ref: refs/heads/v3.0
DOLAR
28,9329
EURO
31,3659
ALTIN
1.886,07
BIST
8.075,31
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
14°C
Perşembe Yağmurlu
10°C
Cuma Hafif Yağmurlu
8°C
Cumartesi Çok Bulutlu
10°C

Aile: Milli ve İslami Toplumsal Bir Müessesedir

Aile: Milli ve İslami Toplumsal Bir Müessesedir
23 Ekim 2023 02:10
8

Toplumun huzur ve sükun ortamı doğrudan ailedeki sevgi ve muhabbet ortamı ile bağlantılı

Soru: Hocam, günümüzde aile kurumu iç ve diş saldırılara maruz kalmaktadır. Bununla birlikte Türk aile yapısında hassas dönüşümler olmaktadır. Batı ile aramızdaki en büyük farklardan olan “Aile” kurumumuzu eski vatanında yeniden eski ağırlığını gösterebileceği şartlara nasıl kavuşturabiliriz?

Cevap: Müsaade ederseniz, sonda söylenebilecekleri önce söyleyerek bir giriş yapayım. Ben bu konuda veya herhangi bir konuda ümitsiz, verimsiz, ışıksız hiçbir yaklaşıma taraftar değilim. Çirkinlikler, zevk kırılmaları, hatta ifade ettiğiniz gibi maddi manevi bünyemizi zedeleyen teşebbüsler vardır, olmuştur ve olacaktır.

Fakat bunlar göze göründüğü veya gösterildiği kadar tahripkar değildir, olamaz da. Önce, “Aile” bizim için milli-Islami-toplumsal bir müessesedir zamanda fıtri-tabii- zaruri bir özyapıdır. Adeta kendi kendisii tamir eden hassalarla donatılmıştır.

Bizim kültürümüzde evlenmek;

  • Murada ermektir,
  • Ezeli takdire uyum sağlamaktır,
  • Gönüllerin bir olmasıdır,
  • Ruhlarımızın diğer yarılarıyla bütünleşmesi Rabbini tanıma yolunda yardımlaşmaya adım atmasıdır.

Yani katiyen maddi ölçülerle fikir müzakereleriyle fırsat kolaylıklarıyla izah edilip şekillendirilen bir kurum, kuruluş değil, esası İlahi nizam çerçevesinde belirlenmiş ve insan fıtratına en uygun ve uyumlu şartları ihtiva eden göz ve gönül şenliğini, ruh ve beden dinginliğini ve dengesini azami gerçekleyen mükemmel ve mücessem bir müessesedir.

Bu açıdan bakacak olursak aileyi meydana getiren karşılıklı ilgi, şuur olarak hiçbir toplumda yok olmaz, olamaz. Çünkü insan, hilkatindeki bu çoğalma ve devamlık iradesiyle yaratılmıştır ve hiçbir kişi veya teşkilat aileye olan ihtiyacı hiçbir şart altında ortadan kaldıramaz. Bu, Allah tarafından fıtratımıza yerleştirilmiş bir şuurdur ve bu irade doğu batı bütün insanlık için geçerli bir ilke niteliğindedir.

Dönüşüm ifadenizi iki cepheli olarak ele alırsak:

Geniş aileden çekirdek aileye yapı dönüşümünü, devamında da zihniyet ve hassasiyet farklılaşmasının getirdiği manevi çözülüşü sorguluyor, yanlış anlamıyorsam. Buna göre bir açıklığa ihtiyacımız var: Bizim toplumumuzda her çağda ve şartta akraba ilişkileri ve dayanışma duygusu öylesine iç içe geçmiş durumdadır ki büyük anne-baba değil hala, büyük hala; dayı, büyük dayı çekirdek aile kapsamına dahildir. Geniş aile kavramı ise bize konaklarda yetişmiş Tanzimat sonrası yazarlarımızın naklettiği bir görünüş olarak değerlendiriliyor. Türk aile yapısı her birini özel isimlerle andığı büyükleriyle bir “çekirdek aile” geleneğine sahiptir. Bugün bu kavramdan büyüklerimizin çıkarılmış gibi durması ise zihniyet farklılaşması ile bağlantılı görünüyor. Batı kültüründe dolayısıyla Batı aile yapısında ferdin ve ferdiliyetçiliğin öne çıktığını görüyoruz, bu da karşılıklı fedakarlık tabii anlayışını zedeliyor.

