O’nun benzeri, aynısı yoktur. O’nun bir yardımcısı ve destekçisi de yoktur. O’nun ortağı ve veziri de yoktur. O’nun dengi de yoktur, O’na yol gösterecek biri de yoktur.
O elle tutulacak bir cisim olmadığı gibi, hissedilen bir cevher de değildir. Üzerinde yürütülecek bir araz değildir. Bir şeyden oluşturulmuş bir şey olmadığı gibi bir alet veya birkaç şeyin birleşmesiyle de meydana gelmemiştir.
O’nun bildiğimiz varlıklar gibi ne bir mahiyeti vardır, ne de sınırı… O göğü yükselten, yeri de yerli yerine koyandır. O tabiattaki varlıklardan biri değildir. Tanyeri gibi ağarıp doğan bir şey de değildir.
Görünen bir zulmet de değildir. Parlayan bir nur değildir. O her şeyin yanında hazır olup, her şeyi bilir. Bir dokunma olmadan onları müşahede eder. Her şeyin üstesinden gelen, her şeye hakim ve her şeye gücü yetendir.
Merhametlidir, bağışlayıcıdır. Ayıpları örten, izzet sahibi ve yardımadır. Şefkatlidir, yaratıcı ve yoktan var edicidir. Evveldir, ahirdir, zahir ve batındır. Tek ibadet edilecek olandır. Diridir, ölmez. Ezelidir yok olmaz. Melekutu ebedidir, saltanatı sonsuzdur.
Daima durur, uyumaz. Güçlüdür, yorulmaz. Dilediğine engel olandır, hiçbir şeye bağlı değildir. Büyük isimler O’nundur, keremiyle verendir. Bütün yaratılmışlara, yok olmaları hükmünü vermiş ve şöyle buyurmuştur:
O yükseklik yönü ile arşı kaplamış, bütün mülkü doldurmuş, ilmi tüm eşyayı kuşatmıştır
O yarattıkları ve işlerini yaratmış, rızıklarını ve ecellerini takdir etmiştir.
O’nun sona bıraktığını kimse öne alamaz, O’nun öne aldığını da hiç kimse sona bırakamaz.
Bu alemi de alemde olanların yaptıklarını da Allah istemiştir. Eğer Allah alemi masum kılıp korusaydı, kendisine karşı çıkan hiç kimse olmazdı. Eğer O bütün alemin kendisine itaat etmesini isteseydi, O’na itaat ederlerdi. O gizli olanı en saklı ve kalplerde dahi gizli olanı bilir.
O hareket ettiren ve durdurandır. Vehimler, O’nu tasavvur edemez, zihinler O’nu anlamaya güç yetiremez.
Yüce Yaratıcı insanlarla kıyas edilemez. Yarattıklarına benzetilmekten müstağnidir. O yarattığı ve yoktan meydana getirdiği hiçbir şeye bağlanamaz. Nefesleri sayandır, her nefsin yaptığı şeyin hesabını tutandır.
O, yarattıklarına muhtaç değildir. Yarattıklarının rızkını verendir. O doyurur, ama kendisi yemez. Rızık verir ama O’na kimse rızık vermez. Yarattıklarına hükmünü yürütür ama O’na hiç kimse hüküm yürütemez. Yarattıkları O’na muhtaçtır.
Yarattıklarını kendisine bir menfaat vermesi için veya bir zararı defetmek için yaratmamıştır. O’na dua etsin diye de O kimseyi yaratmadı. Kendini hatırlaması için de bir kimseyi yaratmadı. Yine kendini düşünmesi için de birini yaratmadı.
Tüm bu yaratmalar O’nun mücerret iradesi ile meydana gelmiştir. O, söz söyleyenlerin en doğrusunu söyleyendir. Şöyle buyurdu:
Görünen mahlukatı kudretiyle yoktan var eden tek varlıktır. Zarar ve belaları kaldırır, görünenleri çevirir ve ahvali değiştirir.
Takdir ettiği her şeyi, dilediği vakte kadar yönetir
O, hayatla diridir. Her şeyi bilendir. Kudretle gücü her şeye yetendir. İrade ile dileyen, işitmeyle duyandır. Gözle görendir. İdrak ile kavrayan, kelamla konuşan, emirle emreden, nehiy ile nehyeden, haberle de haber verendir.
