Yüce Allah insanları iki kısım olarak yaratmıştır: Üstün konumdakiler ve aşağı konumdakiler. İlliyyini üstün seviyedekiler için; Esfel-i safilini de aşağı seviyedekiler için karargah kılmıştır.
Zatına itaat edenleri dünyada ve ahirette en üstün olan; zatına isyan edenleri de hem dünyada hem de ahirette en aşağı da olan kimseler kılmıştır. Ayrıca kendisine itaatkar olanları kendi nezdinde en değerli: İsyankar davrananları da kendi nezdinde en hakir kimseler kılmıştır. İzzet ve onuru üstünlere; zillet ve alçaklığı da aşağıdakilere has kılmıştır.
İmam Admed’in Müsned’inde Abdullah b. Amr (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kıyametin öncesinde kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesi altına konulmuştur. Zillet ve alçaklık, emrime muhalefet eden kimse için mukadder kılınmıştır.
Kul her masiyet işlediğinde bir derece aşağı iner. Gittikçe seviye kaybeder, sonunda en seviyesizlerden, esfelinden biri haline gelir. Her itaat işlediğinde ise bir derece yükselir. Yükselişini sürdürür ve nihayetinde en üstünlerden, biri olur.
Kulun hayatında ikisi bir arada olabilir. Bir yandan yükselirken bir yandan da seviye kaybedebilir. Bunlardan hangisi daha baskınsa, kişi o tarafın ehlinden olur.
Yüz derece yükselip bir derece alçalan kimse, yüz derece alçalıp bir derece yükselen kimseye benzemez. Fakat tam bu noktada nefislere muazzam bir yanılgı arız olabilir. Şöyle ki: Kul doğu ile batı, gökle yer arasındakinden daha büyük bir mesafe kadar seviye kaybederek alçalabilir ve tek seferde ki bu seviye kaybı, bir derecelik yükselişi telafi etmeyebilir.
Nitekim sahih kaynaklarda yer aldığına göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kul aldırış etmediği tek bir söz eder ve bu söz sebebiyle doğu ile batı arasından daha uzak bir mesafeden ateşe atılır.
Bu seviye kaybına, bu inişe hangi yükseliş denk gelebilir? Aşağılara doğru iniş / seviye kaybı insan için kaçınılmazdır. Fakat bazı insanların seviye kaybı gaflete kadar varır. Gafletten kurtulup kendine geldiği zaman, uyanıklık halindeki eski derecesine geri döner veya ondan üst dereceye çıkar.
Bazı kimselerin seviye kaybı ise mubah işlere yönelmesi ile olur ki, o bu mubahları itaatlerine / ibadetlerine yardımcı olması niyetiyle yapmaz. Böyle bir kul itaat haline geri döndüğünde, belki eski derecesini tekrar kazanabilir, belki o dereceye tekrar ulaşmayabilir, belki de daha üstün bir dereceye varabilir. Öncekine göre daha azimli duruma gelebileceği gibi azmi daha da zayıflamış olabilir. Yada aynı azim yüzeyinde kalabilir.
Kimi insanların seviyelerindeki düşüş ise küçük yada büyük bir masiyete kadar devam eder. Böyle biri, eski derecesine tekrar dönebilmek için samimi ve dürüst bir tövbeye muhtaçtır. Tövbe ettikten sonra, tövbenin günahın etkisini silmesine, adeta hiç işlenmemiş gibi günahı tamamen yok etmesine binaen önceki derecesine geri döner mi? yoksa tövbenin yalnızca cezanın düşürülmesinde etkisi olmasına, derecenin ise artık elden çıkmasına binaen eski derecesine ulaşamaz mı? Bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bir kesim demiştir ki; Şöyle bir açıklama yapılabilir: Bu durumda olan kul masiyeti işlediği an itibari ile yükselişe hazır durumdadır. Çünkü daha önceden işlemiş olduğu itaatler ona böyle bir imkan tanımaktadır.