İnsan elbette ki kendini keşfetme ve ispatlama ihtiyacı ile yaratılmış ama bunu çevresine rağmen değil çevresiyle birlikte ve çevresinin faydası için yerine getirmelidir aksi halde her birlik düşüncesini ferdiyeti önünde bir engel olarak algılayacaktır.

Soru: Ailede sevgi muhabbet ortamı yani bugünkü söylenişiyle sevgi dile nasıl öğrenilebilir?

Cevap: Muhabbet tabiatın lezzet alınan şeye meylidir. Her sevgi belli bir idrake, anlayış dercesine göredir. İnsan kalbi, kendisine ihsan edene sevgi, fenalık edene de nefret besleme tabiatında yaratılmıştır. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: “Ruhlar birbirine bağlı yaratıklardır, tanıyan ünsiyet eder, aksi yaratılışta olan ihtilafa, çekişmeye düşer.”

Demek ki aile içindeki sevgi ortamının oluşabilmesi için öncelikle ezelde birbiri ile tanışmış ruhların bir araya gelmesi suretiyle kurulan bir aile yapısına ihtiyacımız var.

Bize eş seçiminde “güzel huy, güzel ahlak ve dindarlık” gibi her çağda ve her şartta geçerli altın bir kural söylenmiş. Başlangıçtan itibaren niyetlerimizi bu kural doğrultusunda ihlas ile Rabbimizin rızasına kenetleyebilirsek, sonrası zaten kendiliğinden akarsular gibi berrak arıtıcı ve dinlendirici bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hz Ali Efendimiz, Ya Rabbi bana dünyada, Ahirette hasene ver ayet-i kerimesini yorumlarken buradaki “hasene” güzel huylu hayırlı eştir” diyor. Güzel huy, güzel ahlak ise Rabbine muhabbetle ve itaatle yani O’nun sevdiklerini sevip, sevmediklerinden sakınma noktasında en azimli ve sebatlı olabilmekle bağlantılır.

Bu aç dan bakıldığında kalbinde ancak Yaratıcısına ve O’nun sevdiklerine sevgi ve saygılı olan kişilerin birbirlerine tam ve kamil bir sevgi duyabilecekleri açıklık kazanıyor. İlgi, kademe kademe şartsız, niçinsiz bir samimiyete dönüştüğünde ancak bir “sevgi dili” teşekkül edebilir.

Hepimiz, ruh, öz itibariyle biriz ve çok güzeliz. Kusurlarımızın mevcudiyeti özümüzün kıymetine halel getirmiyor ve hiçbirimiz diğerimizden üstün de değiliz. Ancak, daha saygıyla, daha sevgiyle yaklaşabilirsek ve bütün yaratılmışlara bir göz ile bakabilirsek bize birbirimize rehberlik etme vazifesi verilebiliyor. Farkımız bundan ibaret.

Sevgi, karşımdaki her varlığı yerine göre kendimden üstün görebilmem ve ondan öğrenebileceğim güzelliklere odaklanabilmem ile tesis edilebiliyor. Kişinin, çözüm üretebilecek noktaya yükseltilmesi ancak her açıdan kusurun kendinden kaynaklandığını idrak edebilmesi ile başlıyor. Ben kendi içimde kusurumu kabullenip düzeltmeye yöneldiğimde bir gizli el de aynı anda dışımdaki şartları benim isteğime uyumlu hale çeviriveriyor.

