Bu ayette konu iki kısma ayrılmış; bir üçüncüsü yok:
Ya Allah ile Resulüne ve Resulün Allah’tan getirdiğine icabet etmek ya da hevaya tabi olmak. Dolayısıyla Resulüllah’ın getirmediği her şey hevadan ibarettir.
Allah Teala bir başka ayette “ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık Ancak insanlar arasında hak ile hüküm ver Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır (Sad 26) buyurmuştur.
Dolayısıyla Allah Teala insanlar arasında hüküm verme yöntemini, Allah’ın Resulüne indirdiği vahiy olan “Hakk” ve buna aykırı olan “Heva” olmak üzere iki kısımda mütalaa etmiştir. Keza Allah Teala, Hz Peygamber’e hitaben de şöyle buyurdu:
“Sonra (Ey Muhammed) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma. Çünkü onlar Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Şüphesiz zalimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise muttakilerin dostudur”
Bu ayette de, konuyu, Allah tarafından olan, uygulanmasını kendisine ve ümmetine emrettiği vahiy ile bilmeyenlerin arzuları olan hevaya ittiba şeklinde iki kısmıda değerlendirdi. Birincisini emretti, ikincisini ise yasakladı.
Bir diğer ayet-i kerimede Allah Teala;
“(Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O’ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz (A’raf 3)” buyurmuştur.
Bu ayette Allah özellikle indirilene tabi olmayı emretmiş, başkasına uyanları ise, kendisinden başkasını dost edinenler olarak kabul etmiştir. Bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer her hangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir (Nisa 59)”
Bu ayet-i kerimede Allah Teala kendisine ve Resulüne itaati emretmektedir. İtaat emrini tekrarlaması ise, Allah’ın Kitabına özel olarak arz etme ihtiyacı duymadan, müstakil olarak Peygambere itaat edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Resulüllah emrettiği zaman, verdiği emir Kur’an-ı Kerim’de geçsin ya da geçmesin mutlak bu emre itaat edilmesi gerekir. Çünkü ona, Kur’an ve Kur’an’ın misli verilmiştir.
Ancak idarecilere itaati müstakil olarak emretmemiş, itaat fiilini hazfederek, onlara itaati, Resule itaatin kapsamında değerlendirmiştir. Bununla da, onlara itaatin Peygambere itaate bağlı olduğunu bildirmiş, böylece Peygambere itaati emredene itaat edilmesi, ona aykırı emirler verenlere ise itaat edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Dolayısıyla Resulün getirdiğine aykırı verilen emirler ne dinlenir ne de bunlara itaat edilir. Nitekim sahih hadiste Resıl-i Ekrem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
İdareciler ile ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
Resulüllah (s.a.v), idarecileri emrettiği zaman ateşe gireceklerin durumu hakkında şöyle buyurmuştur.
Aslında onlar, oraya, idarecilerine itaatin kendilerine vacip olduğunu zannederek girmişlerdir. Ne var ki onlar içtihatta kusurlu davranmışlardır. Çünkü Allah’a isyanı emreden birisine itaat etmede acele etmişler, Resul-i Ekrem’in amire itaat konusundaki umumi emrini, onun maksadının dışında bir manaya yorumlamışlardır. Halbuki dini emirler, onun maksadının bunun aksine olduğunu ortaya koymaktadır.
Dini konulardaki yorumlarda yeterli ihtimamı göstermemekle kendilerini azap ve helaka sürüklemiş oldular. Çünkü onlar, yaptıkları bu işin Allah ve Resulüne itaat olup olmadığını araştırıp kesinleştirmediler.
İçtihat eksikliğinin sonucu böyle olunca, Allah’ın Peygamberini gönderiş amacı olan açık emirlere muhalefet ederek amirlerine itaat edenlerin hali nice olur? Şurası da unutulmamalı ki, Allah Teala müminlere, kendi aralarındaki ihtilaflı konuları Allah’a ve Resulüne havale etmelerini “eğer iman etmiş iseler” ifadesiyle emretmiştir. Onlara, bunun hem dünyada hem ahirette kendileri için en hayırlı sonucu vereceğini de haber vermiştir.
Kaynak: İbn Kayyım el-Cevziyye / İ’lamü’l Mavvakkı’in / C: I-II / bkz: 81-83