ref: refs/heads/v3.0
DOLAR
28,8984
EURO
31,2134
ALTIN
1.875,14
BIST
8.057,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
14°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
10°C
Cuma Hafif Yağmurlu
7°C
Cumartesi Çok Bulutlu
9°C

Aklımızdan Geçen Kötü Düşünce ve Vesveselerden Sorumlu muyuz?

Aklımızdan Geçen Kötü Düşünce ve Vesveselerden Sorumlu muyuz?
21 Eylül 2023 07:00
7

Kötü emel ve arzuları gönlümüzden çıkarmak, onları benimsememek ve bu suretle mücadele etmekle mükellefiz, insanın bütün yaptığı önceden kalbinde olan niyete göredir.

Yüce Allah insanları başıboş, manasız ve gayesiz yaratmamıştır. Yaratılışımızda İlahi gayeler olup bizlere yüklenen vazifeler ve mükellefiyetler vardır. Yaratılışımızdaki hikmete uygun hareket etmiş olmak için mükellef olduğumuz vazifeleri öğrenip yapmak ve mesul bulunduğumuz hal ve hareketi anlayıp ona göre hareketimizi tanzim etmemiz gerekmektedir.

Allah’ı tanımak ve yalnız O’na kulluk yapmak gibi ulvi bir vazifeyi yüklenmiş bulunan insanlardan bu en mühim ve asıl vazifesini ifa etmeyenler “Ekmel-i Mahlukat” makamından alınıp “esfel-ı safilin” (aşağıların aşağısı) derekesine düşmüş olur.

Buna sebep, vazife ve mesuliyetini bilmemek ve riayet etmemektir. Şu halde mesul bulunduğumuz hususlara çok dikkat etmemiz gerekiyor.

Kalbimizden geçen fena vesveselerden, hayalimizde doğan çirkin havatır ve gönlümüzde kalan kötülük emellerinden mesul müyüz, değil miyiz?

Oldukça karışık ve fakat çok mühim olan bu hususta Müslüman kardeşlerimizden ekserisinin kesin ve mutlak olarak (kalbimizde bulunanlardan mesul olmadığımız) kanaatini taşımakta olduğuna şahit oldum. Bu bakımdan bazı hususları belirtmek istiyorum;

Kalbimizden geçen her şeyi Yüce Allah’ın bildiği muhakkaktır. O, gönlümüzden geçen ve orada saklanan her şeyi, bakışımızdaki niyeti de tamamen bilir. Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:

Allah gözlerin hainane bakışını bilir ve sinelerin gizledikleri şeyi de bilir (1). Bu hususu böylece kabul etmek Allah’a iman cümlesindendir.

Kalbimizden Geçen Vesvese ve Düşüncelerden Sorumlu Olmadığımızı Anlatan Deliller

1▬ Ayette; “Allahu Teala kimseye gücü yettiğinden başkasını teklif buyurmaz” buyuruluyor. Kalbimizden geçenleri defetmek vüsatimiz haricindedir. Şu halde takatimiz haricinde olduğundan kalp işlerinden mesul değiliz

2▬ Ayetlerde cezaya sebep kesb tabirine giren fiiller gösterilmektedir. Kesb ise el ve dil gibi zahiri azalarla yapılan fiile denir.

3▬ Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğu Ebu Hüreyre’den (r.a) rivayet edilmiştir: “Allah benim sebebimle ümmetimden gönüllerinden geçen yaramaz havatırı, işlemedikçe veya söylemedikçe, affeyledi”

Bunlara bakınca kalbimizdekilerden muahaze edilmeyeceğimiz gibi bir hüküm anlaşılıyorsa da bu ilk nazarda tahsil edilen hükümdür. Bu husustaki diğer delilleri de incelersek ancak hakikat meydana çıkıyor. Evvela bu delillere biraz daha dikkatle bakalım ve bahsimize münasip taraflarını bulalım:

  • a-) Kalbe gelmesine mani olamayacağımız sadece vesveseler ve aniden gelen arzulardır. Bunlara mani olmak elimizde değildir. Bunlardan da mesul değiliz. Fakat bunlara azmetmek ve benimsemek bizim irademizle oluyor, irademizle meydana gelen kötü emel ve azmimizden mesul tutulmamız vüsat dışı bir teklif değildir.
  • b-) Zahiri azaların işine kesb dendiği gibi kalbin işlerine de denir. Nitekim ayette şöyle gelmiştir: “… Kalbinizin kesbeffiği ile…”
  • c-) Hadis-i şerîfte affolduğu bildirilen sadece kalbe gayr-i ihtiyari gelen ve def edilmesi mümkün olmayan vesveselerdir.

