Çocukta Allah Duygusunun Varlığı: Din duygusu, kökleri ve kaynakları itibariyle insan fıtratına bağlı deruni bir heyecan ve duygudur. Antropolojik araştırmalar, insanoğlunun hiçbir devirde dinsiz yaşamadığını, hak veya batıl mutlaka bir dine sahip olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu duygunun insan yavrusu olan çocukta da bulunması gayet tabiidir.
Çocukta, kendiliğinden, içten gelen dini bir duygunun var olduğu ve çocuğun kalıtım bakımından dine meyyal (religious) sayıldığı bugün psikolojik bir realitedir. Son zamanlarda yapılan din psikolojisi araştırmaları da, çocuğun ruhen dine yabancı olmadığını, bilakis onun da kendine göre bir dini inanca sahip olduğunu ispatlamıştır. Aynı şekilde pedagojik tecrübeler de çocukta büyük bir dini potansiyelin varlığını ortaya koymuştur.
Batıda yapılan araştırmalarda, pedagog filozof J. Rousseau’nun, “çocuğun dine karşı yabancı olduğu, dolayısıyla ona dini bilgiler verilmesinin yanlış ola- cağı ve ancak 12-13 yaşlarından sonra, çocuk isterse eğer ona dinden bahsetmek gerektiği” şeklindeki görüşünün etkilerini görmek mümkündür. Nitekim bu görüşün bir uzantısı ülkemizde de varlığını hissettirmiş ve yıllarca öğretmen okullarında okutulan ve daha ziyade batılı pedagogların eserlerinden tercüme edilen çocuk psikolojisi kaynaklarında ya çocuktaki din duygusundan hiç bahsedilmemiş ya da pek az söz edilerek böylesine önemli bir konu geçiştirilmiştir.
Ancak son zamanlarda bazı batılı psikologlar, tarafsız ve önyargıdan uzak bir şekilde yaptıkları araştırmalar sonucunda, dinin çocuğun ruhuna seslendiği ve onun ruhsal yapısına tamamen uygun bir nitelik arz ettiği görüşünde birleşmişlerdir. Şimdi bu psikologlardan bazılarının görüşlerine yer vereceğiz
Dini inancın tohumları hiç şüphesiz insanın ruhunda ve benliğinde bulunmaktadır. Nasıl insanlık daha ilkel basamakta iken bir dini tasavvur ve duygulara sahip idiyse, o zamandan bu zamana kadar çocuğun ruhi ve manevi gelişmesi nesillerden nesillere sürüp gelen bir gelişmenin devamıdır
Bu düşüncede olan diğer batılı pedagoglann ortak düşüncesine göre çocuğun dini inancında içten gelen, tabii, içgüdüsel ve duygusal bağlanma temayülü rol oynamaktadır. Onların, doğal dinsel işlev; dini eğilim ve duygu, dini inanç tohumları; insiyaki temayül, dini potansiyel adını verdikleri kavramları, İslam inancındaki fıtrat prensibiyle bütünleştirmek mümkündür.
Batılı psikolog ve pedagogların birçok araştırmalar sonucunda ulaştıkları bu sonucu yüzyıllar önce İslam Peygamberi fıtrat kavramıyla ortaya koymuştu. Şimdi bu konuya değinmek istiyoruz.
Elmalılı M. Hamdi Yazır yukarıda ilk olarak zikrettiğimiz ayetin tefsirinde “İnsanın, insan ruh ve zekasının aslı, fıtratı, hakkı tanımak ve hak yaratandan başkasına kul olmamak içindir. Her ferdin ruhuna bir hak duygusu ve Allah’ı bilme gücü yerleştirilmiştir. Ruh insana, Allah’ı duyması, O’na uyması, kendini ve Allah’ı tanıması ve itaat etmesi için verilmiştir” demektedir.
Ayrıca Yazır, bu duygunun tesiriyle, başları sıkıştığı zaman en azılı kafirlerin bile derinden derine, Yaradan’a karşı bir iltica hissi duyduklarını da eklemektedir. Nitekim konuyla ilgili bir ayette söyle buyrulmaktadır:
Burada Hz. Peygamber’in fıtrat kavramını konu alan hadislerinden bir kez daha bahsetmek istiyoruz. Hadis kaynaklarında değişik varyantlarla rivayet edilen bu hadislerin ortak manasını şu şekilde bütünleştirmek mümkündür.
Bu ifadeler aynı zamanda inancın teşekkülünde rol oynayan iç ve dış faktörleri de açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hadislerde geçen fıtrat kelimesi, lügatta, “Allah’ın, mahlukatı, kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal üzere yaratması” anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak fıtrat, insanın doğuştan, tabii olarak Allah’a inanmaya yetenekli ve dini inancı kabullenmeye elverişli bir yaratılışta olduğu anlamına gelmektedir. Zira çocuk, iyiliğe ve doğruluğa elverişli olduğu gibi, kötülüğe ve yanlışa inanmaya da yetenekli bir yaratılışa sahiptir
Çocuk ruhen, zihni ve manevi değişimlere uğrar. Bu iyiden kötüye doğru gelişebileceği gibi, kötüden iyiye ve hayra doğru da gelişebilir. İşte burada, çevrenin çocuk üzerindeki müspet veya menfi tesiri söz konusudur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) de, fıtrat ile ilgili hadislerinin hepsinde, “…..sonra ana-babası onu Hristiyan, yahudi veya mecusi yapar, eğer ana-babası Müslüman iseler çocuk da Müslüman olur” buyurarak burada en önemli faktörün, çocuğa en yakın çevresini oluşturan ana-baba olduğuna dikkat çekmektedir.
Gazali, ruhun yaratılışı itibariyle gerçekleri kabullenmeye yetenekli olduğuna ve Allah’ı bulup kavrayacak gücün de onda bulunduğuna inanmaktadır. Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz ki, çocuk dine yabancı değildir. Aksine onun içinde dine karşı bir eğilim vardır ve çocuk inanmaya yeteneklidir. Şüphelenmeden itiraz etmeden bütün anlatılanlara inanır. Yeter ki bu ihtiyacı anne-babası tarafından sağlıklı bir şekilde karşılansın.
Kaynak: Prof. Dr. M. Emin Ay / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 199-202