Allah (c.c) şöyle buyurmuştur;
Bil ki bu ayet-i kerime Neml Süresindedir, bu süre Mekke’de nazil olmuştur. Ayetlerinin sayısı doksan üçtür, kelimelerin sayısı bin yüz kırk dokuzdur.
Burada bahsedilen kişi kral ve peygamber olan Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman’dır. Allah’ın selamı onların Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (s.a.v), bütün nebi ve resullerin diğer salih kulların ve mukarrebin meleklerin üzerine olsun.
Hz. Süleyman Beyt-i Makdis’ten çıktı, Karınca Vadisinden geçerek Yemen’e doğru yolculuğuna devam etti. Halk susadı ve ondan su istediler. Bunun üzerine Süleyman’ın (a.s) Hüdhüd kuşu kayboldu. Hz. Süleyman da onu sordu. Kuşların kumandanı Turnayı çağırııp ona sordu. Halbuki onun yanında sadece bir tane Hüdhüd kuşu vardı.
Turna, “Nereye gittiğini bilmiyorum, ben bir şey yapmasını da emretmedim” dedi. Süleyman (a.s) Hüdhüdü suyu bulması için istiyordu. Çünkü;
Hatta kendisi ile suyun arasının kaç boy ve kaç fersah olduğunu bildirirdi.
İşte Hüdhüd, diğer kuşlardan farklı olarak böyle bir özelliğe sahipti. Hüdhüd bunu yapacağı zaman gökyüzüne yükselir, etrafa bir göz attıktan sonra, su bulunan yere iner, gagasına yere koyardı. Böylece onun böyle yapmasından, orada su olduğu anlaşırdı
Bunun üzerine Süleyman’ın (a.s) emrinde bulunan cinler, orayı kazarlar, oradan su da çıkardı. Çıkan su havuzlara alınır, tüm kaplara doldurulur. İnsanlar, hayvanlar ve cinler içerlerdi. Daha sonra da yollarına devam ederlerdi. kızdı ve şöyle dedi:
Hüdhüd o saatte kaybolunca, Süleyman (a.s) buna çok kızdı ve şöyle dedi;
Yani onun kanatlanını yolacağım, tam bir sene diğer kuşlarla uçamayacak, demek istiyordu.
Yani, “bana ya açık bir mazeretle gelir, ya da bir delil ile gelir” diyor. Süleyman’ın (a.s) kuşlara yaptığı en şiddetli azabı, onların tüylerini yolmaktı. Üzerlerinde hiç tüy bırakmazdı. Kuş sadece deriden ibaret kalırdı.
“Biraz durdu (Neml Süresi 22)” Yani çok geçmeden Hüdhüd geldi. Oradakiler onu karşıladılar. Ve ona şöyle dediler:
O da Süleyman’ın (a.s) huzuruna çıktı, secde etti ve şöyle dedi: Mülkün asırlar boyu daim olsun. Sonuna kadar yaşayasın! Bir yandan da gagasını kaldırıyor, başıyla Süleyman’a (a.s) işaret ediyordu
ve sonra:
Yani şunu anlatmak istiyordu: Senin saltanatın ve bilginin dışında olan bir yere gittim, orayı tanıdım. Sana cinlerin de haber vermediği haberleri getirdim. Orayı insanlar da bilmiyorlar. “Sana, Sebe‘ bölgesinden önemli bir haber getirdim (Neml Süresi 22)“
Hüdhüd şöyle anlattı: “Orada, onlara meliklik yapan bir kadın gördüm (Neml Süresi 23)” O kadına, Belkıs binti Ebi Sarah Hümeyriye denir. “O kadına her şey verilmiş (Neml Süresi 23)” Yemen bölgesi onundur, oraları yönetiyor. İlmi var, saltanatı var, malı var, ordusu var, at çeşitleri var.
“Büyük bir tahtı var (Neml Süresi 23)“. Güzel bir taht; yüksekliği otuz zira. Seksen zira diye de anlatılmıştır. Eni de seksen ziradır. (Zira, yaklaşık yarım metredir) O taht, çeşit çeşit inci ve mercan gibi mücevherlerle süslenmiştir.
