“Hayatla aranızdaki uçurumlara dikkat çekerdim hep. Ne yazık ki aranızdaki uçurumlar kendini hiddettirmeye başladı evlat. Bak, artık buraya bile huzurlu bir gönülle gelemiyorsun. Senin içinde sürekli bir sıkıntı vardı. Neşeli gözüksen bile ben onu senin gözlerinden okuyorum.
Daha önce de söylemiştim sana kuralsız bir duruşun vardı hayata karşı ve bu halin sürekli bunaltıyordu seni. Sen arkadaşlarından daha zeki ve bana göre daha farklıydın. İşte o zekayı yerinde kullanamayışının ve ayaklarını yere basamayışının yorgunluğunu çekiyorsun şuan.
Şimdi, Bana neden anlatıyorsun ki bunları? diyebilirsin. Şunu istiyorum senden: Kendini sorgula! Neler yaptığını, hayatın neye yaradığını, neden yaratıldığını, düşlerini, o gittikçe hacmini genişleten kainatın bozulmayan sistemini, istersen her şeyin nasıl yoktan var oluşunu ve onların kim tarafından ve nasıl yöneltildiğini araştır!
Kendini ara. O mesafeler tanımayan hülyalarını, emellerini, böyle neyin nesi olduğunu sorgulamalısın biraz. Manevi ve bedensel hazların, arzuların, sevdaların nasıl şeyler olduğunu anlamaya çalış.
Kendi bedeninde sana sormadan işleyen organlarını, elle tutulup gözle görülmeyen hislerin, duyguların, sevinç ve kederlerin, hırs ve ihtirasların hatta sevgi ve nefretlerin merkezlerinin bedeninin neresinde olduğunu araştır.
Kendini bulmak, kendini yaşamak istiyorsan mutlaka araştırmalısın bunların merkezini.
Bulamıyorsan üzülmeyeceksin, O’nun yüce sanatıdır deyip sanatkara teslim olacaksın. Niçin duygulanır da ağlar insan, hiç düşünüp kendine sorduğun oldu mu bunu? Neden öfkelenir, neden sevinir, niçin isyan eder, hangi organ yapar bunu, aşkların, sevgilerin, nefretlerin bedende bulunduğu merkez neresidir?
Aslında her insan, gün geçtikçe içinde büyüyen bir boşluğun farkında olarak yaşar. O boşluğu beynimize işleyen ilahi nakışların bize seslenişlerinden duyarız onu. Lakin bir yanda maneviyat, öte yanda nefsin çağırdığı süslenmiş uçurumlar.
Tabi ki zaaflarımız bize manevi hazları sırtımızda gittikçe ağırlaşan bir yük gibi göstermeye başlayınca hayatımızı boşa harcıyor olmanın vehmine kapılarak, maneviyatı ehemmiyetsiz bir şeymiş gibi bir kenara bırakır, gönlümüzü rahatlatmaya çalışırız. Bizden kendimize dönmemizi isteyen iç sesleri bastırmaya ve umursamamaya zorlarız kendimizi.
İçindeki ve dışındaki yürüyüşlerdir hayatı yazan. Çift kişilik taşır her insan. Dış dünyasına yansıyan söylemleriyle, hareketleriyle sergilediği kişilik onun asıl kişiliği sayılmaz. İç dünyasını şekillendiren terkipleriyle bilemediğimiz, bize yansımayan gizemleri biçimlendirir kişinin asıl kimliğini. Kişi hayata gerçek duruşunu beyninde saklı tutar. Biz onun beynini okuyamadığımız için sözlerine, gözlerine ve beden diline bakarak tanımaya çalışırız.
Kaynak: Ahmed Günbay Yıldız