ref: refs/heads/v3.0
DOLAR
32,3130
EURO
35,0957
ALTIN
2.281,96
BIST
8.914,98
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
20°C
İstanbul
20°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

Günde Beş Vakit Namaz Çok Değil mi?

Günde Beş Vakit Namaz Çok Değil mi?
17 Temmuz 2021 15:00
758

Bir zamanlar, yaşı, cüssesi ve mevkisi büyük bir adam bana dedi ki; Namaz iyidir. Fakat her gün beşer defa kılmak insana çok geliyor. Bitmediğinden usanç veriyor.

O adamın bu sözünden hayli zaman sonra nefsimi dinledim, aynı sözleri söylediğini işittim. Ona baktım, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi aldığını gördüm. O vakit o adamın, adeta kötülüğü arzulayan bütün nefisler adına konuştuğunu veya bu sözün ona söyletildiğini anladım. Kendi kendime dedim ki;

Madem nefsim daima kötülüğü emrediyor, nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyleyse işe nefsimden başlarım.

Ey nefis! Koyu bir cehalet içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin bu söze karşılık şu beş ikazı dinle!

1- Birinci İkaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedi midir? Gelecek seneye, hatta yarına çıkacağına dair elinde senedin mi var? Sana usanç veren, ebedi yaşayacağını zannetmendir. Keyif için dünyada ebediyen kalacakmış gibi nazlanıyorsun

Eğer ömrünün kısa olduğunu ve faydasız işlerde gittiğini anlasaydın, elbette, onun yirmi dörtte birini, sana hakiki ve ebedi bir hayatta saadeti kazandıracak güzel hoş, rahat ve bereketli bir hizmete sarf ederdin. Usanmak şöyle dursun, bu sende ciddi bir şevk ve hoş bir zevk uyandırırdı.

2- İkinci İkaz: Ey doymak bilmeyen nefsim! Her gün her gün yemek yiyor, su içiyor ve havayı teneffüs ediyorsun; bunlar sana usanç veriyor mu? Madem vermiyor, hatta ihtiyaç tekrar ettiğinden usanç duymuyor, aksine onlardan lezzet alıyorsun.

Öyleyse bedenimde senin arkadaşların hükmündeki kalbimin gıdası, ruhumun ab-ı hayatı olan ve Rabbani latifelerimin tatlı havasını kendinde toplayan namazın da seni usandırmaması gerekir.

Evet sonsuz keder ve elem içinde, fakat bir o kadarda zevklere, emellere tutkun ve sevdalı bir kalbin gıdası ve kuvveti, her şeye gücü yeten Rahim ve Kerim bir Zat’ın kapısını dua ile çalmakla elde edilebilir.

Şu fani dünyada, ayrılıktan feryat ederek süratle göçüp giden bütün varlıklarla alakadar bir ruhun ab-ı hayatı ise her şeye bedel Baki bir Yaratıcının, ölümsüz bir Sevgilinin rahmet çeşmesine namaz ile yönelerek içilebilir.

İnsanda, tabiatı gereği sonsuzluğu isteyen, ebediyet için yaratılmış, ezeli ve ebedi bir Zat’ın aynası olan son derece hassas, manevi ve şuurlu bir sır ile latife-yi Rabbaniye denilen nurlu bir his vardır ki, bunlar, şu kasvetli, ezici, sıkıntılı, boğucu, karanlık ve geçici dünya halleri içinde, elbette teneffüse muhtaçtır ve ancak namaz penceresiyle nefes alabilir.

3- Üçüncü İkaz: Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibadetlerin zahmetini, namazın zorluğunu ve musibetlerin sıkıntısını hatırlayıp ızdırap çekmek ve gelecekteki ibadetleri, namaz vazifesini ve musibetlerin elemini bugünden düşünüp sabırsızlık göstermek hiç akıl karı mıdır?

