Çocuk psikolojisi üzerinde yapılan birçok araştırma, çocuğun kişiliğinin temel özelliklerinin ilk yıllarda oluştuğunu ortaya koymuştur. Hayatın diğer dönemlerini de büyük ölçüde etkileyen bu özellikler, günümüzde eğitimcilerin ilgisini ilkokul öncesi döneme yöneltmiştir.
İnsanın çocukluğunda aldığı dini telkinlerin, hayatı boyunca onda derin tesirler bıraktığı bugün artık inkar edilemez bir gerçektir. Çünkü çocuğun tertemiz ve saf zihninde yer eden dini telkinler uzun yıllar geçse de unutulmamakta ve zamanı gelince kendini göstermektedir.
Yazar Mehmet Kaplan konuyla ilgili bir hatırasında, yedek subaylık yaptıkları askerlik yıllarında talim yaparlarken lise ve üniversite mezunu gençlerin, sahipsiz bahçelere sorumsuzca ve sürüler halinde hücum edip, haram malı güle kapışa yediklerinden bahsederek şöyle denilmektedir:
İlk yılların bu derece önemli oluşunun bir başka sebebi çocuktaki dini duygunun da bu yaşlarda ortaya çıkması ve uygun bir tarzda eğitilmesi gerektiğindendir. Çünkü dini duyguları uyanan çocuğa verilen eğitim biçimi, daha sonraki yıllarda onun inanç, tutum ve davranışlarını da etkilemektedir.
Öte yandan çocukluk dönemini geride bırakarak buluğ çağına girdikten sonra onun bütün dini inancını ve ibadetlerini terk etmesinde de çocukluk yıllarında aldığı eğitim tarzı büyük rol oynamaktadır. Pek çoğumuz çevremizde, çocukluk yıllarındayken ibadetlere düşkün olan bazı çocukların, buluğ çağının dalgalı ve bunalımlı dönemleriyle birlikte ibadetlerini terk ettiklerine şahit olmuşuzdur.
Demek ki çocukluk çağı öylesine bir öneme haizdir ki, değerlendirildiği takdirde kişiyi bütün bir ömür boyu mutluluk kazandırmakta, aksi durumlarda ise, ergenlik çağından itibaren dini değerlerden kopmaya sebep olmaktadır.
O halde şu soruyla karşı karşıya geliyoruz:
“Çocuklarımıza nasıl bir din eğitimi verelim ki, onlara hem dünya mutluluğu hem de ahiret saadeti kazandıralım.”
İşte bu yazı dizimizde, yukarıdaki sorulara cevap aramak maksadıyla konuyu birkaç yönden ele alacağız Çocukların din eğitiminde ailenin öneminden başlayarak çocuktaki dini duygunun varlığına değinecek ve sonunda ailede verilmesi. gereken din eğiliminde dikkat edilmesi gereken prensipleri, Kur’an ve sünnetin ışığında, İslam ve batı eğitimcilerinin görüşlerine de yer vererek ele almaya çalışacağız
İnsanın doğduğu zaman zayıf ve yardıma muhtaç oluşundan bahseden “Allah sizi zayıf kimseler olarak yaratmıştır (1)” mealindeki ayet bugünün pedagoji ve psikoloji bilimlerince de kabul edilen “insan yavrusunun bakılmaya ve korunmaya muhtaç oluşuna” işaret etmektedir.
Ona bu bakımı, koruma ve şefkati sunacak olan yegane müessese aile ocağıdır. Yapılan birçok araştırmalar sonucunda, çocuğu insan olmak yolunda ilk yönlendiren, ona mensubu bulunduğu kültürel değerleri kazandıran tek sosyal kurumun aile olduğu ortaya çıkmıştır.
Aynı şekilde, psikolog ve sosyologlarca, aile ile din arasındakı bağların varlığı tespit edilmiş ve dini formasyonun kazanılmasındaki faktörler aile, kişiye ait fikirler ve okul (eğitim) olarak sıralanmıştır. Çünkü özellikle okul öncesi dönemde çocuk kendini özdeş tutacağı model olarak anne ve babasını alır. Onların değer yargılarını örnek olarak benimser, hareketlerini, konuşma ve davranışlarını taklit etmeye uğraşır.
Bir başka deyişle, çocuk, dış dünyayı anne ve babasının gözlüğü aracılığıyla görmeye çalışır. Çünkü çocuk bir modele, bir örneğe muhtaçtır ve o sosyal ve dini tutumlarını geniş ölçüde aile içinde anne ve babasının konuşma ve davranış modellerinden elde etmektedir.
Bu örnek veya model çocuğun ruhuna işlemekte, duygularına tesir etmekte ve onu belli bir yöne çevirmektedir. Böylece çocuk, sahip olduğu taklit özelliğiyle, güvendiği ve aynı zamanda etkisinde kaldığı anne ve babasını kopya etmeye çalışmaktadır.