Yani onlar Mecusi’dirler.
Yani şeytan ona ve ordusuna İslam yolunu kapamış, onlar da İslam öğrenemiyorlar.
Bunun üzerine Süleyman Hüdhüde şöyle dedi: Sen önce bize suyu göster. “Yalan mı söylediğini doğru mu söylediğini göreceğiz (Neml Süresi 27)“
Hüdhüd suyu gösterdi. Kana kana içtiler. Süleyman (a.s) Hüdhüdü çağırdı. Yazdığı mektubu kendi mührüyle mühürledi ve onu Hüdhüd’e vererek şöyle dedi:
Şu mektubu götür onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak. Yani sana nasıl cevap vereceklerine bir bak.
Mektupta şöyle yazıyordu:
“Bu mektup Süleyman’dandır ve Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlamaktadır. Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek bana gelin diye (yazmaktadır) (Neml Süresi 30-31)“
Süleyman (a.s) daha açık şöyle diyordu: Bu mektup Davud oğlu Süleyman’dan gelmektedir. Benim emrime karşı büyüklenmeyiniz. Bana sulh yapmak üzere gelin.
Eğer siz cinlerden iseniz benim kölem olmanız gerekir. İnsanlardan iseniz beni dinlemeniz ve itaat etmeniz gerekir.”
Kapılar üzerine kilitlenmişti. Onun yanına hiç bir şeyin girmesi mümkün değil gibiydi. Askerleri de köşkün etrafında bekliyordu.
Belkıs’ın kavminden kendine ait on iki bin savaşçı vardı. Onlardan her biri de yüz bin savaşçının komutanı idi. Kadınlar ve çocuklar bunun dışında idi.
Belkıs her cuma günü kavminin arasına girer onların işleriyle ve ihtiyaçlarını karşılardı. Tahtı, altından olan dört sütunun üzerinde kurulurdu. Sonra tahtına oturur, halkının hepsini görür ama onlar onu görmezlerdi. Onlardan biri kendisinden bir ihtiyacını istediğinde veya bir şey sorduğunda huzurunda ayakta durur, dilediğini bildirir, başını öne eğer, Belkıs tarafına bakamazdı Sonra secde eder, ona olan saygısından dolayı o izin verinceye kadar başını secdeden kaldırmazdı.
Halkının ihtiyaçlarını yerine getirip, vereceği emri verdikten sonra köşküne giderdi. Bir dahaki cuma gününe kadar hiç kimse bir daha kendisini görmezdi. Büyük bir mülke ve saltanata sahipti
Hüdhüd mektubu getirince, kapıların Belkıs’ın üzerine kapanmış, köşkün etrafını da muhafızların kuşatmış olduğunu gördü. Ona ulaşacak bir yol aradı, sonunda köşkün bir penceresinden girdi. Bir kapıdan diğer kapıya, ta ki otuz zira yüksekliğindeki tahtına varıncaya kadar yedi oda gitti.
Onu tahtının üzerine öğle uykusu uyurken gördü. Üzerinde de sadece edep yerini örten bir örtüden başka bir örtü yoktu. Belkis uyuduğu zaman hep böyle yapardı
Sonra pencereye uçtu ve beklemeye başladı. Okuyuncaya kadar bekleyecekti. Uzun süre bekledi, ama uyanmıyor. Beklemekten bıktı, gelip gagasıyla Belkıs’a dokundu onu uyandırdı.
Belkıs uyarınca baktı ki tahtının üzerinde yanında bir mektup var. Mektubu aldı, gözlerini ovuşturdu. Kapılar kilitli olduğu halde, yanındaki bu mektubun nasıl geldiğini araştırmaya başladı.
Dışarı çıktı, baktı ki muhafızlar köşkün etrafında bekliyorlar. Onlara şöyle sordu:
Muhafızlar: Hayır, kapılar hiç açılmadı ve biz burada beklemekteyiz
Sonra mektubu açtı ve okudu. Belkıs hem yazar hem de okurdu. Bir de baktı ki mektupta: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” diye yazılmıştı. Mektubu okuduktan sonra kavmine toplanmaları için haber gönderdi. Kavmi toplanınca onlara şöyle dedi:
“Ey ileri gelen kumandanlar, bana güzel bir mektup geldi (Neml Süresi 29)” Güzelce de mühürlenmiş Şunlar yazılı:
Yani sulh, isteyerek bana gelin..