Kalbimizden Geçenlerden Sorumlu Olduğumuzu Bildiren Deliller

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Allah-u Teala sizleri yeminlerinizdeki lağıvdan dolayı muahaze etmez. Fakat sizleri kalblerinizin kesbettiği şey ile muahaze buyurur ve Allah-u Teala Gafur’dur, Halim’dir (2)” (Bakara: 225).

  • Yemin-i lağıv; Kasdi olmayan, yemin niyetiyle söylenmeyen veya doğru zanniyle yapılan yeminlerdir. Bunlar ma’füvdür.
  • “… Şehadeti de gizlemeyiniz. Kim şahitliği gizlerse, şüphe yok ki, onun kalbi günahkardır… (3)
  • “Göklerde olanlar da, yerde bulunanlar da Allah’ındır. Ve sizler nefislerinizde olanları açıklasanız da veya gizleseniz de Allah-u Teala sizi onunla muhasebe edecektir… (4)
  • “… Şüphe yok ki, kulak, göz, gönül, hepsinden sorulmuş olacaksınız (5)
  • “İman etmiş olanlar arasında çirkin, yaramaz şeylerin yayılmasını arzu eden kimseler için dünyada ve ahirette pek acıklı bir azap vardır. Ve Allah bilir, sizler ise bilmezsiniz (6)

Bu ayetler muvacehesinde, -kalbimizde olanlardan mesul değiliz- sözünü mutlak olarak söyleyenlerin ne büyük hata yaptıkları anlaşılmış oluyor.

İmanın ve takvanın mahalli kalp olduğu gibi, şirkin, riyanın, kibir, haset, nifak .. gibi birçok kötü ahlak ve haram işlerin mekanı da kalbdir. Kalp işlerini aynı seviye ve hükümde tutanlar bu bahsin içinden çıkma imkanı bulamazlar. Halbuki hakîkat şudur ki;

Bu kalp işleri iki kısımdır;

1-) Kalp de, hatırda doğup orada yerleşen, vukua gelmesine azmedilen ve benimsenen, kalbin hükmü derecesinde olan niyet, emel, arzu ve fikirlerdir. Bu kısım kalp işlerinden Müslümanlar mesuldürler.

2-) Kalpde aniden doğan ve kovmaya muktedir olamadığımız vesvese, arzu ve hayaller mesul olmadığımız kalp işleridir. Çünkü bunlar irade haricinde olup insanlar gelmelerine mani olamadığı, istemeyerek hatıra gelen ve mümini tiksindiren şeylerdir. Bunlardan dolayı bir ceza görmeyeceğimiz bildirilmiştir.

Yukarıda geçen ayet ve hadis-i şeriflerden anlaşılan budur. Bu bahiste asıl üzerinde durulan ayet, yukarıda yazdığımız Bakara Süresinin 284. ayetidir.

“Gönlümüzde olanları açıklasak da, gizlesek de Allah bizi onlardan hesaba çekeceği… (7)” bildirilen bu ayet nazil olunca Ebu Bekir, Ömer, Abdurrahman ibn-i Avf, Muaz (r.a) ve Ashab’dan diğer bazı kimseler Resulüllah’a gidip;

  • “Ya Resulullah… Namaz, oruç, cihad ve sadaka gibi takatimiz yeten amellerle mükellef olduk. Fakat şu ayet sana nazil oldu. Takatimiz yetmeyeceği işle mükellef tutulduk. Her birimizin kalbine sabit olmasını sevmediğimiz şeyler gelir” dediler.
  • Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “Sizler, Yahudilerin peygamberlerine işittik isyan ettik, dedikleri gibi demek mi istiyorsunuz? İşittik ve itaat ettik, deyiniz” buyurdular

Ashab’dan orada bulunanlar emre uyarak, “İşittik, itaat ettik.” dediler. Bu halde bir yıl kaldılar. Sonra Allah (c.c) Bakara Süresindeki 285. ayetini inzal buyurdu.