O hükmünde ve kazasında adaletli, verdiği nimetlerde ve bağışlarında ihsan sahibidir. O yaratan, meydana getiren, dirilten ve öldürendir. Sonradan yaratan da ilk defa yaratanda O’dur. Sevap ve ceza veren O’dur.
Cömerttir, cimrilik yapmaz. Hilm sahibidir, acele etmez. Koruyandır, unutmaz. Ayıktır, yanılmaz. Uyanıktır, gafil olmaz. Kapatır, açar. Güldürür, ferahlatır. Sevindirir, tiksindirir. Kızar, razı olur. Öfkelenir, darılır. Merhamet eder, bağışlar. Verir, vermez. İki eli vardır, her iki elde sağdır. Şöyle buyurmuştur
Nafi’den rivayet edildiğine göre, İbn-i Ömer (r.a) şöyle demiştir;
Resulüllah (s.a.v), minber de “Semalar O’nun eli ile dürülmüştür(¹³) ayetini okudu ve şöyle buyurdu:
“Sema O’nun elinde olacaktır. Çocuğun topu attığı gibi, o da semaları öyle atıp şöyle buyuracaktır Güçlü olan benim.” İbn-i Ömer sonra şöyle anlattı:
“Bunları söylerken Resulüllah’ı (s.a.v) minberde gördüm, sallanıyordu. Neredeyse düşecek idi”
İbn-i Abbas (r.a) şöyle dedi:
“Allah yerleri ve gökleri tutacaktır. O’nun tutmasında yer ve göklerin bir yanı görülmeyecektir.”
İbn-i Ömer, Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Adalet üzerine olanlar, kıyamet gününde Rahman’ın sağında nurdan minberler üzerinde olacaklardır. O’nun her iki eli de sağdır”
Allah (c.c), Adem’i suretinde yarattı. Adn cennetini eliyle dikti. Tevrat’ı eliyle yazdı, Tevrat’ı kendi eliyle Musa’nın eline verdi. Arada bir vasıta ve tercüman olmaksızın Musa (a.s) ile konuştu.
Kullanın kalpleri Rahman’ın iki parmaklan arasındadır. Onları istediği gibi, istediği yöne çevirir
Hadis-i şerifte geçtiği gibi, kıyamet gününde gökler ve yerler O’nun avucunun içindedir.
Allah ayağını cehenneme koyar. Cehennem iç içe geçer ve şöyle der;
Ve sonra bazı kimseleri kendi eliyle cehennemden çıkarır.
Cennet ehli onun yüzünü göreceklerdir. O’nu görmede ne bir sıkıntı ne de bir zorlukla karşılaşacaklardır. Nitekim bu konuda gelen hadis-i şerif şöyledir:
189.190
“Allah onlara tecelli edecek ve istedikleri her şeyi verecektir”
Allah (c.c) de şöyle buyurdu:
Denildiğine göre, “Hüsna” cennet; “ziyade” de Allah’ın güzel yüzüne bakmaktır, görmektir.
Yine Allah (c.c) şöyle buyurmuştur.
Allah (c.c), gökleri birbiri üzerine yedi kat olarak yaratmış, birbiri altına da yedi yer yaratmıştır. Yer tabakalarının en yükseğinden, dünya semasına kadar olan mesafe beş yüz yıllık yoldur. Her semanın arası da beş yüz yıllık mesafedir.
Su, yedinci semanın üzerindedir. Rahmanın arşı da su üzerindedir. Allah (c.c), arşın üstündedir. Ama arada ateş, nur ve zulmetten perdeler vardır. Bunların ne olduğunu en iyi Allah bilir. Arşın taşıyıcıları vardır, onu taşırlar. Allah (cc) şöyle buyurmuştur;
Arşın bir sının vardır, onu en iyi Allah bilir. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
O (arş) kırmızı yakuttandır. Onun genişliği gökler ve yerlerin genişliği kadardır. Kürsü, arşın yanındadır. Arşa göre kürsü, boş sahraya atılan bir halka gibidir.
Aynı şekilde yerdekileri, aralarındakileri ve altındakileri de bilir. Yerin gizliliğinde kalanı da bilir. Denizlerin en diplerinde saklı olanları da bilir.