Her yaptığımızı karşılığını yalnız Allah’tan bekleyerek ibadet şuuruyla yerine getirdiğimizde, kuldan medet umma çengelinden kurtulduğumuzda hepimiz bir sevgi dili muallimi haline gelebiliyoruz.

Yol açık, yordam belli, rehberimiz bir rahmet ve şefkat timsali. Muhakeme gücü kazanıncaya kadar taklit, anlamadan uygulama sonra tahkik, anlayarak uygulama ve en son ihtira yani mevcut bilgi, tecrübe ve sezgiyi kendi şahsiyetinle birleştirme yolu önümüzde apaçık duruyor.

Yolun dışına çıkmadığımız müddetçe her adım bizi. sevgi ili ne götürecektir. İş ki kestirme diye çıkmaz sokaklara sapmayalım.

Soru: Toplumun huzur ve sükun ortamı doğrudan ailedeki sevgi ve muhabbet ortamı ile bağlantılı olduğu için ailelerin olgun bireyler, kamil insanlar yetişmesindeki rolü nedir ve bu işlevini en güzel nasıl yerine getirebilir?

Cevap: Bu sorunuz, aklıma dünya çapında büyük eğitimcilerimizden Hoca Nasreddin’in bir nükteli öğretisini getirdi. Hocanın buzağısı bahçeyi tarumar ederek kaçıyor, Hoca da gidip öküzünü değnekliyor. Niye diyorlar, suçun büyüğü onda da onun için diyor.

Çocuğu Allah’ın emaneti görmeli ve eğitimini bu vazife şuuru içinde vermeliyiz. Baskı ve müdahale çocuğun şahsiyet gelişimini engelliyor. Çocuklarımızı denetleyeceğiz ama bunu ezmeden ve hissettirmeden yapacağız, = araya gerekli saygı mesafesini koyduktan sonra uygulayabileceğimiz en güzel taktik onunla bir arkadaş ilişkisi kurabilmektir.

“Çocuklarınıza asil insan muamelesi yapın” buyuruyor Efendimiz. Çocuk ergenliğe kadar ruhuyla görüyor, ruhuyla idrak ediyor. Henüz nefis perdesi ruhun önüne gerilmemiş. Ergenliğe kadar nefsi mutmain, ruhundan razı şekilde yaşıyor. Onun için hakikate bizden daha yakın durabiliyor. Çocuğu bir mercekte görmeyi yeniden öğrenmemiz gerekiyor ve onları mutlaka masal anlatarak büyütmeliyiz, çünkü o hayatı duygu, sevgi, şefkat ve korku şeklinde algılıyor.

Bu da masal dili, şiir dili, din dili demek. Çocuk içinde bulunduğu bu hayaldeki arkadaşlık döneminde kendi doğrularını hayal kahramanlarının dünyasından kendi kalbiyle seçmelidir. O, içindeki potansiyel iyilik, güzellik, yardımseverlik gücü ile doğrularını rahatlıkla belirleyecektir.

Önemli bir husus da, çocuğun isteklerine ne zaman evet ne zaman hayır denileceğinin iyi bilinmesidir.

İmam Gazali: “Çok varlıklı da olsanız, çocuğunuza arada, kuru ekmeğin tadını tattırın” diyor. Çocuğun makul isteklerini yerine getirmek vazifemiz olduğu gibi, aşırı ve zararlı olanları reddetmek de vazifemiz. Ve tabii sözlerimizin ve eğitim yöntemlerimizin etkili olmasının yegane şartı samimiyetimiz ve güzeli yaşayarak ona canlı örnek teşkil etmemiz.

Biz cömert, fedakar, vefalı, feragatli olursak vatan, millet, insanlık ve iman aşkıyla yaşarsak, helal ve haram ayırımını hayatımıza mihenk taşı yapmışsak kelimelere çok da fazla ihtiyacımız kalmayacaktır.

Çocuk, başkalarını mutlu etmenin en az kendi mutluluğu kadar güzel olduğunu aile içinde görerek öğrenirse o, olgun insan şahsiyetinin temelini kavramış olacaktır.