Kulun manevi yönden içinde bulunduğu bu hal, önceden mali birikim yapan ve bu birikim sayesinde ilave kazançlar elde eden kimsenin içinde bulunduğu hale benzemektedir. Masiyeti işlediği an, önceden işlemiş odluğu amellerle elde ettiği yüksek seviyeyi ve kazanımları yitirmiştir.
Tekrar amel işlemeye başladığında, seviyesi, düştüğü noktadan itibaren yükselmeye başlamıştır. Bunun öncesindeyse en aşağı seviyeden en yukarı seviyeye doğru yükselmekteydi ki bu iki seviye arasında adeta bir uçurum vardı.
Diğer kesim ise bu durumu sonu olmayan iki ayrı merdivenle yukarıya doğru çıkan iki adamın durumuna benzeterek şöyle demiştir: Bu iki adam eşit seviyedeyken biri bir basamak dahi olsa aşağı inmiş, sonra yeniden yukarı tırmanmaya başlamıştır. Seviyesini kaybetmemiş olan ise mutlaka diğerinden daha yukarıda olacaktır.
Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye (r.a) bu iki kesim hakkında değerlendirmede bulunarak şöyle bir makbul sonuca varmıştır: Tahkike göre, tövbe edenlerden kimisi önceki derecelerinden daha yukarı seviyeye çıkmakta, kimisi de eski seviyelerine geri dönmekte, kimisi de önceki derecelerine ulaşamamaktadırlar.
Derim ki: Bu husus tövbenin gücüne ve mükemmelliğine bağlıdır. Masiyetin kulda meydana getirdiği zillet boyun eğme, tövbe etme, tedbirli olma, Allah’tan korkma ve haşyetten dolayı ağlama gibi haller kuvvetli olabilir, bunun sonucunda tövbekar insan önceki derecesinden daha üstün bir dereceye ulaşabilir. Hatayı işlemeden önceki durumundan daha hayırlı hale erişebilir.
İşlemiş olduğu kusur, böyle bir insan hakkında rahmet olabilir. Bu kusur: O kişide var olan kendini beğenmişlik hastalığını giderdiği; kendine güvenmekten, yaptığı amellerle şımarmaktan kurtardı; Huşu ve yakarış içinde, zelil ve kalbi iyice yufkalaşmış vaziyette yanağını efendisinin, Mevlasının eşiğine koyduğu;
Kadr-u kıymetini kendisine gösterdiği ve öğrettiği; Efendisinin, Mevlasının koruması altında olmaya, onun affına ve mağfiretine ne kadar muhtaç, ne kadar mecbur olduğunu kendisine gösterdiği; itaatin getirdiği cüreti kalbinden atmasına yardımcı olduğu; işlediği itaat sebebiyle burnunun havalara kalkmasını, kibirlenmesini ve o itaat sebebiyle kendini başkalarından daha hayırlı bir konumda görmesine engel olduğu;
Rabbinin huzurunda hata işleyen, günahkar olan kimselerle aynı yerde boynu bükük vaziyette, utanç içinde, korku ve ürperti hissederek, O’na itaatin kolay, isyan etmenin ise tehlikeli bir şey odluğunu görerek durmasını sağladığı için o kişi hakkında Rahmet olmuştur. Rabbinin; kemal, hamd ve vefa özelliklerine tek başına sahip olduğunu, nefsinin ise noksan ve kınanası bir şey odluğunu idrak etmiştir.
Nitekim bir şiirde şöyle denilmiştir:
∟ Allah kendine sakladı, vefa ile hamdı,
∟ Yöneltti insanlara melamet ve kınanmayı
Böyle bir insan, yüce Allah’tan kendisine ulaşmış olan bir nimeti kendi nefsi için çok görür. Nefsini, o nimetten daha aşağı da görür yada o nimete ehil olarak görmez.
