İnsanların iki cihanda da saadetli bir hayat sürdürmelerini esas alan dinimiz aileye son derece önem vermiştir. Huzurlu bir aile yuvası için ise İslami dairedeki terbiyenin esas olduğunu vurgulamıştır.
Elbette ki huzur ve saadet dolu bir aile yuvasında en büyük rol kadına düşmektedir. Kadın, aile hayatını Cennet’in küçük bir numunesi haline getirebilir. Öyle ki, mukaddes haneyi Cennet’ten bir köşe haline çeviren saliha kadını Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Dünyanın en hayırlı metaı” olarak vasıflandırmıştır.
Bediüzzaman’ın şu veciz tesbiti bu görüşü tasdikler mahiyettedir: “Her insanın küçük dünyası, belki küçük bir Cennet’i kendi hanesidir“
Kadının, evlilik hukukunun korunması ve aile ocağının tütmesi açısından ilk başta gelen vazifelerinden birisi de kocasına itaat etmesidir.
Efendimiz (s.a.v) bu mevzuyu “Kadın kocasına itaat etmedikçe Rabbi’ne itaat etmiş olmaz” sözleriyle kat’i bir hükme bağlamıştır.
Aynı meseleye ışık tutan diğer hadis-i şerifleri ise şöyledir:
“Eğer bir kimsenin ötekine secde etmesini emredecek olsaydım kocasının üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı kadının kocasına secde etmesini emrederdim”
Peygamber Efendimiz başka bir hadis-i şeriflerinde ise; “Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, namusunu muhafaza eder ve kocasına itaatte bulunursa ona, dilediğin kapıdan Cennet’e gir denilir”
“Kocası kendisinden razı olduğu halde ölen kadın Cennet’e girer.”
Hatta itaatin Allah yolunda cihada denk tutulduğu şu hadisi şerifle sabittir:
Bir kadın Rasulullah (s.a.v)’a gelerek, “Ey Allah’ın Resulü, Allah erkeklere cihadı farz kıldı. Onlar cihad esnasında yaralanırsa sevap kazanırlar. Öldürülürlerse şehit olur, hayatta kalarak Allah katında rızıklandırılırlar. Biz kadınlar için buna denk gelecek bir şey yok mu?” diye sordu.
Peygamberimiz (sav) şu cevabı verdi: “Rastladığın kadınlara bildir ki, kadının kocasına itaati, onun hakkını koruması harp eden mücahidlerin bu sevabına denk gelir. Fakat bunu da çok az kadın yapar”
Ancak itaatin sınırı Allah’ın rızası dairesinde kalmak şartıyla meşruiyet temeline dayandırılmıştır. Zira Peygamber Efendimiz: “Yaratana asi olacak yerde, yaratılmışa itaat yoktur.” ve “Günahlarda itaat yoktur. İtaat meşru işte olur.” buyurmaktadır.”
Aile mahremiyetini muhafaza için kadının üzerine düşen en mühim mükellefiyetlerden bir diğeri de namus, şeref ve haysiyet koruyucu bir ahlaki seciye sergilemesidir.
Kur’an-ı Kerim’de bu konu şöyle ifade edilmektedir. “Mümin kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar. Ziynetlerini ise görünmesi zaruri olan kısımlar müstesna, açığa vurmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler… (1)“
Bu ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere kadının namusunu, iffetini koruması ve başka erkeklerin nefsani bakışlarını kendisinden çevirmesi ancak örtünmeye hassasiyet göstermesiyle olur.
İslam’ın bir emri olan Müslüman kadınların tesettüre riayeti Yakup Kadri‘nin de ifadesinde de açıkça görüleceği gibi; “Bir çirkinlik ve zevksizlik değil, bilakis manalı güzelliğin ve ulvi zevkin ta kendisidir. Üstelik kadınlara konulmuş bir hürriyetsizlik hiç değildir. Aksine onları hain ve art niyetli nazarlardan saklamak ve korumak gayesine hizmet eden rahatlatıcı ve huzur verici bir tatbikattır.”
Ele aldığımız konunun bir başka boyutuna Efendimiz (s.a.v) şu şekilde temas etmektedir. Yine kocasının izni olmadan bir başka erkeğin içeri girmesine müsaade etmesi helal değildir.
Başka bir hadisi şerifinde ise: “Kadın koku kullanıp, kokusunu duysunlar diye bir topluluğa uğrarsa o kadın şöyle şöyledir.” (Hadisin ravisi, Peygamberimiz’in çok sert ifade kullandığını söylüyor.)
Bu konu ile ilgili Bediüzzaman ise şu tavsiyede bulunuyor:
“Bahtiyar o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder. o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin (dindar) görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o tam mütedeyyin olur; saadeti dünyeviyesi içinde saadeti uhreviyesini kazanır.”
Kadının en önemli görevlerinden bir başkası da; neslin devamını meşru ve sıhhatli bir şekilde sürdürmektir. Hayırlı bir nesil yetiştirmek kadına toplumun mevcudiyet ve bekası adına hayati bir fonksiyon yükler. Bu onu dinen mübarek kılar ve cennet gibi yüce bir makama erişmesine vesile olur.
Zaten insandaki şehevi arzuların kaynağında ve evlilik müessesesinin kuruluş temelinde de bu esas hikmet ve maksat yatar. Çocuk terbiyesinin sabır ve külfetine katlanabilmek için engin bir şefkat ve merhamet hissiyle donatılmış olan anneye bu manada insan yetiştirme mühendisi veya sanatkarı denilebilir. Çünkü çocuğun ilk ve en tesirli muallimi annesidir. Maddi ve manevi mimarı ve yol göstericisi odur.
Annenin çocuğa vereceği en güzel hediye mükemmel bir İslami terbiyedir. Onun bu kudsi mesuliyetini Peygamberimiz (s.a.v.): “Kişi aile fertlerine çobandır; onlardan mesuldür. Kadın kocasının evine ve çocuklarına çobandır. O da onlardan mesuldür” sözleriyle belirtmektedir.
Dinimiz neslin çoğalması ve devam etmesini teşvik edici beyanlarla doludur. Ayet-i kerimede: “Kadınların erkekler için bir evlat yetiştirme tarlası (2)” oldukları zikredilmektedir.
Peygamber Efendimizin ise “Evleniniz. Çünkü Ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim” sözleri buna zemin teşkil etmektedir.
Bir başka hadis-i şerifini Enes bin Malik (r.a.) şu şekilde rivayet etmektedir. “Kadın çocuklarının terbiyesiyle meşgul olmak için evinde oturursa Cennet’te benimle beraberdir”
Ne mutlu “Cennet annelerin ayakları altındadır mazhariyetine ehil olarak hayırlı nesillerin yetişmesine imza atan ANNELERE..
Kaynak: Zuhal Çolak / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 43-45
(1-Nur Süresi 31) (2-Bakara Süresi 223)