Yani bana bu hususta yapmam gerekeni bildirin.
“Şu anda ben kesin bir karar varmış değilim. (Bilirsiniz) Siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam (Neml Süresi 32)“
Yani mektubu dinlediniz, danışma meclisini kurun ve karanınızı söyleyin.
İleri gelenler toplandıktan sonra kararlarını şöyle bildirdiler. Dediler ki:
“Biz güçlü kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erbabıyız (Neml Süresi 33)“
Bizi hiçbir düşman mağlup edemez. Ne savaşçılardan korkarız. Ne de çokluktan. Yönetimi de hiç kimseye bırakmayız. Yine de işini en iyi sen bilirsin. Bize emret, ona uyanız. Böylece Belkıs’ın hakkını koruma dışında her şeye karşı çıktılar. Allah (c.c) da onların dilinden şöyle anlattı:
Yani; krallar savaşırlar, savaştıkları kimselerin mallarını ellerinden alırlar, savaşçıları öldürürler, çoluk-çocuğunu esir ederler.
Belkıs sonra şöyle devam etti:
Yani, Süleyman’a hediye göndereceğim. Elçilerimin bana nasıl haber getireceğini bekleyeceğim. Yapacağım işe de sonra karar vereceğim.
Belkıs, göndereceği hediyeleri hazırladı. Hediyeler şöyleydi: Kendilerinde kız özellikleri bulunan on iki tane oğlan köle ayırdı. Ellerini kınalattı. Saçlarını tarattı. Her birine kız elbisesi giydirdi. Onlarla konuştuklarında nasıl konuşacaklarını, bilhassa sorulara kız sesi çıkararak cevap vermelerini tembih etti.
On iki tane de kaba, erkeğe benzeyen cariyeyi hediye olarak ayırdı. Bunlarında saçını tıraş ettirdi. Onlara da erkek elbisesi ve erkek ayakkabısı giydirdi. O cariyelere de şöyle dedi:
Belkıs hediye olarak şunları da gönderdi: “Yelencüc” ağacı (Güzel kokusu için), misk, amber, ipek. Bunlar güzel cariyelerin elinde, tabaklarda idi. Sütü bol olan on iki melez dişi deve de yolladı. İki tane boncuk yolladı. Bunların biri eğri böğrü delinmişti. Diğeri ise delik değildi. İçi boş birde kadeh yolladı.
Sonra hepsine birden şöyle dedi:
Sonra o kadına şunu emretti:
Ayrıca içinde bin konudan, ona sorduğu ilmi mesele olan bir de mektup yazdı.
Elçiler yola çıktı ve hediyelerle beraber Süleyman’ın kapısına vardılar hediyeleri Süleyman’ın önüne koyup ayakta beklediler, oturmadılar. Süleyman onlara baktı. Bir an el ayak oynatmadan hareketsiz kaldı. Onlara bir ses de çıkarmadı, herhangi bir sevinçte de bulunmadı. Elçilere içinden geçenleri bildirmedi, ne söyleyeceğini de sezdirmedi.
Böylece oturmalarına izin verdi. Elçi kadın Süleyman’a yaklaştı ve ona iki boncuğu sundu ve şöyle dedi:
Sonra kadehi Süleyman’a yaklaştırdı. Bu kadehe içilebilir su doldurmasını istedi. Ama bu su yerden çıkan ve gökten inen bir su olmayacak. Sonra kadın kıyafeti oğlanlarla, erkek kıyafetli kadınlar gösterdi. Ve şöyle dedi:
Belkıs der ki:
Belkıs’ın elçisi diyeceklerini dedikten sonra çekildi.
Sonra Hz Süleyman halkını topladı. Halk toplanıp onun huzuruna geldiler. Sonra Süleyman iki boncuk çıkardı. Ve şöyle dedi:
Benim için bu boncuğun içinden kim iplik geçirip öbür tarafından çıkarır? Buna bir kurt karşılık verdi ki, bu kurt yaş hurma içinde yaşayan, kumru renkli bir hayvandı.
