Bu anlamıyla cin, tarihten günümüze bütün toplumlarda kabul edilmiş, dış gerçekliği olan bir varlık olarak algılanmış ve inanılmıştır.
İnsan ve melek haricinde üçüncü bir varlık türü olarak da anlaşılagelmiştir. Esasen cin kelimesi, melekleri de kapsayacak şekilde insan türünün karşıtı, görünmez varlıklar için kullanılan bir genel bir addır.
Tarihte Asurlular, Çinliler, Yunanlılar, Türkler, Babilliler, Eski Mısırlılar, Slavlar ve Araplar tarafından aralarında küçük farklar olsa da cin anlayışı aşağı yukarı hep aynı olmuştur. Bu kültür ve inanışlarda cin;
Görünmeyen,delilik, sara gibi hastalıkları yapan, insanları çeşitli şekillerde taciz eden, korkunç rüyalar görmelerine sebep olan, canavar, ejderha ve yılan şekillerinde insanlara görünen, onları bedeni ve zihni arızalara uğratan, fenalığa iten, sıkıntı ve ölüm getiren varlıklar şeklinde zikredilebilir.
Hatta bu kültürlerde, hayvanlara bile hastalık ve bedeni zarar veren bu varlıklardan ve etkilerinden korunmak için büyü, tılsım, muska, efsun ve tütsüler yaptırmak gerektiğine inanılır. Bazı okuma ve üfleme önlemleriyle cinlerden korunma yolları aranır.
Birçok zihni ve bedeni hastalıkların sebebi olarak da görülen cinlerin, dağlarda, ormanlarda, çaylarda, ırmak kenarlarında, mağaralarda , harabelerde ve mezarlıklarda yaşadığı kabul edilir. Et yedikleri ve kan içtikleri, bazı hayvan pisliklerinden beslendikleri, tuvalet ve mutfak artıklarının bulunduğu yerlerde barındıkları ifade edilir.
Bu varlıklardan koruyacak kişi veya kişilerse her kültür ve inanışın din adamları, şamarları, papazları olmuştur. İslam öncesi Yahudi ve Hristiyan dinlerinde de hemen hemen aynı inanç ve anlayışların paylaşıldığı görülmekle birlikte, bütün ruhani ve manevi varlıkların Tanrı’nın kontrolünde olduğuna inanılır. Yine de bu dinlerdeki inanışa göre cinler insanların içine girerler, bedeni ve mali zararlar verip Allah’ın yolundan saptırırlar.
Bu sebepten cinlerin, putperestlerin tanrıları olduğu inancı yaygındır. Cinler, talihsizlik, felaket, sel, deprem, ferdi ıstırap ve ölüm sebebidirler. Bu anlayışın bir neticesi olarak ;
Bu dinlerin yaygın olduğu coğrafyalarda cin çıkarma, şanssızlığı ortadan kaldırma ve cadı avına çıkma gibi seans ve etkinlikler, bir yaşam tarzı haline dönüşmüştür. Cinler, insan bedeninden tanrının adını anmak suretiyle çıkarılabilir diye inanılır.
Cin kelimesi, tartışma götürmez bir açıklıkla Kur’an da yer aldığı için inanılması zorunlu bir itikat ilkesidir. İnkarı küfrü gerektirir.
Mahiyetleri konusunda tartışmalar olmakla birlikte cinlerin, yakıcı ve her şeye nüfuz edici ateşten (Me’aric, nar-ı semum) yaratıldıkları, Allah’a kullukla yükümlü oldukları, ayrı bir varlık olmaları dolayısıyla kısa zamanda çok uzun mesafe aldıkları, insanları gördükleri, evlenip çocuk sahibi oldukları, insanlara nispetle daha güçlü oldukları gibi özelliklerinin bulunduğu kabul edilir.
Temel dini kaynaklarda ateşten yaratıldıklarının haricinde bilgi mevcut değildir. Mahiyetleri bilinmediği için ruhani veya cismani oldukları tartışma konusudur. Cinlerin de insanlar gibi mümin ve kafir, iyi ve kötüsü vardır. Kendilerine peygamber gönderilir. Son Peygamber Hz Muhammed (s.a.v) cinlere de gönderildiği için ‘insan ve cin topluluğunun elçisi (Resulu’s-sakaleyn) unvanını almıştır.
Kur’an-ı Kerim, cinlerin Kur’an tilaveti dinleyip mümin olduklarını, cin şeytanları olduğunu cahiliye Araplarının onların birtakım tanrısal niteliklerle donanımlı olduklarını zannettiklerini haber verir. Kur’an da yer alan 72. süre Cin Süresi adını taşır ve toplam 22 ayettir.
Hz Peygamber’in bazı hadislerinde de cinlerin insanlara etki edebileceği ifade edilir ve bu gibi durumlardan korunmak için Felak ve Nas süreleriyle Bakara Süresinden bazı ayetlerin okunması tavsiye edilir.
İslam bilginleri genelde, cinlerin etkisinden kurtulmak için Kur’an okumanın yeterli olduğunu, ayrıca büyü ve tılsım gibi yollara başvurmamak gerektiğini vurgulamışlardır.
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı / İslam’a Giriş Gençliğin İslam Bilgisi / bkz: 252-254