Biten her tüyü, her ağacı, çıkan her bitkiyi, her yaprağın düştüğü yeri bilir. Bütün bunların sayısını da bilir, Çakıl taşlarının, kumların, toprakların sayısını bilir. Dağların ağırlığını, denizlerini ölçeğini, kullanın amellerini ve eserlerini, nefeslerini ve konuşmalarını bilir. Özet olarak;
O’nun durumu kullara benzemez, O’nun bilgisi dışında kalan hiçbir yer yoktur. O’nun her yerde olduğunu söylemek caiz değildir. Belki şöyle denebilir:
Nitekim Allah (c.c) da şöyle buyurmuştur;
Yine şöyle buyurdu:
Başka bir ayette de şöyle buyururdu:
Burada Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir kadınla ilgili verdiği hüküm şöyledir:
Hz. Peygamber (sav) kadına sordu:
Kadın gökyüzünü işaret etti. Peygamber (s.a.v) de o kadının Müslümanlığına hükmetti.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Hüreyre’den (r.a) rivayet edilen hadis-i şerifte şöyle buyurdu:
“Allah mahlukatı yaratınca, kendi zatına bir yazı yazdı. O yazı kendi katında ve arşın üzerindedir. O yazıda şunlar yanlıdır:
Başka bir rivayette şöyle geçmektedir:
Allah yaratıkları hakkında bir hüküm verince, kendi zatına bir yazı yazdı. Bu yazı kendi katında ve arşın üstündedir. Onda şu yazılıdır:
Buradaki, ayette geçen ‘istiva‘ kelimesi üzerinde bir yorum yapılmaması gerekir. Zira. ‘İstiva’ tabirinden maksat Allah’ın bizzat arşın üzerine oturması, ona yaslanması değildir. Nitekim Mücessime, Kerramiyye böyle demişlerdir.
Eşariyye’nin dediği gibi, yükseklik ve üstünlük manasına da değildir.
Mutezile’nin dediği gibi bir istila ve galebe de değildir. Çünkü şeriatta böyle bir şey gelmedi.
Yine sahabeden, tabiinden, hadis erbabından, selef-i salihinden de bu şekilde bir nakil gelmedi. Onlardan bize gelen, bu konuda yorum lafzı ıtlak üzere hamletmektir.
Rivayete göre, Hz. Peygamber’in (s.a.v) zevcesi Ümm-ü Seleme (r.a); “Rahman arşı kuşattı (20)” ayetinde geçen, istiva ile ilgili şöyle demiştir:
Ahmed b. Hanbel (r.a), vefatına yakın şöyle dedi:
Yine bazlarının rivayetleri hakkında şöyle demiştir
“Ben konuşacak değilim. Allah’ın sıfatlan ile ilgili yorum yapamam. Ancak; Allah’ın (cc) kitabında, Resulünün (s.a.v) hadislerinde, ashabın (r.a) ve tabiinden gelen rivayetlerde durum ne ise onu söylerim. Bunların dışındakilere gelince, bu konuda konuşmam pek övülecek bir şey değildir.
Ahmed b. Hanbel, diğer bir rivayette başka bir yerde şöyle demiştir:
Allah (c.c) Tevrat’ta şöyle buyurmuştur
Ancak bunun keyfiyeti anlatılmamıştır. Allah (c.c), arşta ve onun dışındaki bütün yarattıklarına yücelik, kudret, istila ve galebe ile üstün olarak vasıflandırılmıştır. Ama istiva “istila” manasına yorumlanamaz.
“İstiva”, zati sıfatlarındandır. Nitekim biz bunu anlattık ve onun kesin olduğunu belirttik. Allah da kitabındaki yedi ayet ile bunu kuvvetlendirdi. Ayrıca bununla ilgili hadisler de vardır. O Allah’ın ayrılmaz, lazım bir sıfatıdır.
O yaratandır, rızık verendir, dirilten ve öldürendir. Biz kitap ve sünnetin dışına çıkamayız. Ayetleri ve hadisleri okuruz. Onlarda geçtiği gibi inanırız. Sıfatlanın nasıl ve niceliğini Allah’ın ilmine bırakırız.
Sufyan b. Uyeyne’nin dediği gibi
“Allah (c.c) kendini kitabında anlatmıştır. Onun açıklaması onu okumaktır. Ondan başka bir açıklaması da yoktur. Biz bundan başkasıyla da mükellef değiliz. O gaybdır. Bunların dışındakini anlamaya aklın gücü yetmez. Biz Allah’tan af ve afiyet dileriz. Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında, kendisinin ve Resulü’nün (s.a.v) bildirdiğinin dışında söz söylemekten O’na sığınırız”
Kaynak: Abdülkadir Geylani / El Ğunye (Li Talibi Tariki’l Hak) / bkz: 187-194