Şöyle dedi: Ey melik! Onu senin için ben yaparım; ama benim rızkım yaş hurma içinde olsun.
Hz. Süleyman (a.s): Tamam, dedi.
Kurdun başına bir iplik bağlandı. Boncuğun içine girdi. Onu çekiyordu. Ve öbür taraftan çıktı. Bunun üzerine o kurdun rızkı yaş hurma içinde oldu.
Sonra Süleyman (a.s), delik olmayan ikinci boncuğu çıkardı. Ve şöyle dedi; Bu boncuğu demirsiz olarak bana kim delecek?
Bunun üzerine başka bir kurt; güve kurdu ortaya atıldı ve şöyle konuştu: Ey melik bunu ben senin için yaparım. Ama senden dileğim, benim rızkımın da ağaçlarda olması.
Hz. Süleyman buna da “Tamam” dedi ve kurt boncuk üzerinde bir süre durdu. Boncuğu bir yandan öbür yana kadar deldi. Onun da rızkı ağaçlarda oldu.
Sonra kadehi çıkardı ve Arap atlarının hazırlanmasını emretti. Derhal atlar hazırlandı. Atlar yorulup terleyinceye kadar koşturuldu. Akan terleriyle kadeh dolduruldu.
Elçiye şöyle dedi: İşte Belkıs’ın istediği, yerden ve gökten olmayan su budur. Daha sonra erkek kılığında gelen kadınları ve kadın kılığında gelen erkekleri huzuruna çağırdı. Onları ayırmak için bu su ile abdest almalarını emretti. Erkek kılığında kadın olanlar abdest almaya başladılar. Önce sol avuçlarına aldıkları su ile sol kollarını yıkıyorlar; sonra sağ avuçlarına döktükleri su ile sağ kollarını yıkıyorlardı. Böylece onların kadın oldukları anlaşılıyordu.
Kadın kılığındaki erkek olanlar da suyu önce sağ avuçlarına alıyor, sağ kollarını yıkıyor, sonra da sol avuçlarına alıp sol kollarını yıkıyorlardı. Onların da erkek olduklarını böylece anlamış oldu.
Erkek ve kadın yirmi dört kişiyi bıraktı, bir şey yapmadı. Sonra Süleyman (a.s), Belkıs’ın gönderdiği sorulara baktı; sorulan bin sorunun da elçiye cevaplarını verdi. Sonra hediyeleriyle birlikte onları geri gönderdi.
Belkıs’ın elçisine:
“Belkıs ve adamlarına bunu götür. Şunu bilsinler ki; onlara, önünde duramayacakları çok güçlü bir ordu ile geleceğim. Ve onları Sebe ülkesinden zelil ve perişan bir halde çıkaracağım (Neml Süresi 37)“
Hüdhüd, ikinci defa bir mektupla gelince, Belkıs onu okudu, sonra elçileri de döndüler, geldiler. Süleyman’la başlarından geçenleri, ne yaptığını, kendilerine nasıl karşılık verdiğini ve sorularına nasıl cevap verdiğini bir bir kendisine anlattılar.
Belkıs tüm bunları dinledi ve kavmine şöyle dedi: u bizim üzerimize gökten inme bir iştir. Bizim buna gücümüz de yetmez takatimiz de.
Sonra tahtını saklamayı düşündü. İç içe olan odalardan en sonuncu, yedinci odaya onu kapattı. Kapıya da muhafız dikti. Sonra Süleyman’a (a.s) gitmek üzere yola çıktı. Ancak Hüdhüd, ondan önce yola çıkmıştı. Ondan önce Süleyman’a gelip Belkıs’ın kendisine gelmek üzere yola çıktığını haber verdi.
Bunun üzerine Süleyman (a.s), ülkesinin ileri gelenlerini topladı ve onlara şöyle dedi:
Yani anlaşma yapmadan önce tahtı bana kim getirecek. Anlaşma yaptıktan sonra, tahtı almak bize helal olmaz.
