Sûre yine öteki Mekki Süreler gibi yeminle başlıyor. Fecre, on geceye, çift ve teke, geçip gitmekte, sonu yaklaşmakta olan geceye yemin edilir. Yemin edilen bütün bu varlıkların Allah’ın ayetleri olduğuna, bu varlıkları yaratan, onlar üzerinde egemen olan, onları buyruğu altında tutanın sadece Allah olduğuna, bu varlıkların sadece Allah’a boyun büküp O’nun emirlerini yerine getirdiklerine dikkat çekilir.
İlmiyle, hikmetiyle, gücüyle, kudretiyle bütün bu varlıkları yaratan, onları hareket ettiren, onlara hükmeden Allah size hükmedemez mi? Tüm bu varlıkların hareket yasalarını koyan Allah sizin hayatınızın yasalarını bilmez mi? Sizin nasıl bir hayat programı takip edeceğinizi bilmez mi?
Hayır hayır bütün bu varlıkları yaratan Allah bunları eğlence olsun diye yaratmamıştır. Yarattığı bu varlıkların her birinin sizi de ilgilendiren görevleri, fonksiyonları vardır. Onlar Rableri tarafından kendilerine yüklenmiş olan bu görevlerini, fonksiyonlarını yerine getirmediği zaman sizin hayatınız biter.
İşte varlıklar zincirinden birisi olan sizleri de başıboş bırakmış değildir Allah. Elbette sizler için de bir yasa, bir hayat programı belirlemiş ve yaşadığınız bu hayatın sonunda elbette sizleri de o programa uyup uymadığınızdan hesaba çekecektir.
Allah sizin için belirleyip seçtiği bu hayat programını sizden önceki toplumlara yaptığı gibi elçisi vasıtasıyla size de bildirmiştir. Ve işte şu anda Rabbiniz dünyada da, ukbada da mutlu ve dengeli bir hayata ulaşmanız için sizi son elçisi aracılığıyla bu programı yaşamaya çağırıyor. Eğer Allah’ın bu davetini kabullenir ve Allah’ın istediği bir hayatı yaşarsanız kurtulursunuz. Değilse siz bilirsiniz.
Allah’ın sizden istediği bu hayatı yaşayabilirsiniz, bunu bırakıp, Allah yasalarını terk edip kendinizce bir hayat da yaşayabilirsiniz. Sonucuna kendiniz katlanmak kaydı şartıyla dilediğinizi tercih edebilirsiniz. Ama bakın size bu konuda örnekler vereyim. Bir yanlışa düşmemeniz için sizi önceden uyarayım.
Şu anda sizin Benim davetime ve elçime karşı takındığınız vurdumduymaz tavrı takınan insanlardan örnekler vereyim de onların akıbetlerine muttali olun. Böylece akıllarınızı başlarınıza alın buyurarak Rahmeti bol olan Rabbimiz Ad toplumundan, Semud toplumundan ve Firavun toplumundan örnekler verir. Kendi ayetleriyle, kendi elçileriyle savaşa tutuşmuş toplumların akıbetlerini gözler önüne serer.
Müslümanların zor günlerinde, dar günlerinde gelen bu süre bir bakıma işkenceler altında bunalmış garibanlara bir destek oluştururken, onlara tepeden bakan müşriklere de bir tehdit oluşturuyordu.
Mekke de dinlerinden döndürebilmek için kafirler bütün güçleriyle Müslümanların, garibanların üzerlerine çullanmışlardı. adeta her yönden yağan işkenceler altında bunalmış, tazyik ve terör altında inleyen mus’tazaf’lara bu süre şöyle diyordu:
Ey Müslümanlar!
Sakın üzülmeyin!
Sakın ümitlerinizi yitirmeyin! Sabredin! Yakında, hem de pek yakında gece gibi karanlık günler, zulüm ve işkence dolu günler geçecek ve zafer gelecektir. Kurtuluş gelecek ve fecir doğacaktır. Fecre ulaşacak ve mutlaka bayramı soluklayacak, zaferi kucaklayacaksınız.
Bir bakın gerinize! Ad kavmi, Semud kavmi, Firavunlar, Nemrutlar ne oldu? Zalimleri, müstekbirleri, Allah yerin dibine batırmadı mı? Onları kahredip inananları yeryüzüne varis bırakmadı mı? Tüm despotları, tüm müstekbirleri imha edip cihanın şarkında garbında inananları varis kılıp imam yapmadı mı?
Öyleyse siz de tıpkı sizden önceki müminler gibi sabredin! Tıpkı selefleriniz gibi sizler de Rabbinizin istediği gibi olma, Rabbinizin görmek istediği gibi olma konusunda dayanın, direnin, sabredin ki aynı neticeyi siz de kazanın diye onlara müjdelerde bulunurken, onlara zulmederek Adlaşan, Semudlaşan, Firavunlaşan Mekke müşriklerine de şöyle bir tehditte bulunuyordu:
Ey kafirler, ey zalimler sizler de seleflerinizin akıbetine hazır olun. Sizler de adım adım onların sonlarına yaklaşıyor olduğunuzun farkına varın buyurarak müminlere bir destek, kafirlere de bir tehdit oluşturuyor Rabbimiz.