Şu sabırsız halin şöyle sersem bir kumandanın haline benziyor: Düşmanın sağ taraftaki kuvveti kendi birliğine katılıp taze bir kuvvet olmuşken, o tutar mühim bir kuvvetini o tarafa gönderir, merkezi zayıflatır. Sol tarafta da henüz düşman askeri yokken, oraya büyük bir kuvvet gönderip ‘ateş’ emri verir. Merkezi tamamen zayıf bırakır. Düşman işi anlar, merkeze saldırır ve orayı yerle bir eder.

Şu halinle sen, işte bu kumandana benziyorsun. Çünkü geçmiş günlerdeki ibadetlerin zahmeti, bugün rahmete çevrilmiştir. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Zahmeti lezzete, sıkıntısı sevaba dönüşmüş. Öyleyse namazdan usanmak yerine yeni bir şevk, taze bir zevk ve ciddi bir gayretle ona devam etmek gerekir.

Gelecek günler henüz gelmediğine göre, onları şimdiden düşünüp usanmak ve gevşeklik göstermek, aynen ileride başına gelecek açlığı ve susuzluğu bugünden düşünerek bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir.

Madem hakikat böyledir; aklın varsa yalnız bugünkü ibadetini düşün ve ‘Günümün bir saatini, ücreti pek büyük, zahmeti pek az olan, hoş, güzel ve yüce bir hizmete sarf edeyim’ de.O zaman acı usancın tatlı bir gayrete dönüşür.

İşte ey sabırsız nefsim! Sen üç çeşit sabırla vazifelisin.

Biri itaat ve ibadete sabırdır.

İkincisi günahlara karşı sabırdır.

Üçüncüsü bela ve sıkıntılar karşısında sabırdır. Aklın varsa, bu üçüncü ikazda ki temsilde görünen hakikati kendine rehber edin, mertçe ‘Ya Sabur’ de, üç sabrı omzuna al!

Eğer Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği sabır kuvvetini yanlış yolda kullanıp dağıtmazsan, o her zorluğa ve her derde katlanmaya yeter…. O kuvvetle dayan

Eğer ‘Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan, bana usanç veren böyle lüzumsuz şeyler değil, geçim derdinin zaruri işleridir’ dersen

4-► Dördüncü İkaz: Ey sersem nefsim! Acaba kulluk vazifesi neticesiz ve ücreti az mı ki sana usanç veriyor? Mesela bir adam sana biraz para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar çalıştırır, sen de itiraz etmeden çalışırsın.

Peki, bu dünya misafirhanesinde aciz ve fakir kalbini zenginleştiren, elbette gireceğin kabrini ışıklandıran, her halükarda hesap vereceğin mahşerdeki o büyük mahkemede sana kurtuluş senedi ve ister istemez üstünden geçeceğin sırat köprüsünün nur ve burak olacak namaz neticesiz midir veyahut karşılığı az mıdır?

Bir adam yüz liralık bir hediye vaat etse, seni yüz gün çalıştırır. Sözünden dönme ihtimali olan o adama güvenir, usanmadan çalışırsın.

Acaba sözünden dönmesi imkansız bir Zat, sana cennet gibi bir karşılık ve ebedi saadet gibi bir hediye vaat etse, sen pek az bir zaman güzel bir vazifede çalıştırsa, buna rağmen hizmet etmezsen veya isteksizce, usançla,yarım yamalak hizmetinle O’nu yalancılıkla itham edip hediyesini hafife alırsan, şiddetli bir cezaya ve dehşetli bir azaba müstahak olacağını düşünmüyor musun?

Dünyada hapis korkusundan, en ağır işlerde şikayet etmeden çalıştığın halde, cehennem gibi ebedi bir hapsin korkusu, hafif ve hoş bir vazife için sana gayret vermiyor mu?

5- Beşinci İkaz: Ey dünyaya tutkun nefsim! Acaba ibadetteki isteksizliğin ve namazdaki ihmalin dünya meşguliyetlerinin çokluğundan mıdır? Veyahut geçim derdiyle ibadete vakit bulamayışından mıdır? Sırf dünya için mi yaratıldın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?