Soru: Çocuklarımızın okulda beyni, evde mideleri dolduruluyor. Peki gönülleri nerede doldurulacak, nasıl doyurulacak?

Cevap: Çok güzel söylediniz Aslında bu sadece çocuklarımızın ihtiyacı değil. Biz de bir kalbimizin olduğunu hatırlamaya vakit bulamadan gelgitler içinde hayat yolcuğumuzu sürdürüyoruz çoğu zaman. Halbuki onun sıhhati bütün vücudun selametine vesile ve onun kararması bütün hayatımızın ışıksız kalması demektir

Kalbin gıdası imandır, ilimdir, ibadettir

Kalp düşünmek ister. Hakkı hakikati bilmek ve ona tabi olmak ihtiyacındadır. Zannın yalanın gıybetin iftiranın taşları onun iman alevini söndürür Yalnız kendi dilimizi, zihnimizi, kalbimizi bu karanlık kavramlardan uzak tutmamız yetmez. Onlara maruz kaldığımız her ortam gönül kandilimiz için tehlike arzeder. Bunun neticesi tükenmez şikayetler, hiçbir şeyle mutlu ve tatmin olamama, çevreye uyum sağlayamama; dolayısıyla kendinden ve Rabbinden razı olamamadır.

Soru: İman edip, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin dışında bütün insanlar hüsranda, zarardadır, buyuruluyor. İman etmek, Hakkı ve sabrı tavsiye etmek kalbin işlemleri. Bu bilgi işlem merkezi tam çalışır hale getirilemediği sürece ruhumuzu dolayısıyla yaratıcılığımızı ve eşreflik sıfatımızı tüketiyoruz. Peki nasıl, nerede doyurabiliriz?

Cevap: Güzel insanların bulunduğu, anıldığı ve güzelliklerin yaşatıldığı her ortamda bulunur ve böyle olmayan her ortamdan kaçarsak. Onun önce tam ve kamil bir güven duygusuna ihtiyacı var. Neye güven, Yaratıcısına. O istemediği müddetçe, hiçbir şeyin ona zarar veremeyeceğine ve O istediği takdirde hiç bir şeyin onu korumaya gücü yetmeyeceğine.

Rızkının ezelde tayin ve taksim edildiğine nasibi olan her neyse kendine ulaşacağına, nasibi olmayanın bir ömür peşinden koşsa da eline girmeyeceğine…

Hz Ali’nin söylediği gibi rızkımız peşimizden geldiği halde onu kovalıyoruz, ahiretimizi ise yakalamamız gerekirken onunla hiç ilgilenmiyoruz. Yani neyi, nasıl, kimden isteyeceğimizi tam bilmiyoruz. Sonra kalp, niyet temizliği ister, İki niyetli işleri, küçük hesapları hiç sevmez. Kanaati, istikrarı ve devamlılığı ise çok sever.

Soru: Aile kurumunun yapı taşlarından olan annenin aile içi eğitimdeki etkinliği nasıl olmalı. Yani kısaca söylemek gerekirse anne nasıl örnek bir anne olabilir?

Cevap: Anne tabiatıyla çocuğun eğitiminde ilk ve en önemli etken. Efendimiz (s.a.v), üç aylık çocuğun nasıl bir eğitim vereceğini soran bir zata “çok geç kalmışsın” buyuruyor. Yani;

Eğitim anne karnında başlıyor.

Aslında her anne adeta bir okul donanımında programlanmıştır. İlahi irade tarafından Çocuğun ihtiyacı olan maddi-manevi her hassa kendisine verilmiştir. Yapacağı sadece fıtrat veya modern eğitim kuramındaki adıyla 7 zeka üzerine yaratılmış çocuğu bu yaratılış esasları doğrultusunda yetiştirmektir

Anne çocuğunu Allah’ın emaneti özel bir varlık olduğunu ailesi için bir değer ve nimet olarak kendilerine hediye edildiğinin bilincinde olmalı ve bunu çocuğa hissettirmelidir. Çocuk mutlaka güven ve sevgi ortamında büyümeli ve asil insan muamelesi görmelidir. Özgüvenlerinin gelişebilmesi için onlara sevgi diliyle yaklaşması varlıklarının aileleri için değerini onlara ihsas edebilmelidir.