Cinlerden bir ifrit şöyle dedi:
Bu ifrite Amr denir ve cinlerden kuvvetli ve sert biri idi. Hz. Süleyman’a görülecek işlerini bitirip de yerinden kalkmadan, yarım gün içinde tahtı getireceğine teminat veriyordu. Ayrıca tahtın üzerindeki inci, mercan, altın, gümüş zeberced gibi ziynetlere hiçbir zarar da getirmeyeceğini söylüyordu.
Bu ifrit adımını gözün görebildiği yere kadar atabiliyordu ve Hz. Süleyman’a dedi ki: Ben adımıma gözümün görebildiği yere kadar atabiliyorum. Onu sana getirebilirim.
Fakat Süleyman (a.s): Ben daha çabuk gelmesi için acele ediyorum, dedi.
Bunun üzerine;
Yani onun bildiği Allah’ın ismi azamıdır. O da;
Ve şöyle dedi: Rabbime dua ederim, Rabbimin kitabına bakarım ve o tahtı alıp sana getiririm.
O Asaf b. Berhiya b. Şalya idi. Annesinin adı ise Batura idi. Kendisi İsrail oğullarındandı. Allah’ın ismi azamını biliyordu. Buna güvenerek öyle söylüyordu.
Hz. Süleyman ona şöyle dedi: Eğer bunu yaparsan üstün gelirim. Yapamazsan, cinler arasında beni rüsvay edersin. Halbuki ben insanların ve cinlerin efendisiyim.
Sonra Asaf b. Berhiya kalktı, abdest aldı, Allah’a (c.c) secde etti ve Allah’a ismi azam ile dua etti. Şöyle diyordu: Ya Hayyu, ya Kayyum.
Hz Ali b. Ebu Talib’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Asaf’ın duası üzerine Belkıs’ın tahtı yerin altında kayboldu. Az sonra Süleyman (a.s) tahtının yanında ortaya çıktı.
Denildi ki: Süleyman (a.s) büyük tahtına oturduğu zaman ayaklarını koyduğu kürsünün altından Belkıs’ın tahtı ortaya çıktı. Tahtın ortaya çıktığını görünce cinler, Süleyman’a (a.s) şöyle dediler;
Asaf tahtı getirebildi, ama Belkıs’ı getireremez. Asaf bunun üzerine Süleyman a dedi ki: Onu sana getiririm.
Bunun üzerine Süleyman da emretti ve kendisine billurdan bir köşk yapıldı. Bu köşkün altından su akıtılmasını emretti. Bu da yapıldı ve içine balıklar atıldı. Billurun saflığından, üstte olan alttaki suyu ve balıkları görüyordu. Sonra Süleyman (a.s) emretti ve tahtı o billur köşkün ortasına konuldu. Sonra kendi yakınları, arkadaşları içinde kürsüler kurulmasını emretti. Onlar içinde kürsüler kuruldu.
Süleyman’a (a.s) kürsü itibariyle yakın olanlar, insanlar, cinler ve şeytanlardı. Bu Süleyman in (a.s) adeti idi. Bir beldeye gideceği zaman kendisi kürsüsüne, diğerleri de kendi kürsülerine otururlardı. Sonra Süleyman (a.s) emreder, rüzgar onları yer ve gök arasında yükseltir, taşırdı. Yürüyecekleri zaman rüzgara emreder, rüzgar durur onlar da bu şekilde yeryüzünde yürürlerdi.
Bugünkü devlet başkanlarının olduğu gibi Süleyman’ın (a.s) da kurduğu bir meclisi vardı. Meclis toplandıktan sonra Asaf’ın gelmesini emretti. Asaf’da geldi, secde etti ve Allah’ın ismi azamıyla dua etti. O “Ya Hayyu Ya Kayyum idi. Bir de baktılar ki Belkıs yanlarında duruyor.
Denilmiştir ki:
Yine denilmiştir ki:
Sonra Allah (c.c) şöyle buyurdu:
Süleyman tahtı yanında hazır bulunca şöyle dedi:
Bilhassa, benden alt seviyede birinin, ilim itibarı ile benden daha faziletli olduğunu gördükten sonra…
Allah insanların şükretmesini ister, nimet verir, ceza vermede ise acele etmez.
