Adı, Muhammed b. Ebu Bekir b. Sa’d b. Hariz Eyyüb ez-Zūrai ed-Dumaşki; lakabı, Şemsuddin; kūnyesi ise Ebu Abdullah’dır. Bununla birlikte, babasının hizmetinde bulunduğu medresenin adı olan Cevziyye’ye nispetle İbn Kayyım el-Cevziyye diye ünlenmiştir.
İbn Kayyım, hicri 7 Safer 691 (29 Ocak 1292) dünyaya geldi. İlim ve fazilet sahibi bir evde yetişti. İlk öğrenimini babası Abdullah’tan tamamladı ve çağının bir çok alimine talebelik etti. Her ilim dalında değerli ürünleri oldu.
İlmi kişiliğinin yanında o, Allah’ı çok zikreder, geceleri teheccüde kalkardı. Müsamahakar bir ahlaka, temiz bir kalbe sahip idi. 712/1312 senesinde İbn Teymiyye ile karşılaştığında ondan çok etkilendi. Hayatı boyunca da bir daha ondan ayrılmadı. Ona öğrencilik etti, cihadın sorumluluğunu onunla birlikte yüklendi ve görüşlerinin yayılmasına yardım etti.
Hocası İbn Teymiyye’nin vefatından sonra onun misyonunu devam ettirdi. Hicri 15 Receb 751 (18 Eylul 1350) Çarşamba gecesi vefat edinceye kadar ilme hizmet etmekten geri kalmadı.
O, her türlü ilimle dolu bir derya idi. Fıkıh, sünnet, akaid, Arap dili ve edebiyatı, kelam, tasavvuf, mutasavvıfların görüşleri gibi ilimlerde döneminin önde gelen alimlerindendi. İnsanlar ondan faydalanmasını bilmiş, birçok alim ondan ilim tahsil etmiştir.
Böylesi bir alimin, ilim adamlarının hayranlığını, diğer taraftan düşmanlarının ve kendisini kıskananların kinini üzerine çekmesi doğaldır. O kendi başına bir şahsiyetti.
Meselelerde diğer ekollerin görüşlerine vakıf olmadan, meseleyi araştırmacı ve ayıklayıcı bir gözle incelemeden asla görüş belirtmezdi. Ortaya koyduğu yorumları ile batılı yok etmek, hakka destek çıkmak onun şanındandı. Böyle olunca da bütün dikkatleri üzerine çekiyordu.
Bundan dolayı İbn Kayyım’ın anlayışı seçicilik prensibi üzerine oturmuş olduğundan, belirli bir mezhebe bağımlı olmayıp doğruyu nerede bulursa alma, yanlışı nerede görürse karşı çıkma esası üzerine kurulu idi. Bunu yaparken de, yalnızca hakka tabi olmanın dışında hiçbir kimsenin ya da akımın etkisi altında kalmamaya özen gösterirdi.
Onun bu tavrı, kör taklit ile savaşmak, bütün görüş ve yorumları Kitab ve sunnetle desteklemek ve bunların yanı sıra heva ve arzulara göre yapılan yorumlarla da yılmadan mücadele etmek şeklinde varlığını sürdürecektir. Tam da bu noktada o;
Te’vili terk etme, nasları zahirleriye sınırlı yorumlama, ince manalarımı Allah’a havale etme hususunda selef ile aynı davranışı sergilemektedir. O, her zaman Müslümanlan ihtilaflardan ve karşılıklı çatışmalardan kurtarmayı gaye edinirdi.
Bu tartışma ve kavgalar Allah’ın dini ile uğraşanlara yönelik değildi, zaten İslam’ın ruhu bu tartışma ve kavgaları kabullenemez ve buna izin veremezdi. İslam ümmeti o dönemde siyasi, içtimal ve ilmi açıdan tam bir felaket dönemi yaşıyordu.
Bu tartışmalar varolan sıkıntılara sıkıntı katmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, Müslümanları ortaçağda üzerlerine çullanan düşmanlarına karşı mücadeleden de alıkoyuyordu. Bununla da kalmıyor, İslam düşmanlarının, Müslümanları yerli ve yabancı kralların yönettiği küçük krallıklara bölme, kendi gitmiş adı kalmış İslam hilafetinin heybetini yok etme hususundaki iğrenç emellerini gerçekleştirmelerine de yardım ediyordu.
Sonraki gelişmelerle sonuç -Allah’a hamd olsun- her ne kadar Müslümanların lehine dönmüşse de, Moğollar ve Haçlılar bu kötü durumdan yeterince yararlanmış ve İslam coğrafyasını işgal etmişlerdir (1)“
İbn Kayyım işte böyle bir dönemde, gücünün yettiği ölçüde, kendisini hakkı ortaya çıkarma ve batılı yok etme gayesine adamıştı. Peygamberin sünnetini, karışıklıklardan arındırıp yeniden eski parlaklığına kavuşturma hususunda hırsla çalıştı. Keskin ve ince bir anlayış, yakıcı bir zeka, atılgan bir tefekkür ile tahrifçi, batıl, nasları işlevsiz bırakan, şüpheler doğuran, yanlış ve kuşkulu yorumlardan arındırmaya bütün gücü ile gayret ediyordu.
İslami hakikatleri asli kavramları ile buluşturdu. Her hakikatin, ne fazla ne eksik, açık ve net manasını tekrar ortaya koydu. Ömrünü, felsefe ve kelam ile mücadeleyle; tasavvuf, fıkıh ve usul bilgiçliği taslayanlara ve günahları “hile” kelimesi ile süsleyen rey ve kıyas ehline karşı fetvalar vermekle geçirdi.
Bir müminde olması gereken sebat ve onurla zalim otoritelere boyun eğmemek, kendisini selamete çıkarabilmek amacıyla batıla yaranmamak ve sapıkça görüşlere destek çıkmamak için direndi. Bu yüzden defalarca hapis girdi ve işkencelere maruz kaldı.
İbn Kayyım, her şeyden çok aya ve ışığına, güneşe ve parıltısına benzemektedir. Allah ondan razı olsun, onu da razı etsin. Mükafatını bol, varacağı yeri güzel eylesin.
Kaynak: İbn Kayyım el-Cevziyye / İ’lamü’l Mavvakkı’in / C: I-II / bkz: 34-36
(1- Seyyid Sabık’ın, Abdurrahman el-Vekil’in hazırladığı flamu’l-muvakkı in’e yazdığı önsözünden)