Onun zati fiili isimlerine ve sıfatlarına göre düzenlenmişlerdir. Bunun içindir ki Hakk’ın yarattığı ve oluşturduğu her şeyin dili Hakk’ın birliğini söyler, ona layık olmayan şeylerden tenzih eder. Allah bütün mahlukatın kendisini tesbih ettiğini, kullarını uyarmak ve aydınlatmak için, onları kendisine dönmeye teşvik etmek için haber vermektedir (a)
Bizim görüşümüze göre Hadid süresinin hepsi Medine de inmiştir. Buradaki söz, devlete ve halka yöneliktir. Özellikle İslam toplumu bunu böyle bilmektedir. Çünkü bu toplum aktivite ve bakış açısı itibariyle rabbanidir.
Şafak atımı öncesinden alaca karanlık sonrasına değin Müslümanlar yöneten ve yönetilenler olarak mescitlere akın etmekte, her mahallede onları namaza çağıran ezan seslerini işitmekte, büyükleyerek ve övgüyle Allah’ın hakkını yerine getirmekte ve layık olmadığı şeylerden O’nu tenzih etmektedir.
İslam devleti, her ne kadar “dinde zorlama yoktur” düsturunu öne çıkarsa da Allah’a itaat etmeye, hükmünü yerine getirmeye, uluslararası alanlarda adaleti yerine getiren ve yaratıklara acıyan tek Allah’ı açıkça dost edinmeye itina gösterir. Bunun için Hadid Sûresinin şu düsturla başlamasına şaşılmamalıdır:
“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, azizdir, hakimdir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O, diriltir, öldürür. O, her şeye gücü yetendir.” (Hadid Süresi 1-2)
İçinde yaşadığımız çağ, ilim çağı olarak bilinir. Gayet tabii.. Çünkü insanoğlu uzay savaşı yapmış ve aya ayak basmıştır. Şimdi ise güneş sistemindeki başka gezegenlere ulaşma yolunu aramaktadır.
Güneş ve güneş sistemine bağlı olan gezegenler, yıldızlarla dolu uzaya savrulmuş kum taneleri mesabesindedirler. Alem, geniş bir hacmi, oldukça uzunluğu ve genişliği olan, bedenlerimizde nefes alp verme işlevi gören, denizlerde ve okyanuslarda gelgit olayın meydana getiren, gezegenler arasında ay ve güney tutulmasını sağlayan;
Her şeyin Rabbi ve sahibi olduğuna işaret eden korkunç geniş, meleküt alemi içinde gözlerin ve aletlerin erişemeyeceği alanlar bulunan sabit bir sistemden ibarettir. “Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Yaratıkları sayısınca, nefsinin hoşnutluğunca, arşının ağırlığınca ve kelimeleri adedince hamd O’nadir.
İnsan, hiç kendine sormuyor mu: Tavuk kendi yumurtladığı yumurtadan mı yaratıldı? Kendisinden çıkan sütü inek mi yaptı? Gözü önünde gelişen çocuğu anne mi var etti? Ekilen tane ve meyveleri çiftçi mi yetiştirdi?
Bütün bunlar, her şeyi var eden yüce hikmet ve kudretten kaynaklanan şeffaf sebeplerdir:
“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanuz, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür (Hadid 4)”
İslam ümmetinin insanlar arasındaki görevi, Allah’ı bilmesi, O’nu bildirmesi, O’na kul olması, ibadetini başkalarına yapmamasıdır. Çünkü İslami ümmeti, ibadetin hakkini korumak için çalışır, sapıklıkları sebebiyle başkalarını saptıranlara engel olur.
Ezilip horlanmışlar için; “Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz (İbrahim: 13)” diyen kimseyi gördüklerinde Müslümanlar, ona “yeryüzü senin ve senin dışındakilerinindir. Seçilen inancın orada kalmasından doğal ne olabilir. Biz, güvene kavuşuncaya dek zalime karşı mazlumun yanındayız!” derler.
Süre, evrensel risaletlerini eda etsinler diye İslam ümmetine yol göstermeye başlamıştır, Yüce Allah’in şu buyruğunu okuyalım:
“Allah’a ve Resulüne iman edin. Sizi, üzerinize tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükafat vardır (Hadid Süresi 7)”
İman ve infak, ümmetin gayesine ulaşmasında iki temel unsurdur. Sonra bu genelin ardından ayrıntı gelir. Müslümanların kıyamete dek dinlerine sarılıp onu yaşamalarında hiçbir mazeretleri olamaz. Çünkü onlara, karanlıklardan aydınlığa çıkaran, semavi vahyi noktalayan, onları insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmet kılan peygamber gelmiştir. Bu yüzden dinlerini insanların hevalarından uydurdukları başka bir yolla değiştirmeleri caiz olabilir mi?