Cinler bu anlatılanları duyunca Süleyman’ın ondan tiksinmesi için Belkıs’ı kötülemeye başladılar. Çünkü Süleyman’ın onunla evlenmesinden korkuyorlardı. Böyle olunca cinlere ait bazı işleri Süleyman’a açıklardı. Zira Belkıs onların dillerinden anlıyordu.
Cinler şöyle dedi:
Allah, meliki ıslah etsin. Belkıs’ın aklında noksanlık var, ayaklan eşek ayaklan gibidir. Belkıs vücudu kıllı biridir. Onun hakkında böyle söylenmesi üzerine Süleyman (a.s) Belkıs’ın aklını denemek, ayaklarını da görmek istedi.
Hz Süleyman billur köşkü bunun için yaptırmış içine de suda yaşayan kurbağa ve balıkları bunun için koydurmuştu.
Süleyman (a.s) Belkıs ‘ın tahtında bazı değişiklikler yapılmasını emretti. Bazı fazlalıklar ilave edilmesini, ondan bazı şeylerin çıkarılmasını istedi. Böylece Belkıs’ın aklını deneyecekti.
Allah şöyle buyurdu:
Belkıs, Süleyman’a gelmek üzere yola çıktı. Nihayet, billurdan köşke kadar gelince:
Kendi kendine, “Bu adam beni suda boğmak istiyor. Başka türlü yapsaydı, bundan dahi iyi olmaz mıydı? Yani beni başka türlü boğabilir veya öldürebilirdi” diye düşündü.
Bacakları kıllı idi. Ama o insanların en güzeli idi. Kendisi için söylenilenlerden de uzak idi. Kötülendiği gibi değildi. Çok güzel bir insandı
Yani, şeffaf ve üzerinde toz bile olmayan bir köşk. Sanki yüzünde tüy olmayan taze delikanlı gibi Billurdan yapılmış düz bir zemindir.
Fakat Süleyman (a.s) da onun ayaklarına baktı. Bacaklarındaki kıllara bakıyor ve hayret ediyordu. Hem de çok
Belkıs tahta şöyle bir baktı. Hem tanıdı, hem tanımadı. Kendi kendine şöyle dedi: “O tahtı buraya kim getirebilir ki. O yedi kapı arkasında ve etrafında da muhafız dolu.”
Yani ne tanıdı ne tanımadı. Şöyle dedi:
Bunun üzerine Süleyman (a.s) şöyle dedi:
Belkıs Mecusi idi. Tüm bunları gördükten sonra şöyle dedi:
Yani Süleyman beni boğacak sanmıştım, yanılmışım. Başka bir rivayette şöyle demek istediği söylenmiştir:
Güneşe tapmak suretiyle kendime zulmetmişim, kendime zarar vermişim. Süleyman’ın maiyetinde Alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” Yani Süleyman’la beraber Allah’a itaat ediyorum.
Şöyle demek istediği de söylenmiştir; Süleyman’la beraber ihlas sahibi olup temize çıkıyorum.
Süleyman’la Belkıs böylece bir araya geldi. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını Davut koydular. Ancak bu çocuk, Süleyman (a.s) hayatta iken öldü. Sonra Süleyman (as), bir ay sonra da Belkıs öldü.
Şöyle de rivayet edilmiştir:
Yine başka bir rivayette de şöyle anlatırdı:
Bu hikayeyi burada tam olarak anlatıp, istifadenize sundum ki, her akıllı ve sonunu gözeten mümin geçmişte yaşayan iyi ve kötülerin hallerinden ibret alsın.
Göçüp giden ve dünyayı boşaltan ümmetlerin üzerindeki Allah’ın kudretini de göstermek istedim.
İtaat edenlere ikramını, isyan edenlere de boyun eğdirdiğini anlatmak istedim. Allah dostu ve kendini seven kişilere halkın mülkiyetini nasıl verdiğini belirttim.
Süleyman (a.s), Rabbine itaat edince, Belkıs’ı ve mülkünü onun emrine nasıl verdi. Halbuki Belkıs’ın emrinde on iki bin savaşçı vardı. Ve bu savaşçıların her birinin emrinde yüz bin savaşçı vardı. Süleyman’ın (as) ordusu ise toplan dört yüz bin idi. Bunların da iki yüz bini insanlardan, iki yüz bini cinlerdendi. İki ordu arasındaki fark oldukça açıktı.