Eğitim uzmanları çocuğa günde en az dört kere sevgi ile dokunulması gerektiğini söylüyorlar. Efendimiz (s.a.v), çocuklarını kucaklayıp öpmediğini ifade eden bir şahsa çok sert bir cevap veriyor: Allah senin kalbinden merhameti aldıysa ben ne yapayım!

Anne çocuk için her konuda iyi bir örnek oluşturmalı,

Onlara harika çocuklar olduklarını ileride her ne meslek icra ederlerse etsinler önce iyi bir kul, sonra iyi bir eş ve anne baba olmanın en büyük sorumlulukları olduğu telkiniyle onları besleyerek hayata hazırlamalıdır.

Soru: Geleceğin yetişkin bireyleri olacak olan çocuklarımıza okuma zevki nasıl kazandırılabilir? Çocuğun okumamasının bununla birlikte düşünememesinin başlıca sebepleri nelerdir?

Cevap: Pek çok açıdan önem arz eden bir nokta. Okumak. Kur’an’ın ilk emri, kendimizi bulabilmemizin mühim şartı. Kendimizi, kainatı, hayatı okumak, yani anlamak ve uygulamak. Okuma fiilinin ruh sağlığımız üzerinde bariz olumlayıcı ve olgunlaştırıcı bir etkisi var.

Okumayarak, düşünmüyorsak başkalarını düşünmeyi ve anlamayı denemiyorsak benlik putlarımızı kırabilmemiz çok zorlaşıyor. Bu da hayat denilen ilahi senaryonun anlaşılmasına ve rolümüzü hakkıyla oynamamıza engel oluyor.

Çocuğa okuma zevkinin kazandırılmasında ben yine önce masallarımıza vurgu yapacağım. Masal, beşeridir, millidir, dinidir. Kemaline mahsus sihirli bir etkileyiciliği, sezdirmeden eğiticiliği, bütün güzel duygularımızı insanlık gergefinde inceden bir işleyiciliği vardır.

Hayaldeki arkadaş dönemi de masalla tanışan bir çocuğun, sonrasında kitapsız kalabilmesi çok zordur. Hayatının her devresinde bu akıllı, duyarlı, sevgi ve anlayış dolu arkadaşının dostluğuna ihtiyaç hissedecektir.

Masal, ruhuyla düşünen çocuk muhayyilesi için “hayat” imtihanının başarısının aslında zihinde cevaplanan sorulara bağlı olduğunu kavraması için de büyük bir fırsattır. Bu kavrayış ilerideki hamlelerinin her biri için belirleyici bir rol üstlenmektedir. Bu nokta eğitimcilerimizi de yakından ilgilendire bir tıkanıklıktan söz etmemiz gerekiyor.

Masalların, destanların, menkıbelerin, bilmecelerin, tekerlemelerin çocuklan bildiği bizim ise unuttuğumuz kendi has özel bir dili, bir sembol dünyası vardır. Bu sebeple bu metinlerde yatay ve dikey diyebileceğimiz iki anlatım tarzıyla karşı karşıyayız.

Nasreddin hoca fıkraları bu ikili anlatımın en güzel örnekleriyle doludur. Mesela fıkraların genelinde “eşek” sembolü nefsi ifad için kullanılmıştır. Hocanın eşeğe ters binmesi, nefsiyle aynı yönde gitmediğini göstermek içindir. Veya göle maya çalması, eğitimde ayırım yapmadan her talebenin farklı miktar ve tarzda da olsa emeğe ihtiyaç gösterdiğini vurgulamaktadır

Bu açıdan kültürümüzün esaslı malzemeleri olan metinlerimizi okuyamıyoruz. Okusak da anlamlandırma noktasında hatalarımız bulunabiliyor Anlaşılırlığı azalınca, güvenilirliği de tükeniyor zamanla. Fakat memnuniyetle ifade edebiliriz ki bugün çocuk yayıncılığında çok yaratıcı ve cevval hamleler gerçekleştiriliyor.

