Kur’an-ı Kerim’de ki sıralamaya göre 80, iniş sırasına göre 24. süredir. Necm Süresinden sonra, Kadir süresinden önce Mekke’de inmiştir. Abese Süresi; adını ilk kelimesi olan ve “yüzünü ekşitti, suratını astı” anlamına gelen abese kelimesinden almıştır.
Rivayete göre bir gün Hz. Peygamber müşriklerin ileri gelenlerinden bir gruba dini tebliğ ederken yanlarına müminlerden olup gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmi Mektum gelmiş ve Hz Peygamber’e yaklaşarak Kur’an ayetlerinden bir kısmını kendisine tekrarlamasını veya açıklamasını istemişti. Etkisi azalacağı için konuşmasının kesilmesinden rahatsız olan Hz. Peygamber Abdullah’a ilgi göstermemiş. bunun üzerine bu sürenin Resulullahı uyaran ilk on ayeti inmiştir
Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla.
Hz Peygamber putperest önderlerin ikna edilmesi halinde onları izleyen halkın İslam’ı daha kolay benimseyecekleri düşüncesiyle onlarla da meşgul oluyordu. Böyle birine yaptığı konuşmanın ortasında yanlarına gelen bir amanın zamansız sorularından rahatsız olarak yüzünü ekşitmiş ve ona cevap vermemişti. Bunun üzerine Allah Teala. Resulünü sitemli bir ifadeyle uyardı:
Onun, kimlere verilecek emeğin daha verimli olacağını kesin olarak bilemeyeceğini, topluluğun ileri gelenlerinden de sorumlu olmadığımı bildirdi. Bundan etkilenen Hz. Peygamber’in, daha sonra zaman zaman Abdullah’ı gördüğünde; “Kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba” diyerek ona iltifatta bulunduğu rivayet edilmektedir.
Şevkani. 11. ayetin başındakı “hayır” uyarısının açılımını şöyle ifade eder: Artık bundan sonra böyle hatalar yapma: zengine dönüp onunla ilgilenirken fakire ilgisiz kalma. Aynı ayette birer öğüt olduğu bildirilen “bu ayetler” ifadesiyle sürenin başındaki uyarıcı ve egitici on ayetin veya sürenin tamamının kastedildiği anlaşılmaktadır. “Dileyen ondan öğüt alır” mealindeki 12. ayette ise şu iki noktaya dikkat çekılmıştır:
a-) Bu uyarı, yalnız Resulüllaha değil, onun şahsında bütün ümmetine ve insanlığa yöneliktir.
b-) Uyarıyı dikkate alıp yanlışını düzeltmek de hiçe sayıp hatalarında ısrar etmek de insanın kendi iradesine bağlıdır. sonucunu da buna göre alacaktır.
“Mukaddes sayfalar dan maksat Kur’an’ı içeren sayfalardır: Kur’an ilim ve hikmet ihtiva eden İlahi bir kelam olduğu için Allah katında şanı yüce ve değerlidir. Mukaddes sayfalardan maksadın “levh-i mahfüz” veya “önceki peygamberlerin kitapları” olduğunu söyleyenler de vardır.
“Seçkin ve erdemli elçiler” diye tercüme ettiğimiz sefere (tekili sefir) kelimesini müfessirler. “yüce Allah’tan Hz Peygamber’e vahiy getiren melekler, kulların amellerini yazan melekler (kiramen katibin), kitapları okuyanlar (kurra). Kur’an’ı yazan sahabiler” gibi farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Kelimeyi. “peygamberler, Kur’an’ı melekut aleminde kaydeden ve koruyan melekler” olarak anlamak da mümkündür.
Burada “Kahrolası o insan” şeklindeki yergi ifadesiyle genel olarak insanlığın değil, Hz. Peygamber’le yaptıkları tartışmalarda yeniden dirilmeyi inkar eden putperestlerin, bir rivayete göre özellikle Ebu Leheb’in oğlu Utbe’nin kastedildiği belirtilmektedir.
Ayetlerde gerek söz konusu kişiye gerekse yeniden dirilmek konusunda tereddüdü olan herkese, insanın hiç yokken varlık alanına nasıl çıkarıldığı hatırlatılmakta. böylece insanlar düşünme ve inanmaya teşvik edilmektedir.
