Günahların olumsuz neticelerinden biri de, kula kendi nefsini unutturmasıdır. Kul nefsini unutunca, onu ihmal eder, ifsat eder ve helake sürükler
Kulun kendi nefsini nasıl nasıl unuttuğu, nefsini unutursa hatırlayacak neyi kaldığı ve kendini unutmasının anlamının ne olduğu sorulacak olursa, cevaben şöyle denir:
Evet, insan kendini, çok büyük bir tehlikeye yol açacak şekilde unutabilir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
▬ Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ında onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir (Haşr Süresi 19)
Yani onlar rableri sübhanehü ve tealayı unutunca rableri de onları unutmuş, kendilerinide kendilerini unuturmuş. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:
▬ Allah’ı unuttular. O da onları unuttu (Tevbe Süresi 67)
▬ Birincisi: Allah Tealanın onları unutması,
▬ İkincisi: Onlara kendi kendilerini unutturmasıdır.
Böyle bir kulun helake yakınlığı, insanın elinin ağzına yakınlığından daha fazladır.
Kula, kendini unutturması ise yüksek seviyedeki nasiplerini, mutluluğunu, umduğuna nail oluşunu, kurtuluşu, salah bulmasını sağlayacak sebepleri ve nefsini kemale erdirecek sebepleri unutturmasıdır. Bütün bunları o insana Allah unutturur; hatırına gelmesine, anmasına bile izin vermez. Azim ve gayretinin bunlara yönelmesine fırsat tanımaz ki kul bunlara rağbet etsin. Bunlar kulun aklının ucundan bile geçmez ki bunlara doğru yönelip tercihini bunlardan yana kullansın. Ayrıca;
Bu yüzden bunları gidermek, bunları onarmak kulun aklının ucundan bile geçmez.
Bunun yanında nefsinin ve kalbinin hastalıklarını, acılarını da unutturur. Bu yüzden bunları tedavi etme düşüncesi kulun kalbine bir an olsun uğramaz. Fesada ve helake doğru yönelmiş olan bu rahatsızlıkları, hastalıkları giderme çabası için kılını bile kıpırdatmaz. Hastalık bir yanını sarmış; onu ölüme doğru sürüklemektedir, ama hastalığının farkında bile değildir. Hastalığı tedavi etmek aklına bile gelmez.
Geneliyle özeliyle verilen tüm cezaların en tehlikelisi budur
Kendini ihmal eden, ziyan eden, neyin kendi lehine olduğunu, ilacının ne olduğunu, ne ile mutlu olduğunu, felaha ve salaha neyin kavuşturduğunu, daima nimetler içinde ebedi yaşamı kazanma sebeplerinin neler olduğunu unutmuş olan kimsenin başına gelenden daha kötü akıbet var mıdır?
Bu nokta üzerinde düşünüp kafa yoran kimse anlayacaktır ki insanların büyük çoğunluğu kendilerini gerçekten unutmuş, zayi etmişlerdir. Nefislerinin Allah’tan gelen nasiplerini de yitirmişler ve aldatıcı bir ticaret sonucu bu nasiplerini çok ucuza satmışlardır.
Yarın ölüm anında neyin ne odluğunu görecekler. Teğabun gününde, bu dünyadayken, kendileriyle alakalı olarak yaptıkları sözleşmede, yeniden diriliş vakti için yaptıkları ticarette aldandıklarını anladıkları günü bütün bunlar ayan beyan ortaya çıkacaktır.
Herkes bu dünyada ahireti için ticaret yapmaktadır. Kar sağlayıp kazandıklarına inanan hüsran ehli, dünya hayatını, dünya hayatındaki nasiplerini ve dünyalık lezzetleri ahirete, ahirette ki nasiplerine karşılık olarak satın almışlardır. Bunun sonucunda da dünya hayatındaki güzellikleri, hoşa giden şeyleri alıp götürmüş, bunlardan haz almış, bunlara razı olmuş ve bunlarla huzur bulmuşlardır. Çaba ve gayretleri bu güzellikleri ve hoşa giden halleri kurtarmaya yönelik olmuştur.
Alım-satımlarını, ticaretlerini hep bu uğurda yapmışlar; ileride elde edilecek olan ahireti peşinen sahip olunun dünyaya; veresiye olanı peşin olana; gaib olanı hazır olana karşılık satmışlardır. İşi sağlama almanın bu olduğunu belirtmişlerdir. Bunlardan biri, bir şiirde gözünle gördüğünü al, kulağınla işittiğini bırak gitsin demiştir.