Öte yandan çocukların, anne babalarının deruni davranışlarını ve manevi duygularını hissettikleri ve bundan da oldukça etkilendikleri bilinmektedir. Yeri gelmişken Ömer Seyfettin‘in “İlk Namaz” adlı eserinden, kendisine namaz kılmayı tarif eden annesinin namaz sonrasındaki halini, yine onun anlatımından dinleyelim:
Sahip olduğu dini duygunun varlığıyla inanmaya meyilli ve meraklı olan çocuğun, sağlıklı ve dengeli bir biçimde ilgi görmesi gerekmektedir. Bunun da ilk olarak pratikleştiği ve değer kazandığı yer aile olmakta ve dini prensiplerin yaşandığı bir ailede yaşayan çocukta, dini kavramları daha erken ortaya çıktığı gözlenmektedir.
Dolayısıyla ailenin çocuğun dini uyanışı ve gelişimine bir zemin oluşturduğu da ortaya çıkmaktadır. Zaten psikologlar, çocuk dindarlığının gelişmesinde yetişkinlerin önemli etkilerini tespit ederek neticede dini uyanışı yetişkinlerin teşvik, destek ve etkilerine bağlamaktadır.
O halde çocuk dindarlığını uyanması ve gelişmesinde bir takım sosyal ve kültürel faktörler rol oynamakta ve bunların başında da aile gelmektedir. Çünkü çocuğun ilk dini tecrübeyi de burada yaşadığı bir gerçektir.”
Buraya kadar edinilen bilgiler ışığında denilebilir ki aile ilk yıllarda çocuğun her yönden gelişmesi hususunda tek sorumlu sayılır ve çocuk küçük yaşlardan itibaren aile içinde “dindar” ya da “dine karşı ilgisiz” olmaya başlar.
Çocuğun din eğitiminde ailenin önemini sosyal psikolojik yönden ifade eden bu bilgilerden sonra, konuya bir de İslam eğitiminin kaynakları olan Kur’an ve sünnet açısından yaklaşmak istiyoruz.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı, cehennem ateşinden. koruyunuz” mealindeki Tahrim Süresinin 6. ayetiyle, ailenin eğitimi, bakımı, korunması, kollanması… vb. hususlarda aile reislerine önemli bir görev yüklenmiştir.
Tabiatıyla bu görevin ifasında, aile. reisi olan babanın, en yakın yardımcısı da anne olacaktır. Burada Hz. Peygamber’in (s.a.v) fıtratla ilgili hadisini bir kez daha hatırlamak istiyoruz. Hadisin çeşitli rivayetlerinden biri olan ve Müslim’de yer alan ifade şekli, bugüne kadar bu hadisin ele alınış tarzından daha farklı ve daha önemli bir mesaj vermektedir.
Zira bilinen fıtrat hadisleri genellikle “Doğan her çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu yahudileştirir veya hristiyanlaştırır” şeklindedir. Oysa yer alan ifade aynen şöyledir:
İşte bu hadiste anne babadan oluşan aile müessesesinin etkisi pek bariz bir şekilde ortaya konulmakta ve ailenin çocuk üzerinde, İslam dinini kabullenmeye yatkın bir şekilde yaratılmış olmasına rağmen onu yahudileştirecek, hıristiyanlaştıracak kadar söz sahibi olduğu vurgulanmaktadır.
Hz. Peygamber’in bu veciz ifadesi sosyal bilimlerin ortaya koyduğu gerçeklerle daha iyi anlaşılacaktır. Zira burada hem irsi bir faktör olan fıtrat kavramından, hem de çocuğu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten çevre faktöründen bahsedilmektedir.
Bir muallim olarak gönderildiğini ifade eden Hz. Peygamber (s.a.v) çocukların eğitiminden anne-babayı sorumlu tutmuştur.” Yine Hz. Peygamber. “Çocuklarınız yedi yaşına ulaştıklarında onlara namaz kılmasını öğretiniz” ifadesiyle ibadetlerle ilgili bilgilerin de çocuğa anne-baba tarafından verilmesini tavsiye etmiştir.
Öte yandan, çocuğa uygun bir isim ve güzel bir ter- biye verilmesinin çocuğun anne babası üzerindeki haklarından biri olduğu yine Hz. Peygamber tarafından beyan edilmiştir.”
İslam bilginleri de, baba olmadığı takdirde dede, anne, vs. kim çocuğa bakmayı üzerine almışsa ona; hiçbirinin bulunmadığı hallerde ise, devlet başkanı- na devrederek, çocuğu eğitimsiz bırakmamanın ve çocuk eğitime elverişli bir çağa ulaşınca, Allah, Peygamber ve diğer dini bilgileri ona öğretmenin vacib olduğunu bildirmişlerdir.”
Bu konuda İmam Gazzali’nin şu görüşünü aktarmakla yetiniyoruz.
Gerek İslam eğitim sisteminin temel kaynakları olan ayet ve hadisler, gerekse egitimcilerin görüşleri sonucunda denilebilir ki, çocukluk dönemi, insan için karakterin şekillendiği, dini duygunun uyandığı ve anne-babanın vereceği eğitimle yönlendirildiği, önemli bir zaman dilimidir. İşte bu dönemin zorlukları ancak inançlı ve şuurlu anne babalar vasıtasıyla aşılabilir.
Kaynak: Prof Dr M. Emin Ay / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 155-158
(1-Rum Süresi 54)