Çocuğun temel özellikleri göz önünde bulundurularak her yönden sevimli-faydalı ve etkileyici bir kitap dünyası ruhları ve kalpleriyle zihinleri arasında köprü kurmaları için önlerine serilmiş durumda. Farkındalık oranı yüksek, alışkanlıklarının esaretini kırmayı başarmış ve devamlı kuvvetlendirdiği coşkusu heyecanı ile kemalini ve çevresini harekete, yaratıcılığa ve verimliğe sevk edebilen her haliyle iftihar edebileceğimiz bir gençliğin filizlendiğine inanıyorum, onlardan öğreneceğimiz pek çok güzelliğe kendimizi hazırlamalıyız.

Soru: Bugün çoğu annenin zamanının büyük bir kısmını TV karşısında geçirdiğini düşünürsek, TV ailede birinci eğitici konumunda. Fakat TV’nin nasıl eğittiği malumunuz. Başta anne ve baba ve ardından çocukları ve toplumu TV’nin olumsuz yönlerinden kendimizi nasıl koruyabiliriz. TV ile ilişkimiz nasıl sağlıklı olabilir?

Cevap: Ben yine konuyu merkez noktaya çekmek istiyorum müsaadenizle. 1970’li yıllardan itibaren yavaş yavaş Türkiye’de TV ile sosyalleşen bir neslin yetiştiğine şahit oluyoruz. Beşikten başlayan bu açık öğretim çocuğu hayatında önemli bir belirleyici haline geliyor

Onun kendine has bir kutsallığı var çocuk için. Çünkü o anne ve babasının da öğretmeni. Bu aslında aile merkezli değil, bütün toplumumuzu bağlayan bir problem. Henüz biz “kendini arayan” bir toplum konumundayız. Hakiki değerlerimizi yeniden keşfedip içimize tam olarak sindirebilmiş değiliz.

TV dalgaları manyetik olarak bütün hayatımıza kumanda eder hale gelmiş durumda. Zihnimiz karmakarışık, kendi kendine düşünme melekesini neredeyse kaybetmek üzereyiz. Hep bizim yerimize düşünülüyor, seçiliyor, uygulanıyor. Halbuki, 1960 lı yıllarda TV, ABD ve Avrupa’da en anlamlı eğitim aracı olarak görülüyordu. Kitlelerin büyük okulu ilan edilmişti. Eğlendiren, bilgilendiren, eğiten bir araçtı.

Önce toplumlar medyalarını yaratırken göz açıp kapayıncaya kadar medyalar toplumları şekillendirir oldu. Ve bir anda bu masum ve sevimli cihaz, baskın güçlerin. 3. dünya ülkelerinde Pazar arayan çok uluslu şirketlerin kültürel üstünlüğünü sağlayan bir mekanizma haline dönüştü.

Bu sömürge politikası gittiği ülkelerde hakim sınıflardan müttefikler edindi ve böylece batılı teknolojiler ve tüketim malları ithali projesi başarıyla yürürlüğe girdi. TV gitgide sömüren, kemiren, öldüren bir eğlence haline geldi. Peki biz, asırlık, evrensel, yerleşik bütün dünya üzerince tescilli bir millet olarak bu manyetik hücuma karşı direnebilir miydik ve hala bir şansımız var mı, bunu konuşmalıyız en çok

Ben TV’yi her şeyi mahvettiği gibi, kısa bir zaman dilimi içerisinde eliyle yıktıklarını yine kendinin düzelteceğine inanıyorum. Onun dalgalarına mukavemet edecek, onu istediği yöne çevirecek kuvvette bir ruh antenimize yeniden sahip çıktığımızda bütün dünyanın kalp ekranında sevgi ve insanlık senaryoları gösterime girecek yeniden.