Süleyman (a.s), Allah’a itaatinden dolayı galip gelmiş, Belkıs ise Allah’a isyanından dolayı mağlup olmuştur. İslam yücedir, onun üzerine hiçbir din geçemez. Bu manada Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır;
Ey Allah’ın yardımı gelen kişi! İman ettiğin zaman dünyada düşmanlarından emin olursun. Ahirette de tutuşturulmuş olan Allah’ın ateşinden emin olursun. Cehennem sana hizmet eder, önünde boyun eğer Sana ikram yolunu gösterir, saygı gösterir.
Cehennem üzerinden geçerken sana şöyle diyecektir;
Yani, ikram edilmiş ve nurlu bir kimsesin. Yüce Melikin (c.c) nişanı senin üzerindedir. Onun alameti sendeki vakardır. Bunun için etrafındakilerin sana saygı gösterip hizmet etmeleri gerekir.
Kafir ve günahkar kişiye gelince….
Tıpkı yakaladığı düşmandan intikam alan kişi gibi, Cehennem bunlardan Cebbar olan Allah’ın intikamını alacaktır. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmuştur;
Eğer dünyada ve ahirette izzet sahibi olmak istiyorsan, Allah’a itaat etmen ve O’na karşı günah işlememek için sabırlı olman gerekir. Böyle yaparsan, buna karşılık Allah’ın rahmetini bulursun
Allah (cc) şöyle buyurdu:
Ey inandığını iddia eden kişi! Sende nifak var… Ey ihlaslı olduğunu iddia eden kişi, sende de şirk var. Bu haller, seni izzet sahibi Cebbarın yüceliğini, seçilmiş resulün ve hayırlı müminlerin üstünlüğünü görmekten alıkoydu.
Böyle yaparsan Allah’ın yardımı sana gelir, düşmanlarına ise düşüklük gelir.
Allah (cc) şöyle buyurmuştur;
Gaflet kalbini kaplamış, kalbine dermansız hastalık gelmiş, zulmet ve kararma ile karşı karşıyasın.
Kıyamet günü, ne hasretler çekilecek, ne pişmanlıklar duyulacak. Bütün haklar alınacak. Büyük gürültü o zaman kopacak. O kulakların sağır olacağı, dehşetli bir gün.
Denilmiştir ki; zerre, güneş ışığı vurduğu zaman iğne ucu gibi görünen parçacıklardır. Yine denilmiştir ki; zerre, dördü bir araya gelince bir hardal ağırlığı kadar olandır
Şöyle de denilmiştir, zerre, yürüdüğü dahi görülmeyen kırmızı karıncadır. Bir de şöyle denilmiştir. Zerre, bir arpa tanesinin bin parçasından biridir
Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Avuç içini toprağa koyup sonra kaldırdığında, eline topraktan ne bulaşıyor ise, o zerredir.”
Ameller tutulduğu gün halin nice olacak. Zerre miktarı amelin, tartının ağır veya hafif gelmesine tesiri olacak
Allah (c.c) o gün ile ilgili şöyle buyuruyor:
İşte o gün, perde açılacak, gizli olan ne varsa ortaya çıkacak. Müminler kafirlerden ayrılacak. Doğru sözlü sadıklar ile ikiyüzlü münafıklar ayrılacak. Allah’ın tek olduğunu kabul eden ile O’na ortak koşan müşrik ayrıılacak Dost ve düşman ayrılacak. Haklı olan da yalancıdan ayrılacak
Ey çaresiz, o günün dehşetinden sakın. Kendinin gruptan olduğuna bir göz at
Ey ikramlara layık olan kişi, ikramlar senin olacaktır. Ey hikmetli davranan kişi, sana selamet ve müjdeler olsun!
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Şunu iyi bil ki, kıyamet günü seni güzel amellerden başkası kurtaramaz.
Kaynak: Abdülkadir Geylani / El Ğunye (Li Talibi Tariki’l Hak) / bkz: 317-335