Sen, kabiliyetlerinle bütün canlılardan üstün olduğunu fakat dünya hayatının devamı için gerekli şeyleri temin etme kudreti bakımından bir serçe kuşuna bile yetişemeyeceğini biliyorsun. Asıl vazifenin hayvanlar gibi çabalamak değil, gerçek bir insan gibi hakiki ve daimi bir hayat için gayret etmek olduğunu neden anlamıyorsun?

Hem dünya işleri dediğin, çoğu sana ait olmayan, boş yere karıştığın ve karıştırdığın faydasız şeylerdir. Eğer

Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan, bana usanç veren böyle lüzumsuz şeyler değil, geçim derdinin zaruri işleridir dersen, ben de sana şöyle derim;

Bir yerde yüz kuruş gündelikle çalışsan, sonra bir gelse ve sana

‘Gel şurayı on dakika kadar kaz, yüz lira değerinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın’ dese, sende ona; hayır gelmem! Çünkü gündeliğimden on kuruş kesilecek, kazancım azalacak’ diye cevap versen, bunun ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.

Aynen bunun gibi, sen şu bahçende nafakan için çalışıyorsun. Eğer farz namazlarını terk edersen, bütün gayretinin neticesi, yalnız dünyevi, önemsiz ve bereketsiz bir kazançtan ibaret kalır.

Fakat eğer istirahat ve teneffüs vaktini, ruhunu rahatlatan ve kalbini ferahlatan namaza sarf edersen, o zaman bereketli dünya kazancın ile beraber ahiret azığın için çok değerli iki manevi maden bulursun.

Kısacası;

Ey nefis !

Bil ki, dün senin elinden çıktı. Yarına ulaşacağına dair de güvencen yok. Öyleyse asıl ömrünü, içinde bulunduğun gün bil. Günün en az bir saatini, zor zamanlara ayırdığın bir altın gibi, hakiki istikbalin olan ebedi hayatın için birer kumbara hükmündeki bir mescide veya bir seccadeye at.

Ve bil ki, her yeni gün, herkes için yeni bir alemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, o günkü alemin karanlık ve perişan bir hal alır. Misal aleminde aleyhinde şahitlik eder. Zira herkes, şu alem içinde, her günde hususi birer alemi vardır. O alemin mahiyeti de, o kişinin kalbine ve ameline göre değişir.

Eğer namaz kılarsan, namazınla bu kainatın San-i Zülcela’ine yönelirsen, sana bakan alemin birden nurlanır. Namazın adeta bir elektrik lambası, namaza niyetinde onun düğmesine dokunmak gibi, o alemin karanlığını dağıtır. Ve şu dünya kargaşasında perişanlık içindeymiş gibi görünen hadiselerin, hikmetli bir imtizam ve manalı bir kudret eseri olduğunu gösterir.

Sakın ‘Benim namazım nerede, hakiki namaz orada’ deme. Zira bir hurma çekirdeği, hurma ağacının bütün hususiyetlerini içinde taşır ve onu tarif eder. Farkları, birinin çekirdek, ötekinin ise onun dal, budak salmış hali olmasıdır.

Aynen öyle de, senin benim gibi sıradan bir insanın namazının -hissetmese ve şuurunda olmasa da- büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan, şu hakikatten bir hissesi vardır. Fakat o nur dereceye göre açığa çıkar.

Bir hurma çekirdeği ile mükemmel bir hurma ağacı arasında ne kadar mertebe ve fark varsa, namazda da öyle, hatta daha fazla farklı mertebeler bulunabilir. Fakat bütün o mertebelerde namaza ait nurani hakikatin bir esası vardır.

Kaynak: Said Nursi / Sözler / Yirmibirinci Söz / Yirmibirinci Sözün Birinci Makamı / bkz: 320-334

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.