Çağdaş medeniyet, Müslümanlara, dinlerini bırakmalarını bir ırkçılığa veya Arap diriliş düşüncesine ya da başka bir dine dalmalarını teklif etmiştir. Önemli olan, Müslümanların, Rablerinin Kitabı’ni ve peygamberlerinin sünnetlerini terk etmeleridir
Bazılar bu çağdaş teşvike cevap aramış, bunu İslam’a arz etmiş, Rabb olarak Allah’a ve din olarak İslam’a razı olan cinslerden oluşan binlerce cilt kitap telif etmiş ve Türklere, Kürtlere, Farisilere, Berberilere, Hindlilere, Zencilere kötülük eden korkunç bir fitne çıkarmıştır. Bu, Yüce Allah in şu buyruğuyla engellediği yeni bir putperestliktir:
“Peygamber sizi. Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde niçin Allah’a inanmıyorsunuz? Halbuki O, sizden kesin söz de almıştı.Eğer inanırsanız.Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir (Hadid: 8-9)”
Kur’an dilini anlayan Arap milletinin yeryüzündeki diğer milletlere tepeden bakması ilginçtir. Oysa dünya elinin içinde olup verimli topraklan petrol ve madenlerle dolup taşmaktadır. Buna rağmen Arap milletinin zenginleri risaletlerine yadım mı etmişler? Yoksa bu fani dünyada şehvetlerinin peşine mi düşmüşlerdir?
Müslümanların servetlerinden, kendilerinden çok başkaları yararlanmaktadırlar. Bu sebeple Allah’ın buyurduğu gibi tevhid akidesini ve vahiyy gerçeklerini desteklemeleri gerekirdi
“Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Elbette içinizden fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir Allah’ın, yaptıklarınızdan haberi vardır.Kim Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli mükafatı da vardır (Hadid: 10-11)”
İmana hizmet etmek için malı güzel harcama, yakina eren sadıkların özelliğidir. Hayata kul olanlara ve ikiyüzlülere gelince onların davranışları kötüdür. Bu yüzden onlara kıyamet günü şöyle denecektir:
Bugün artık ne sizden ne de inkar edenlerden bedel kabul edilir, varacağınız yer ateştir. Size yaraşan odur. Ne kötü bir dönüş yeridir! (Hadid: 15)”
Makbul olan imanın esası Allah’ı tanıma, benlikten uzak durma, yaratıklara acıma ve yumuşak kalpliliktir. Kendilerini imana nispet eden, kalpleri katılaşmış, kaskatı olmuş, yandaşlarına sert davranan insanlar vardır.
Bazen Yahudiler Allah’a bağlılıklarını yitirdikten sonra bu nahoş imanın tipolojisini oluşturmaktadırlar. Onlar hakkında Allah şöyle buyurmaktadır: “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık (Maide: 13)”
Allah ve Resulü, bizi bu insanlara uymaktan nehyetmiştir. Buna rağmen, yüzeysel dindarlık aramızda yaygınlık kazanmıştır. Adamı fıkhın detay meselesinde bir görüşe sarılmış olarak görürsün. Ne ileri ne de geri bir adım atmaz. Cennetin anahtarlarının sadece kendinde olduğunu sanır. İnsanlara tepeden bakar ve onlara hor muamele eder
Kur’an böyle kimselere şöyle öğüt verir:
“İman edenlerin Allah’ı anma ve ondan inen Kur’an sebebiyle kendilerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar.Onlar üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı (Hadid: 16)”
Bu hastalık, insanların amellerini boşa çıkarır, İslam ümmeti arasında ve risaletini eda etmene mani olur. Alçak gönüllülük ve acıma duygusu, kabul ve sevgi tohumlarını eker Kibirlenme ve kendini beğenme duygusu, ancak düşmanlık ve savaşa neden olur
Süre, hayır ve gerçek risaleti taşıyan ümmetin özelliklerini açıklamaya başlamış, baş tarafında iman ve infaka teşviki vurgulayarak şöyle ifade etmiştir:
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükafat vardır. Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükafatlar ve nurları vardır (Hadid: 18-19)”
Bazen şehitler, cihad meydanlarında boğazlanabilirler Bazen Allah’a götüren ve vahyi açıklayan peygamberlerin ayaklarıyla yürüyen davet adamları olurlar.
“Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdigimiz zaman halleri nice olacak! (Nisa’ 41)” Her iki anlayış da doğrudur. Allah’a imandaki doğruluk alameti, dünya karşısındaki konumu belirler. Kim gece yatağına yatıp dünya ile meşgul olarak uyanırsa kaybettiklerine ağlar ve onları bir daha eline geçiremez. Günümüzde insanlar ahireti unutuyorlar.
Egemen medeniyet, ahireti tanımıyor ve onu inkar ediyor. semavi dinlerin savaş alanlarında yenik düşmesinden hareketle, gökteki başarı yolunu yerde başarısız olduğunu sanıyor. Allah’a iman binasını, tabiatı düşünme ve kanunlarını araştırma üzerine inşa eden bir din hakkında bunun nasıl doğru olduğunu anlamış değilim?
Son yıllarda Körfez ülkelerinde İsrail’in de katıldığı su konferansı düzenlendi. Neden? Çünkü Yahudi devleti tecrübelidir. Bizim ise tecrübemiz azdır. Bizim sadece mal ve makam sevgisinde tecrübeli olduğumuz aşikardır!
Hadid süresi, Müslümanların, hazırlık yapıp evrelerine hazırlananlardan ve kendi adımlarıyla hasmının adımlarını ölçenlerden başkasının başaramayacağı hummalı uluslararası yarışa katıldıklarına işaret etmektedir:
“Rabbinizden bir mağfirete Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşun (Hadid: 21)”
Bu yarış nedir? İman ehline, yanlarındakiler sunuluyor ve onlarla yardım görüyorlar. Kafirlere de yanlarındakiler arzolunuyor ve onların desteğini alıyorlar. Yeryüzünde hareket değirmeninin dönmesini Allah işte böyle dilemiştir “Allah dileseydi onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. (Muhammed: 4)”
Şimdi zit yönlere bakan ilginç görür. Kuzeyden güneye doğru deniz yüzeyinde her millete hizmet ve her gruba yardım eden deniz altılar, uçaklar ve gemiler gördüğünde, tevhid sancagini taşıyan bir gemi göremezsin. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabi ve mizani indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın dinine ve peygamberlerine gaybe inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir.Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür (Hadid: 25)”
Allah savaşta ve barışta büyük özellikleri olan demiri yaratmıştır. Bu özellikleri araştırıp şehirleşme ve askeri kalkınmamızda bunlardan yararlandık mi? Allah’ın razı olduğu kalkınmamızı Allah bize gösterdi mi? İslam milleti, bu alanı başkalarına kaptırdı. Bizler bir şeyler yapmak isteyince hakki koruyacağımız ve akaidi savunacağımız silah yapımına değil binalarını silahlandırdığımız kılıç yapımına yöneldik.
Bizim dünya malına karşı ilgimiz çok fazladır. Ahirete karşı ilgimiz ise bir vehimden ibarettir. Ele geçirdiklerimiz gerçek de olsa bizim yerleşik bilimlerimiz sıfır derecesinde seyretmektedir
Yeryüzü kanunlarından hiç haberdar olmadan nasıl yönetilecektir?
İnsanların kaybettikleri dünya mallarını çöp gibi görmekteyiz. Kaybedilenler Allah’ın hukukuna taalluk edince bir tahtayı bile görmeyiz. Bugün Müslümanlar, kendilerini sınırlı bir konumda görmektedirler.
Yahudiler dünyada sayıları Suriye nüfusundan daha azdır yeryüzü nüfusunun beşte birinden fazla olan İslam dünyasını istila etmek istiyorlar! Kitap ehli ve putperestlerden diğer dinlere tabi olanlar, birçok cephede bizi yenmektedirler.
Sure, Müslümanlara Allah’a dönmeyi ve Resulü’ne uymayı öğütleyen iki ayetle son bulmuştur. İlk selefin, bu Kuran etrafında kaynaşıp ayetlerini düşününce rezillikten doruğa yükseldikleri bir gerçektir.
Bunlar, parmakla sayılacak kadar az bir nefer idiler. Sonra çalışıp didindikçe yolu açılan gruba dönüştüler. Birkaç sene içinde dünyayı asırlardır yöneten devletlerin önünde diz çöktüğü büyük bir devlet oldular. Eğer Müslümanlar kitaplarıyla alakalarına dönüp peygamberlerinin arkasından yürüdükleri takdirde tarihin yeniden tekrar etmesi için elbette hiçbir engel yoktur.
Bu sürenin sonunda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bagışlayan, çok esirgeyendir. Böylece kitap ehli, Allah’ın lutfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler(Hadid: 28-29)
Kaynaklar
a-) Abdülkadir Geylani / Geylani Tefsiri / C:VI / bkz: 5
b-) Muhammed Gazali / Kur’an’ın Konulu Tefsiri / bkz: 727-733