Tasarladıkları ve samimi olarak arzuladıkları fenalıkları fırsat bulamadıkları veya güç yetiremedikleri için yapamayan, daimî fena niyette olan kişiler bunun cezasından muaf değillerdir. İçimize anide doğup benimsenmeyen, arzu ve emel mahiyetini almayan vesveselerden ve geçici hislerden mesul olmadığımız anlaşılmaktadır.

Bir insan aniden öfkelenerek kendisine küçük bir fenalık yapana çok büyük bir kötülük yapmayı, hatta onu öldürmeyi dahi düşünür. Fakat hemen, adam öldürmenin nasıl büyük günah olduğunu hatırlayarak, bu, gazabın bir kötü tesiri olduğunu anlar ve ısrar etmezse günaha girmemiş olur.

Bu düşünceyi benimser ve o kimseyi öldürmeyi niyetine koyup azmederse, bu azminden dolayı (o emeline nail olamasa bile) o fiili yapmış kadar olmamakla beraber günaha girmiş ve muahazeye müstehak olmuştur.

Bir zaman bu emeli taşıdıktan sonra nefis mücadelesi sonunda bunu gönlünden çıkaran, fenalığını anlayarak yapmaktan vazgeçen kimseler de muahazeden kurtarmış olduğu anlaşılmış oluyor.

Allah (c.c); “Günahlardan temizlenen kimse felaha ermiştir” diyor. Anide kalben gelen vesveselerden (itikadi bakımdan olsa bile) mesul olmadığımıza dair fıkıh kitaplarımızda dahi kayıtlar vardır.

Bir kimsenin kalbine, söylendiği takdirde küfrü gerektirecek bazı şeyler gelse, o kimse bunları kerih görüp (benimsemediği) takdirde kendisine zarar vermez. O ancak mandandır

Şuna çok dikkat etmek lazımdır ki;

Kalbe gelen vesveseler ile itikadi husustaki şüphe ve kalbe yerleşen tereddütler aynı değildir. Bunları karıştırmamak lazımdır. İtikadi meseleler hiçbir surette şüphe kaldırmaz. Kat’î inanç, azim ve cezm; tereddütsüz kabul ve teslim ister. Şüpheli olan deliller bile itikadi bakımdan hüküm ifade etmiyor.

Mesuliyet doğurmayacak olan, şüpheler ve niyet mahiyetini almayan vesvese ve gelip geçici hayallerdir. Yoksa itikada arız olan. ve kalbe yerleşen şüpheler bu muafiyete dahil değildir. Bu bahiste göz önünde bulundurulması icabeden başka bir hadis-i şerîf de şudur:

Bir işin yapılmasını kötü bilen, onu yapma arzusunu içinden çıkarmadıkça iyilerden olamaz. Kalbimiz nazargah-ı ilâhidir. Allah (c.c) özümüz, hulasamız ve idare merkezimiz olan kalbimize bakar. Resulüllah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat ancak kalplerinize ve amellerinize bakar

İmanın mahalli bulunan, nazargah-ı ilahi olan kalplerimizi, gönüllerimizi fena emel ve kötü niyetlerden temiz bulundurmak gerekir.

Sevdiğimiz ve hürmet ettiğimiz bir büyüğümüz bize misafir geleceği zaman onu misafir edeceğimiz evimizi, bilhassa kalacağı odamızı, hatta göreceği etrafımızı temizler; hoşlanmayacağı eşyayı, pislik teşkil eden her şeyi ortadan kaldırırız. Kalbimizi görecek olan Kainatın Yaratıcısı Ulu Rabbimiz Allah-u Azimü’ş-Şan’dır. Şu halde;

  • Allah’ın sevmediği ve men etmiş olduğu fenalıkların sevgi ve emelini kalbimizden silmeyi, gönlümüzden çıkarmayı da en önemli vazife bilmeliyiz.