“Sonra ona yolu kolaylaştırdı” mealindeki ayeti müfessirler “Ana rahminden çıkmayı kolaylaştırdı” veya “Hayır yahut şer yolunu seçme imkanı verdi” şeklinde yorumlamışlardır. Taberi ayetin bağlamını dikkate alarak birinci yorumu tercih etmiştir.
Ancak bize göre ikinci anlam. yani insanın iyilik-kötülük, iman-inkar, doğru-yanlış şeklindeki alternatifler arasında seçim yapma gücüne sahip varlık olarak yaratılması daha çok hatırlatılmaya değer bir lütuftur: dolayısıyla ayetin bağlamına da daha uygundur. Çünkü bu özelliğiyle insan dünyadaki diğer bütün yaratılmışlardan üstün ve seçkin kılınmıştır.
Bu gerçek yanında, insanın bir gün ölüp kabre konduktan sonra Allah’ın dilediği bir vakitte tekrar diriltileceğini hatırlatan 21-22 ayetler ile Allah’ın buyruklarına uymayanları kınayan 23. ayetten şu sonuç ortaya çıkmaktadır:
Allah insana iyilik ver kötülük yolları arasında seçim yapma imkanlarını bahşetmiş, dolayısıyla ona ihtiyacı olduğu kadar özgürlük alanı açmıştır. Bu özgürlüğe sahip olması ona Allah’ın buyruklarını yerine getirme sorumluluğu yüklemektedir. Nihayet insan, bir gün bu hayatı terk edecek ve özgürlüüünu doüru kullanarak sorumluluklarını yerine getirip getirmediği konusunda hesap verecek, karşılık görecektir.
Yukarıda 18-20. ayetlerde insanın var oluşu ve mahiyetine ilişkin ilahi lütuflar özetlenmişti: burada ise onu çevreleyen ve varlığını sürdürmesi için gerekli ve faydalı olan harici nimetlerin başlıca olanları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmanın amacı da hem muhatabı Allah’ın kudretinin büyüklüğü hakkında bilgilendirip iman etmesini veya inancını güçlendirmesini sağlamak hem de onu bu lütuflarından dolayı Allah’a minnet ve şükran hisleriyle ibadet etmeye, buyruklarına göre yaşamaya yöneltmektir.
Kıyamet ve ahiretten bir kesitin son derece canlı bir tasvirini veren sürenin bu son ayetleri, dünya hayatının geçici zevk ve tasalarını aşıp varlığının anlamı, değeri, amacı ve akıbeti üzerine düşünebilme seviyesine ulaşmış her insanı sarsıcı gerçeklerle yüz yüze getirmektedir.
Kıyamet gününde evrende meydana gelecek olan olaylar korkunç sesler çıkaracağı için ona 33. ayette “sahha” adı verilmiştir. O gün geldiğinde aralarında akrabalık bağı bulunanların birbirinden kaçışının sebebi çeşitli şekillerde izah edilmiştir:
a-) Kıyamet olayları herkesi dehşete düşüreceği için o ortamda insanların birbirini düşünmeleri mümkün degildir herkes kendi başının derdine düşer:
b-) Akrabalıktan doğan haklarını isteyecekleri endişesiyle insanlar birbirinden kaçarlar,
c-) Kişi, akrabaları onun içinde bulunduğu sıkıntılı durumu görmesin diye onlardan kaçar
d-) İnsan, akrabasının içinde bulunduğu kötü durumu görmesine rağmen onlara yardım edemeyeceğini ve başlarına gelenlere engel olamayacağını bildiği için kaçar
Bir önceki süre olan Naziat Süresinde (8-9) kıyamet ve mahşerin dehşetinden dolayı bütün kalplerin korkudan neredeyse yerinden oynayacağı, gözleri korku bürüyeceği bildirilmişti.
Abese süresinin bu son ayetlerinden anlıyoruz ki inkarcı ve isyankarların korku, kaygı ve perişanlıkları devam ederken. müminlerin, durumları aydınlanınca kalplerindeki korku ve kaygının yerini ferahlık ve sevinç alacak. Bu sevinç yüzlerine yansıyacaktır.
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı / Kur’an Yolu Türkçe Meali ve Tefsiri / C: V / bkz: 552-558