereken zaruri bilgileri içerir. Bunlara öncelikli bilgiler de diyebiliriz. Bu bilgileri öğrenmeden kulluğun: namaz için abdestin, gerekli durumlarda guslün nasıl alınacağını, orucun nasıl tutulacağını ve diğer farz olan ibadetlerin nasıl yapılacağını tam olarak bilemeyiz veya bildiğimizi zannederek yanlış yaparız…
Bu gün maalesef ilmihal bilgimizin eksikliğinden ötürü hayıflandığımız, kendimize kızdığımız ve “Acaba bir çıkar yolu var mı?” diye köşe bucak dolaştığımız öyle durumlar oluyor ki…
Kimimiz hala namazını çocukluğunda yarım yamalak öğrendiği üç beş süreyle kılıyor. Kimimiz namazın farzlarını eksik biliyor. Guslün farzlarının ne olduğunu bilmeyen, yıllarca namaz kıldığı halde Fatiha’sında yanlışlar, eksikler olan da çok ne yazık ki!
Vakti zamanında iki kardeş istişare edip bir karara varırlar: “Bundan sonra yaptığımıx her iş Allah rızasına uygun olacak, kendimizi Allah’a adayacağız.” Alınan bu karardan sonra iki kardeş birbirinden ayrılır.
Kardeşlerden biri, bir hocanın dizine oturup ilim tahsil eder, diğeri de bir mağaraya çekilip otuz yıl boyunca ibadet ve taat ile meşgul olur.
Sanki uzlete çekilen kardeşin hali daha zahidane geliyor insanın kulağına…
Aradan otuz yıl geçer ve illim tahsil eden kardeş diğer kardeşini görmek için ayrıldıkları beldeye gelir. Ahaliye sorar “Benim şöyle şöyle evsatta bir kardeşim vardı, onu gören veya nerede olduğunu bileniniz var mı?”
Beldedekiler “Senin tarifine uygun bir mübarek zat vardır. Şu karşıki dağda bir mağarada, yıllardır ibadet ve taat ile meşgul, çok mübarek bir zattır” diye cevap verir.
Hiç kimseye zararım dokunmadı ancak yıllar önce yine namaz kılarken dizimin altında bir yumuşaklık hissettim, namazdan sonra dizimi kaldırdığımda küçük bir fareyi ezmiş olduğumu anladım. Onun bu haline hiç dayanamadım, çok üzüldüm ve üzüntüme sebep onu elbisemin cebine koydum, işte burada der.
Bu şekilde edinilen bilgiler çoğu zaman ya yanlış ya da eksik kalır akılda. Sonra aradan yıllar geçer ve bir hoca efendi veya hoca hanım gelir, sohbet eder.
Beyler/ hanımlar…
Yahut, “Rasulüllah (s.a.v) buyurdu ki: ‘Fatiha’sı olmayanın namazı da olmaz” der ve bir anda alt üst oluveririz. Yıllardır yapageldiğimiz eksik, yanlış ibadetler geliverir gözümüzün önüne. Bunun gibi daha nice mevzular var. Bunlar en basit örneklerdi.
İbadetlerimizdeki yanlışları düzeltmek, eksiklikleri tamamlamak ve her şeyden önemlisi doğru bilgi edinmek için ilmihali ihmal etmemeli, doğru bildiğimizi düşündüğümüz konulan bile zaman zaman ilmihale bakarak teyit etmeliyiz.
Bu gün dini okuma anlamında pek çok spesifik şeyler okuyor, yorumlar yapıyor hatta işin felsefesini bile icra ediyoruz. Ancak kulluğumuzun temelini gösteren farz ibadetleri yapma bilinci ve bilgisi noktasında o kadar da gayretli değiliz.
Oysa bilmeliyiz ki ilmihal bilgisi ihmale gelmez. Çünkü ihmal ettiğimiz aslında ilmihal değil ibadetlerimizdir. Zira doğru bilgiye dayanmayan, sahih ve sağlam temeller üzerine inşa edilmeyen her fiilin fasit olduğunu söylüyor alimler.
Kaynak: Hüseyin Okur / Semerkand Aylık Aile Dergisi / Ekim 2012 / bkz: 42-43