Bu dünyada halihazırda var, görünür ve peşin olan bir şeyi başka bir dünyada gaib olan şey karşılığında veresiye olarak nasıl satayım?’ diye düşünmektedirler. Ki bu tavra bir de iman zaafiyeti, şehvetin davetkar gücü, halihazırda var olana duyulan sevgi ve kendi cinsinden olan diğer insanlara benzeme çabası eklenmektedir.
İnsanların bir çoğu zararla sonuçlanan bu ticaretin içindedir. Allah Teala bu tür ticaret erbabı hakkında şöyle buyurmuştur:
▬ İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir (Bakara Süresi 86); Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir (Bakara Süresi 16)’
Teğabun günü geldiğinde bu ticarette nasıl aldanmış oldukları ortaya çıkacak ve benlikleri hüzün ve kederle yanıp kavrulacaktır.
Kazançlı çıkanlar ise fani / geçici olanı baki / kalıcı olan, değersiz olanı değerli olan, hakir olanı yüce olan karşılığında satmış kimselerdir. Onlar ‘Bu dünya hayatının başından sonuna dek değeri nedir ki. Allah Tealadan ve ahiret yurdundan nasibimizi buna karşılık satalım?’ demişlerdir. Zaten insan bu kadar kısa bir zaman içinde bu dünya hayatında elde etmiş olduğu, gerçekte anlık bir hayalden ibaret olan ve ahiret yurduna kesinlikle kıyas dahi edilemeyecek olan şey karşılığında öte dünyasını nasıl satabilir ki?
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
▬ Allah’ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden dirilip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar... (Yunus Süresi 45)
▬ Sana, kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Onu bilip nerede söyleyeceksin? Onun nihai bilgisi yalnız Rabine aittir. Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın. Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler (Naziat Süresi 42-46)
▬ Onlar vaat edildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir…. (Ahkaf Süresi 35)
▬ Allah onlara yine, yeryüzünde kaç yıl kaldınız der. Onlar, bir gün yada bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor derler. (Allah şöyle) buyurur: Sadece az bir süre kaldınız, keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız (Müminun Süresi 112-114)
▬ O günde sura üflenir ve biz o zaman günahkarları gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız. Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: Dünyada sadece on gün kaldınız. Aralarında konuştukları biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanı o zaman, bir günden fazla kalmadınız der (Taha Süresi 102-104)
Ahiret yurduna ulaşıldığında dünyanın ortaya çıkacak hakikati bundan ibarettir. Dünyada çok az bir süre kaldıklarını ve kendileri için o dünyadan başka bir yurdun, asıl hayatın ve sonsuzluk diyarı olan bir yurdun olduğunu anladıklarına bakilik yurdunu fanilik yurdu karşılığında satmış olmanın büyük bir aldanış olduğunu görmüşlerdir.
Dolayısıyla da ticaretlerini akıllı ve uyanık insanlar gibi yapmış, aklı kıt kimseler gibi aldanmamışlardır. Neticede de o Teğabun gününde, ticaretlerinde elde ettikleri kazanç ve satın aldıkları şeyin miktarı ortaya çıkmıştır.
Bu dünya hayatındaki herkes hem satıcıdır, hem müşteridir hem de tüccardır: Her insan sabah çıkıp gider. ya kendini satar, ya kendini azat eder yada helake sürükler.
▬ Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur (Tevbe Süresi 111)’
Söz konusu ticaretin bedelinin ilk ödemesi budur.
Ey iflasın eşiğinde olanlar, yapacaksanız bu ticareti yapın!
Böyle bir bedeli ödemeye muktedir olmayanlar! Bir bedel daha var, böyle bir ticarete ehil iseniz, o bedeli verin: ‘(Bu alı-verişi yapanlar) tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele (Tevbe Süresi 112);
▬ Ey iman edenler! Sizi acı bir ızdıraptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır (Saf Süresi 10-11)’
Kısacası günahlar kula böyle karlı ticaretteki nasibini unutturarak zarar eden ticaretle meşgul olmasını sağlarlar. Buda zaten kötü bir sonuç olarak, ceza olarak yeter. Allah yardım etsin.
Kaynak: İbnu’l Kayyım el-Cevziyye / ed-Dua ve’d Deva (Kalbin İlacı) / bkz: 222-227