Bu hususta yapacağımız iki vazife vardır;

  • Bunlardan biri kötü arzuları kalbimizden çıkarmak ki, buna tahliye deniyor.
  • Diğer vazifemiz de iyilik emelleri ve iyilerin sevgisi ile kalbimizi süslemektir ki, buna da tehlike denir.

Allah (c.c) kalp işi olan riya ve kibir gibi fenalıkları kati surette haram etmiştir. Bu İlahi nehiy bunlardan kurtulmaya gücümüz yettiğine delildir. Çünkü Allah (c.c) gücümüz yetmeyeceği herhangi bir vazife ile bizleri mükellef tutmaz. Bunun mümkün olduğu tecrübe ile, her gün görülen vakalarla da sabittir.

Kendini düzeltmek, tövbekar olmak isteyenler işe kalplerini düzeltmekle başlar.

Fenalık arzu ve sevgisi kalpden çıkarılmadıkça o terkedilemez. İçi kötülüklerle dolu olup bunlar; kalbinden çıkarmaya çalışmayan, yapmağa azmeden ve imkan aramayan kişiler o fenalıkları yapmak için fırsat gözeten düşük seviyeli insanlardır.

Kıyamet gününde ancak, kalbinde dahi fenalık arzu ve emeli bırakmayan, içi dışı temiz Müslümanlar selamet bulacak ve muahazeden salim kalacaktır, işte ayet-i kerimenin meali:

“O (kıyamet) öyle gün ki, ne mal faide verir ve ne de oğullar. Ancak Allah (c.c) a salim bir kalble varan müstesna (8)“.

Kalbin selameti, bozuk i’tikatlardan, dünyevi şehvet ve lezzetlere haddi ve meşruiyyeti aşan meyilden hali kalması, Allah korkusundan yumuşaması, günaha ve her türlü fenalıklara sevgi ve arzu beslememesidir.

Esasen niyetsiz olan hatalardan sorumlu olmadığımız bu bahiste geçen (yemin-i lağıv) ile ilgili ayetten de anlaşılmaktadır. Bunun haricinde;

İradesi ile fenalıklar yapanların, kalbim temizdir, demeleri kuru bir iddiadan; ciddi söyleniyorsa gaflet ve cehaletten başka bir şey değildir.

İnsan robot değildir. Kalbinde tasarladığını yapar. Kalplerimizi, niyetlerimizi düzeltelim. Biz kalbimizi kötü emel, niyet ve arzulardan temizlemek için irademizi sarf ettiğimiz takdirde, irademiz haricinde olarak gelen vesveselerden dolayı (onlara ısrar ve yapılmalarına azmetmedikçe) mesuliyetimiz kalmamış olacağını bildiren bir hadis-i şerifle yazımıza son veriyoruz:

Peygamberimiz şöyle demiştir:

  • Allah (c.c) iyilikleri ve kötülükleri muhakkak yazdı. Sonra açıkladı ki, kim bir iyilik yapmayı ister de yapamazsa Allah ona tam bir sevap yazar. Eğer istediği o iyiliği yaparsa, Allah nezdinde ondan yedi yüze kadar ve daha kat kat fazla sevap yazılır. Kim bir kötülük yapmak ister de (Allah korkusundan dolayı bundan) vazgeçerse Allah kendi katında tam bir sevap yazar. Eğer o kimse bir kötülük yapmak ister de onu yaparsa Allah (c.c) onun için tek günah yazar

Kaynak: H. Fevzi Aksoy (Pazar Müftüsü) / Diyanet İlmi Dergisi / Temmuz 1970 / bkz: 244-249

(1-Mümin Süresi 19) (2-Bakara Süresi 255) (3-Bakara Süresi 283) (4-Bakara Süresi 284) (5-İsra Süresi 36) (6-Nur Süresi 19) (7-Bakara Süresi 284) (8-Şuar Süresi 88-89)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.