Aslında insanın elinde çok fazla yetki yok. Bir müddet bu olmayan yetkisini kötüye kullandı. Şimdi güzel bir çağın eşiğindeyiz. Onun esintileri bizi kendiliğinden ılımlı, uyumlu ve duyarlı kılacak inşallah. Biz içimizin bakımını yaptığımızda dışımız kendiliğinden düzelecek zaten.

Soru: Hocam başta asr-ı saadette olmak üzere daha sonra Osmanlımızda ailede sevgi muhabbet toplumdaki huzur ve sükun nasıl sağlanırdı?

Cevap: Antenimizin yönünü değiştirince yemyeşil bir iklime geçiverdik birden sayenizde. Aile, sevgi, huzur deyince söz zaten önce her fiilin en güzel işleyicisi olan aleyhisselatu vesselam Efendimize yöneliyor.

O eşlerin en güzeliydi, en şefkatlisi, en anlayışlısı, en hassası, en güzel baba, en güzel dede, en güzel dost da o idi. Çünkü hayatı boyunca en güzel öğrenici, en meraklı, heyecanlı talip, en dikkatli müdekkik, en çözümleyici muhakkik o idi. Yüce Rabbimiz onu, o da ümmetini ve bütün insanlığı terbiye etti.

Aslında insan her ne sifata sahipse önce eğitici olarak görmeli kendini.. Ailemiz ilk öğretmenimiz, mahalle esnafımız hepsi ayrı fıtratta hepsi ayrı tatta birer usta eğitimcimiz olmalı yeniden. Batıda okulsuz toplum yakarışları bir bakıma bizim kültürümüzde asırlarca varlığını muhafaza etmiş her kademenin kendini halktan ve toplumdan sorumlu hissetmesi anlayışına geçiş arayışları aslında.

Bizim devlet geleneğimizde “sosyal” sıfatı 20. yüzyıl mahsulüdür. Devletin asli vasfı adil olmaktır. Sosyallik vasfı kurduğu vakıflarla kendini kendi insanından sorumlu hisseden halkın üzerindedir. Darülacezeler, Daruşşafakalar hep bu toplumsal sorumluluk bilincinin tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.

Insan kalbini, ruhunu, nefsini, bedenini aynı anda ve aynı derecede mutlu, mutmain eden en temel tat, kendisinin dışında birilerine faydalı olma halinde hissedilen razılık duygudur Selçuklu da Osmanlı da mutluluk çağından aldıkları ilhamla bu hazzın tadı doya doya çıkardılar.

Efendimiz (s.a.v) Aişe validemizden (r.a) su istediğinde önce ona içirir sonra onun içtiği yerden içerdi. İki reyhanı sırtındayken inmelerini beklemeden secdesinden kalkmadı Ashab-ı Suffa’sına öf demedi, azarlamadı, Ali’sini doğduğunda Kabe’de elleriyle yıkadı. Annem gibi dediği amcasının hanımına gömleğini giydirip kefenledi, mezarına yerleştirdi.

Rabbi O’nun (s.a.v) kalbini yumuşatmıştı. O da bütün insanlığa her birinin lisanınca insan olma ilmini öğretti.

Seyyidü’l kavmi hadimuhum

Bu altın bir ilke “İnsanlığın efendisi insanlara hizmet edendir.” Osmanlı bu sırrı çok iyi kavramıştı. Her adımını hizmet şuuruyla Allah için attı. Allah’ını seven ve Allah’ın da onları sevdiği bu millet zihniyeti yeniden bütün insanlığın yegane umudu gibi görünüyor.

Röp: Yard. Doç. Dr: Zeynep Gürel & Mahmut Bıyıklı / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 277-284

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.