Daha sonra sürede izzet ve şerefin Allah’ta, Allah’a kullukta olduğu vurgulanır. İnsanın bu konudaki sapması düzeltilir. İzzet ve şerefi Allah dışında, Allah’a kulluk dışında, Allah dininin dışında malda, makamda, servet ve samanda görerek mal mülk sahibi olmayı, makam mansıp sahibi olmayı izzet ve şeref sahibi olmak, imtihanı kazanmış olmak zannedenlerin, bunlardan mahrum olmanın da şerefsizlik ve imtihanı kaybetmişlik olduğunu zannedenlerin aldanmışlığı anlatılır.
Bunların her ikisinin de imtihan olduğu, Rabbimizin bazen vererek, bazen de alarak imtihan ettiği ortaya konur. Daha sonra böyle vahiy bilgisinden mahrum oldukları için yanlış kıstaslar kabullenmiş, yanlış değerlendirişler içine düşmüş insanların yarın hesap kitap dönemi pişman olacakları, dizlerini döverek keşke dünyada Rabbim tarafından bana verilenleri kendimin zannederek, kendimden zannederek onlara güvenmeseydim.
Keşke onlarla ilişkimi Rabbimin istediği biçimde ayarlayıp, onları Rabbimin istediği yerlerde harcayıp da bugünüm için hazırlıkta bulunsaydım diye hasret ve pişmanlık duyacakları anlatılır.
En sonunda da Rabbimiz razı olduklarını ve razı edeceklerini anlatır. Kitap ve sünnetle kalpleri mutmain olmuş, Allah’ın kendilerine gönderdiği hayat programına kalpleri yatışıp teslim olmuş kullarını razı etmek üzere cennetine koyacağını ortaya koyuverir.
Sürenin ayetleri üzerinde yapacağımız kısa bir gezintiden sonra inşallah ayetleri tanımaya başlayalım.
Süre yeminle başlıyor ve;
“Andolsun fecre (tan yerinin ağarmasına), on geceye, çifte ve teke, yürüyüp gitmeye yüz tutan geceye. Bunda (bu anılan şeylerde) akıl sahibi için bir yemin var, değil mi? (Fecr Süresi 1-5 ayetler)
Bu ayetlerin tefsiri hakkında ve özellikle “çift” ve “tek” kelimeleri için birçok görüş ileri sürülmüştür. Üzerine yemin edilen dört şeyin, Mekkeli kafirlerin ahiretin ceza ve mükafatını inkarlarıyla ilgisi vardır. “Ondan kastedilen, ayın otuz gecesinin her on gecesi; “çift” ve “tek”ten murad ise, kainatın bütün unsurlarını kapsar.
Günlerin devri, gece ile gündüz, aynı günlerinin tarihi olabilir. “Fecr“, tan yerinin ağarması; “geçen gece”, güneşin çıkmasıyla batmak üzere olan karanlıktır. Bu dört şey, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın hikmetinin en güzel delilleridir.
Allah, bu ayetlerde fecr vaktine, ayın farklı durumlar aldığı gecelere yemin etmekte, böylece bu vakitlere dikkat çekmektedir. Başka yerlerde de gündüze ve gündüzün çeşitli kısımlarına, kuşluk vaktine, -ikindi vaktine- yemin etmektedir. Böylece zaman dilimlerinin tamamına dikkat çekilmiş olmaktadır.
Zaman, bütün olaylar için kaçınılmaz bir unsurdur. Geçmiş olayların hepsi zaman içerisinde akıp gitmiştir.
Geçen bir anı geri getirmek, hiç bir yaratığın imkanı dahilinde değildir. İnsanoğlu, olayların geçtiği mekan unsurunun farkındadır ama zamanın akıp gidişini çoğu zaman hesaba katmamakta, onu hatırlamamaktadır. Oysa her geçen an, insanın ömründen geçmektedir; ömrünü eksiltmektedir. Ve akıp giden zaman içinde ne büyük olaylar gelip geçmiştir:
“Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad ‘ (kavmine)? Yüksek sütunlarla dolu İrem’e? Ki şehirler arasında onun eşi yaratılmamıştı. Vadide kayaları oyan Semud (kavmine)? Ve kazıklar sahibi Firavuna ? (Kazıkları çakıp ordusuna çadırlar kurduğu veya insanları kazığa vurarak, işkence ettiği için Firavun, bu sıfatları almıştır). Bunlar, ülkelerde azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi. Bu yüzden Rabbin, onların üzerine azap kırbacını yağdırdı. Elbette Rabbin gözetleme yerindedir” (Fecr Ssüresi 6-14)
Gece ve gündüzün nizamı, ceza ve mükafatın varlığına delil gösterildikten sonra, onun muhakkak gerçekleşeceğini belirtmek için insanlık tarihinden delil getirilmektedir. Ahirete iman etmeyenlerin akıbetine bir kaç misal zikredilmektedir.