Başına nasıl bir bela, nasıl bir musibet gelirse gelsin, nefsini ondan daha büyük bir musibete ehil olarak görür. İşlediği cürüm kadar, hatta o cürmün yarısı veya bir parçası kadar dahi cezalandırmadığı için Mevlasının kendisine iyilikte bulunduğunu düşünür. Çünkü müstahak olduğu cezaya, bu güçsüz ve aciz kul şöyle dursun, yalçın dağlar dahi dayanamaz.
Zira günah -küçük olsa da- kendisine karşı işlenen zatın büyüklüğünden ötürü çirkin ve feci bir şeydir. Çünkü günahın kendisine işlendiği o zat, en azametli, en büyük, en yüce ve en güzel varlık olup büyük küçük her türlü nimeti bahşetmiştir.
Azamet ve yücelik sahibi olan insanların efendisi konumunda bulunan kimselere karşı işlenecek böylesi kusurlar mümin olsun kafir olsun herkes tarafından, en çirkef ve en adi kişiliğe sahip kimseler tarafından dahi çirkin görülür. Hal böyleyken göklerin ve yerin sahibi en azametli varlığa, göklerin ve yerin malikine, göklerin ve yerin ilahına karşı işlenince durum ne olur? bir düşünün!
Rahmeti gazabının önüne, bağışlaması cezalandırmasının önüne geçmiş olmasa, zatına karşı yakışık almayan fiilleri işleyen insanlar sebebiyle yeryüzü harap ve dümdüz olurdu.
Hilmi ve mağfireti olmasa, göklerde, yerde kulların günahlarından dolayı sarsılıp titrerdi. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. Andolsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiçkimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir, çok ğafurdur (bağışlayıcıdır) (Fatır Süresi 41)”
Bu ayetin Allah Tealanın güzel isimlerinden ikisi ile (el-halim ve el-Ğafur isimleriyle) sona ermiş olması üzerinde düşünmelisiniz. Bu nokta üzerinde düşündüğünüz zaman, Allah Tealanın suç işleyenlere karşı hilmi, isyankarlara karşı da mağfireti olmaması durumunda göklerin ve yerin istikrarını kaybedecek olmasının da bu ayetin kapsamına girdiğini görebilirsiniz.
Allah Teala bazı kullarının küfür halleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir! (Meryem Süresi 90)”
Allah Teala işledikleri ve yasağına muhalefet ettikleri o tek bir günah sebebiyle insanlığın ilk ana-babasını cennetten çıkardığını bildirmiştir. İblisi de işlediği, emrine aykırı davrandığı tek bir günahtan dolayı lanetlemiş, göklerin ve yerin melekutundan kovmuştur. Bizler -aklı kıtlar topluluğu olarak- tam anlamıyla şu şiirde ifade edilen hal üzereyiz:
∟ Ebedi nimetlerle cennet derecelerini ümit ederken,
∟ Günahları günahlara ekleyip duruyoruz bir yandan.
∟ Bilmekteyiz ki Allah, ilk atamızı, ilk anamızı,
∟ Melekütundan çıkarmıştır, işlediler diye tek günahı
Kısacası: Kul ve tövbe ettikten sonra, hatayı işlediği andan önceki haline nispetle daha hayırlı, daha yüksek dereceli bir konuma gelebilir.
Yada işlediği kusur onun azmini zayıflatıp kalbine rahatsızlık verebilir, tövbe ilacı da kulun önceki sağlığına dönüşü için yeterli güce sahip olmayabilir ve kul eski derecesine dönemeyebilir. Ancak rahatsızlık hali ortadan kalkıp sağlığı eski haline dönünce, eski işlevini elde edip önceki derecesini geri kazanabilir.
Bu durum kulun herhangi bir masiyeti işlemiş olması durumuyla ilgilidir.
İmanının aslına zarar verecek bir şeyi, -mesela şek ve şüphe, münafıklık gibi şeyleri- işlemiş olması hali ise, Müslümanlığını tazelemedikçe sahibinin derecesinin yükselmesi ümidini boşa çıkaran bir haldir.
Kaynak: İbnu’l Kayyım el-Cevziyye / ed-Dua ve’d Deva (Kalbin İlacı) / bkz 188-194