Ad kavmi, Hud peygamberi yalanlamıştı. Ad Kavmine İrem denilir. Bunlar Sami ırkından Hz. Nuh’un oğlu İrem’den gelmişlerdi. Onların bir kolu da Semud’dur. Ad kavmi, yüksek binalar inşa eden bir kavimdi ve yeryüzünde büyüklük taslayanlardandı. Dünyada eşi olmayan benzersiz, şanlı, güçlü bir milletti. Dağları yontarak evler yapmışlardı.
Firavun da muhteşem ehramlar yaptırmıştı. Onlar, asırlardır yeryüzünde kazık gibi durmaktadır. Firavun da haddi aşanlardan, defalarca ilahi davet kendisine iletilmesine rağmen bile bile büyüklenen, hatta kendini tanrı ilan eden bir sapık ve azgındı.
Ad kavmi ile Firavun ve hanedanı insanlara çok kötülük ettikleri ve hidayetten saptıkları için Allah’ın azabı onlara hak olmuştu. Bu azapla helak oldular. Onlar, Allah’ın kâinatın hâkimi ve gözetleyicisi olduğunu bilmezlikten geliyorlardı, gafildiler, fesat ve fitne çıkarıyorlardı kendi kendilerine zulmediyorlardı, bile bile azabı çağırıyorlardı. Şımardılar, Allah’ı unuttular, ayetleri bile bile inkar ettiler: Helak olmaları da bu azgınlığından kaynakladı.
Geçen zaman, gece karanlığı gibi bu büyük olayları örtmüştür. Ama aklı olan, bunları hatırlamalı ve onlardan ibret almalıdır. Gündüz işlenmiş olsun, gece işlenmiş olsun, Rab Teala yapılan şeylerin hepsinden haberdardır. Zulmedip yeryüzünde fesat çıkaranların uğrayacağı akıbet , yukarıdaki ayetlerde anlatılanların akıbeti gibi olacaktır. Ne var ki insanların çoğu bundan gaflet içindedir:
“Fakat insan böyledir; Rabbi, ne zaman kendisini imtihan edip ona ikramda bulunursa, ona nimet verirse: Rabbim bana ikram etti der. Ama Rabbi, onu imtihan edip rızkını daraltırsa: Rabbim beni küçük düşürdü (perişan etti) der. Hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yemek vermeğe (birbirinizi) teşvik etmiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz” (Fecr Süresi 15-20)
Mal, mülk insan için bir imtihandır. Şeref ve zilletin ölçüsü daima mal, para, mülk olmuştur. Oysa Allah, insanları şükürde veya nankörlükte, sabırda, isyanda, masiyet ve itaatte dener. Asıl olan iyiliktir.
Gözünü mal hırsı bürümüş kötü ahlaklı kişiler, yetimin malını yerler, yoksulu doyurmazlar. Kendileri yedirmedikleri gibi, başkalarını da teşvik etmezler. Mirası hakça değil, zorbalıkla ele geçirirler; helal-haram, hak-batıl olup olmadığına bakmazlar. Bu ayetlerde insanların mala düşkünlüğü anlatılıyor. Aslında malın azlığı da, çokluğu da insan için bir imtihan vesilesidir.
Malı kullanma hususunda da Allah’ın kendisini gözetlediğini insan bilmelidir. O halde akıl sahibine yaraşan, mal ve dünyaya olan bu aşırı tutkudan vazgeçmektir. Çünkü bir gün gelecek, malı kendisine fayda vermeyecektir
“Hayır, (bu yaptığınız doğru değildir). Yer çarpılıp parçalandığı zaman, melekler sıra sıra olduğu halde, Rabbin geldiği zaman. Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insanlar anlar, ama artık anlamının kendilerine ne faydası var? (O zaman insan): Ah, keşke ben, bu hayatım için (iyi işler yapıp) gönderseydim der. O gün Allah’ın (vereceği) azabı hiç kimse veremez. Onun (vuracağı) bağı kimse vuramaz; Ey, huzura eren nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön! (iyi) kulların arasına gir! Cennetime gir!”(21-30).
Mala açgözlülüğünüz, dünya hayatına dalmışlığınız, size hesap gününü unutturur. Yaptıklarınız karşılıksız mı kalacak sanıyorsunuz? Hesap günü, yaptıklarınızdan dolayı pişman olacaksınız, ama iş işten geçmiş olacak. Resullere uymamakla ne büyük hata ettiğinizi anlayacaksınız, ancak artık cehennem size hak olmuştur. Oysa bakın, iyi kullarıma da ben cenneti vadetmiştim, Onlar, inanıp iyi amellerde bulundular; hak dine iman edip, yalnız bana ibadet ettiler; tam bir kalp itminanıyla bana bağlandılar; benim rahmetimi umdular. İşte, onları cennetime koymam haktır..